Cuma günü, çocuk istismarına karşı yeni kanun tasarısının, meclis gündemine gelecek hafta sevk edileceği duyuruldu. Son yıllarda artan cinsel saldırılar ve çocuğa yönelik cinsel suçlar umarım bu düzenlemelerle azalır. Çocuk istismarlarının birçok zaman dini kurumlarda gerçekleşmesi, dini duygular sömürülerek birçok defa cinsel istismar ve saldırıların olması zaman zaman toplum gündeminde sert tartışmaları da beraberinde getirebiliyor. Din ve cinsel sapıklığın bir arada olması dehşet verici. Peki, gerçekten din sapkınlıkları kolaylaştırabilir mi? Bu soruya yanıtım elbette hayır. Ama bu sık birlikteliğe klinikte yaşadıklarımla anlama katmaya gayret edeceğim.
İlk bahsetmek istediğim olgum, poliklinik kapımdan girdiğinde dış görüntüsüyle tam bir Taliban savaşçısı görünümündeydi. O günlerde henüz İŞİD belası ürememişti. Ayrıca Atatürk'ün kılık kıyafet kanunu bu kadar pervasızca delinemiyordu. Kıyafeti dikkat çekiciydi. Söze başladığında itiraf etmek gerekirse şaşırmıştım. Çok güzel bir Türkçeyle şikayetlerini dile getiriyordu. Tıbbi öyküsünü çok anlaşılır şekilde anlatıyordu. İzmir'de bilinen bir ticari firmanın sahibiydi. İstanbul'da iyi kabul edilen bir üniversitenin mühendislik fakültesinden mezun olmuştu. Mühendislik yerine ticaret yapıyordu ve oldukça başarılıydı. Polikliniğe başvurma nedeni yoğun öfkesiyle başa çıkmakta zorlanmasıydı. Öyle ki, ticari bir konuda telefonda birisiyle tartışsa eline bir satır alıp arabayla kişiyi öldürmeye yola çıkıyordu. Yolda sürekli kendine telkinde bulunuyordu. 'Sen namazında niyazında, Allah yolunda bir adamsın. Cinayet işleyemezsin.' Bu telkin hep işe yarıyor, arabayı ters çevirip firmasına dönüyordu. Günün geri kalan tüm zamanını tüm işlerini bırakarak, namaz kılarak geçiriyordu. Öfkesine bir gün yenilmekten, katil olmaktan korkuyordu. Din, onun için adeta bir frenleme sistemiydi. Çevresinde ibadetine düşkün, hoşgörülü biri olarak biliniyordu.

İkinci olgu ise neredeyse yılın her günü oruç tutan biriydi. Onun da öfke yakınması olmakla birlikte ön planda olan sıkıntısı yoğun cinsel arzularıydı. Eşini aldatmamak, zinaya girmemek için evden dışarda geçirdiği tüm zamanları oruç tutarak korumaya alıyordu. Çevresinde dindar ve ailesine düşkün biri olarak biliniyordu. Böyle bilinen biri olarak her gün geneleve gitmeyi kendine yakıştıramıyordu. Ama oruç tutmadığında kendini frenleyemiyor, etraftan görülme ve Allah tarafından cezalandırılma korkusuna rağmen geneleve gitmekten kendini alamıyordu. Oruç onun için mükemmel bir tedaviydi. Ama yine de bazen kendisini tutamayıp, zina yapması onun psikiyatriden yardım talebi sebebiydi.

Bu iki olgu, gayet samimi, kendini bilen ve çözüm arayan kişilerdi. Toplumda binlerce kendini bilemeyen veya yardım almayı kendine yakıştırmayan ya da etiketleneceğim korkusu yaşayan ve bir doktora gitmek istemeyen kişi var. Bu kişilerin bir kısmı dini uğraşlarla içindeki bir anlamda şeytanı frenlemeye gayret ediyor. İlk olguda, din cinayet işlemeyi engellemeyi başarıyor görünüyor. Fakat bir psikiyatrist olarak görüşüm, bu kişilere dini bir gerekçe sunulduğunda işte bu kişiler birer caniye dönebiliyorlar. Gözünü kırpmadan din için adam öldüren İŞİD, Taliban ve tüm din çeteleri bu tarz insanları kullanıyor. İçindeki şiddeti dinle durdurmaya gayret eden adam, din için şiddet uygulama zemini bulduğunda tam bir canavara dönüşüyor.

Cinsel sapkınlıkları dinle bastırmaya gayret eden çok kişi olduğunu görüyoruz. Örneğin kişi kendindeki çocuk sapkınlığı (pedofili) dürtüsünü fark ettiğinde büyük bir suçluluk ve çaresizlik hissediyor. Bunu bastırabilmenin yollarından biri de dinle uğraşmak. Kişi iyi bir insan olabilmek için daha çok namaz kılıyor, oruç tutuyor, dini hayatında ön planda tutuyor. Çevresinde iyi ahlaklı, dindar biri olarak tanınıyor. Bu yönelim onun kendi çevresinde daha çok takdir edilmesine ve güvenilmesine sebep oluyor. Bir çocuk yurdu açıldığında ya da benzer bir dini yapılaşmada kendisine çok kolay görev verilebiliyor. İşte o zaman, bir anlamda kurda kuzu teslim edilmiş oluyor. Kişi bir süre içsel dürtüleriyle savaşmayı sürdürebilse de sonrasında buna yenilerek sapkınlıklar kendini göstermeye başlıyor. Ve bu kişilerin karıştığı bana göre sadece buzdağının üstündeki rezaletler günışığına çıktığında ise din ve dindarlığa karşı önyargılar artıyor.

Din tüccarları kendilerini bilirler. Riyakarlıklarının kendileri de farkındadır. Ama bu yönde dini kendi sapkınlık ve bozukluklarına savunma mekanizması yapmış kişiler bunun farkında değildir. Kendilerini dindar hissederler. Ta ki şeytanla bir gün sınanana kadar. Dinler asla kötü şeyler önermez ve kötüye sevk etmez. Dini kullanan ve sömüren kişiler din adına kötü şeyler söyleyip, uygularlar. Evet, dostlar bir din hocası değilim, o yüzden size telkinde bulunamam. Ama şunu sorabilirim: Din, her şeyi affeder mi?