Papa ülkemizi ziyaret ettiğinde, üst yönetimden;  'Farklı düşündüğümüz hiçbir konu yok' denilerek çok sıcak karşılanmıştı. Papa'nın haddini aşarak, bizleri insanlık suçu ile mahkum eden sözlerini "tanımıyoruz" demek bu noktada artık yeterli değil. Dış politika ve uluslararası ilişkilerde aşırı iyimserlik yerine temkinli bir ağırbaşlılık içinde olmanın ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
Komşularla sıfır sorun diye yola çıkıp, yeni sorunlarla kuşatıldığımız hepimizin malumu. 'Sıfır sorun'un mimarı, siyasetin misyon işi olduğunu söylemiş... Kendisine bir görev tanımı yapılarak yön tayin edilenlerin, "misyoner" gibi davranmaktan başka seçenekleri olamaz. Ve gelecekle ilgili karşılaşılacak sorunlar ve karşı güçlerin hamleleri, bunlara nasıl önlem alınacağı gibi çok önemli konular atlanır, ki nitekim Türkiye bugün tam da bu girdabın içinde... Kimisinin dava, kimisinin misyon dediği yolda "kefen giyme" tabiri ile yapılan siyasetin, Türkiye'yi içine ittiği "sıkıştırıcı dış politika çemberinin" her geçen gün biraz daha daraltıldığını göremeyişi  çok yakıcı. Parlamento kararlarını "ciddiye almıyoruz" diyerek geçiştirmek yerine, tam tersine, bunlara karşı yaptırımlar geliştirilmeli değil mi(ydi)?!...

Nereden başlanmalı(ydı)?

Elbette, devlet politikası olarak ele alınmalı, elbette en başından bu yana kararlı bir şekilde, hükümetler değişse de ağır, haksız, tahkir edici soykırım yalanı hakkında tavizsiz tutum sergilenmeliydi. Özür noktasına getirilmiş olmak zafiyetten de öte bir vahim durumdur. Türkiye'nin haklı olduğu bir davada haksız duruma getirilmesi için verilen mücadelenin güçlü bir propaganda ağı ile yürütüldüğünü ve diyasporanın bunu kararlılıkla yıllardır sürdürdüğünü ve Türkiye'yi zayıflatmak isteyen güçlerden destek aldıklarını biliyoruz. Buna karşı haklılığımızı her zeminde anlatabilecek bir kararlı politikamız oldu mu? Dışişlerinin tamamen bu konu üzerinde çalışan özel bir birim oluşturması gerekmez miydi? Geçmişten günümüze hatalar zincirine günümüz siyasetinin zafiyetleri eklendi.
Gecikmişliği kabul ederek, hızlandıran etkisi ile çalışmalı, ülke içinde ve dışında soykırım yalanını ortaya çıkarmak için çalışanların çabalarını birleştirecek bir koordinasyon ağı kurulmalı. Ama öncelikle; geç kalınmış olsa da; şu ifade ciddiye alınmalı(ydı): "Türkiye'nin başına Ermeni tsunamisi gibi çökeceğiz" tehdidini savuran ABD Diasporasının sözcüsü Harut Sasunian'ın sözüne karşı strateji geliştirilmeli(ydi). Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923'te Afyon'da yaptığı konuşmasında dile getirdikleri tam da bu günü anlatıyor: "Dış politika, bir toplumun içyapısı ile sıkı sıkıya ilgilidir. Çünkü iç yapısına dayanmayan dış siyasetler daima mahkûm kalırlar."
Türkiye'nin dış politikayı iç hedefler yerine, dışarıdan telkinlere göre yürüttüğü, içeride "çözüm" adı altında yürütülen siyaset ve terör faaliyetleri ile sıkıştırıldığı süreç, düğmeye basmak için fırsat yaratmıştır. Buna ciddiye almama, karşı strateji geliştirmeme, haklılığı kararlılıkla anlatma yerine, özür anlamına gelecek tereddütlere yönelme eklenince, çember oluşturanların cesaretleri artmıştır. Tsunamiye yakalanmak ve sürüklenmek yerine, buna karşı önlemleri acilleştirecek politikaların geliştirilmesine başlanmalı, kararlılık çeşitli yaptırımlarla anlatılmalıdır.

