Bazen bir yazıya başlarken kendime şöyle derim.Yanlış bir zamanda doğru bir şey mi söylemek üzereyim, yoksa doğru bir zamanda yanlış bir şey mi  ? Bu belirsizlik hem çekicidir  hem ürkütücüdür. Eğer bu belirsizlik aşk konusunda olsaydı çekici olabilirdi ama değil. Bugüne  kadar  doğru zamanda doğru şeyleri söylemeyi  başardığımı sanmıyorum. Ama bu “Sanmıyorum “ kelimesine ayrıcalık kazandıran şeyin  aslında kurduğum cümlede prestijimi sarsmamak kaygısı olduğunu görebilirsiniz, çünkü hiç olmazsa “Öyle yaptım” demektense –“sanmıyorum”  diyerek belki arada doğru şeyler de yapmışımdır iddiasını sürdürmek çabasıdır bu.  Ama daha ilginç olanı ise doğru şeyler söyleyebilmek için öncelikle doğru veya yanlışın ne olduğunu bilmek gerekirdi. Ben ise hala bu ikilemin içinden çıkamamakla birlikte son yıllarda bu karmaşayı “ideal olanı” yakalamak diyerek çözümleme çabası içindeydim. Bu “ideal olanı yakalamak”  kavramı da beni uzun yıllar oyalamıştı ancak son zamanlarda ideal diye bir şeyin  olmadığı gerçeği ile yüzleştiğimde doğrusu  birgün bu noktaya geleceğimi bilmiyor değildim.  Peki gerçek nedir derseniz; en anlaşılabilir, en basit ve en güncel hali ile  “gerçek”  bizim istediğimiz şekilde gerçekleşen şeydir  ya da başka bir deyimle neye inanıyorsak o dur.diyebilirim.

Doğru şeyler söylemek bir zeka işiyse bunun için  doğru zamanı algılamak bir bilgelik olmalıdır. Zeki olabilirsiniz, hatta bilgelik seviyesine de ulaşabilirsiniz ki genellikle insanlar yaşlandıkça ya çılgın ya da bilge olurlar diye biliriz Ama hayal gücü ile fantezi arasındaki fark kendini aldatmakla teselli etmek arasındaki farka çok benzer.Öyle ise bir bilge adayı olarak şunu söylemeliyim. Kişiliğiniz zekadan da bilgeliğinizden de önemlidir ve kişiliğiniz sizin geleceğinizdir.Bugün size burada bu köşede hitap etmemi sağlayan şey de işte o ‘dur. Ben de bu yüzden Nietzche’nin