Papanın tutumu

Türkiye'de bazı yayın organlarında, papağan; bazılarında  diyaspara başlıkları ile haklı tepkilerle karşılanan, soykırım açıklamasının artçı etkileri hemen ortaya çıkmaya başladı. Avrupa Parlamentosu, soykırımı tanırken, önergede yer alan ifadede: "Avrupa Parlamentosu Papa Franciscus'un Ermeni soykırımının yüzüncü yılı hürmetine 12 Nisan'da barış ve uzlaşma ruhu içinde verdiği mesajı takdir etmektedir" denilerek Papa'nın açıklaması referans olarak kullanıldı. BM New York'taki  Genel Merkezi 'nde, Dujarric'ın, Ermenilerin 24 Nisan'da 1915 yılındaki "trajik olayların" 100. yılını anacaklarını söylediği basın toplantısında sorular, Ermeni iddiaları ve Papa'nın açıklamalarına ilişkindi. Papa düğmeye basan oldu. Ardından gelenlere tam da tanımladıkları gibi, tsunami etkisi denilemez mi? Kararlı politikaların zincirleme etkisi ile kuşatılmakta olduğumuzu daha ne kadar görmezden geleceğiz?

Papa Türkiye'ye neden gelmişti?

Medeniyetler buluşması safsataları ile sürdürülen yeni haçlı seferini görüp, göstermek yerine, bunun parçası haline getirilen Türkiye; Papa'nın ziyaretinin denk getirildiği tarihin anlamını sorgulamadı.  Diğer papaların Türkiye ziyareti gibi şimdiki Papa Francesco da, Patrikhaneye anlamlı bir ziyaret  gerçekleştirmişti. Ziyaretine denk gelen tarih, Rum Patrikliği'nin kurucusu olduğuna inanılan Aziz Havari Andreas yortusu (29-30 Kasım tarihleri) Hristiyan aleminde kutsal gün kabul edilmekte.
Burada şu soru anlam kazanıyor. "Neden Türkiye dış güçlerin kendilerini güçlendirecek adımlarını görmemekte? Bu aşırı iyimserliğin sebebi ne?!.."
Hani, dışarıda soykırım adı altında dillendirilen "trajedi" kelimesi var ya!... O aslında tam da dış politikamızı tanımlayan bir kelime. Dış politika alanında yapılan hatalar kolay tamir edilemez. Kendi içindeki sorunlara gömülen Türkiye'nin, dış telkinlere açık tavizkar dış politikasının bizi getirdiği noktada, güçlü yalan kampanyası ile yürütülen organize harekete karşı stratejisinin olmayışı çok vahim. Bu sürecin kolaylaşmasına, ülkede akımlarla güçlendirilen İslamcılık alet edilmekte. Yine, Türklüğe karşı kimlikler kışkırtılırken, Ermeni kimliği korunarak inşa edilmekte. Bunların bir yöntem olduğu ve yeni haçlı seferinin yöntemlerinin farklı olduğunu görebilecek, gösterebilecek akıl ve dirayete ihtiyaç var. Bunun için misyoner siyasetçi devrinin kapanması gerekiyor. Türkiye'nin çıkarlarını öne alacak devlet politikalarını yürütecek, aldatılmaya yatkın olmayan geniş perspektifli siyasetçilerin çoğaltılmasına gerek var. Bunca okul açmış, bunca beyin yetiştirmiş bir ülkenin bu nitelikli kişileri bulup ortaya çıkarmasının önünde engel oluşturan siyaset yapma biçimini sorgulamadan içinden çıkılacak bir süreç değil bu.

Soykırım suçlamalarına karşı ön alınması gerekirken, tereddütlü yanıtlarla akılları bulandırmak da yine bu sürecin siyaseti. İktidar ya da muhalefet fark etmiyor, süreci koklayıp siyaset yapanların vebali hepimizi vuruyor. Tek tek açıklamalarla sürece destek vererek zemini kaypaklaştıran siyaset anlayışından söz etmekteyim. Siyaset genel anlamda ört bas yöntemi ile yürütülürken, öne çıkarılanlar bu tek tek gibi görünen aykırı seslerin açtığı çatlaktan akıtılanlar oluyor. Ağaçlara bakıp, ormanın yangınını göremez oluyoruz. Türkiye'nin dış politikada yeni sıkıntılara gebe olduğunu görebiliyor musunuz?  Daha önemlisi aktif siyasette bunu görebilen kaç kişi var?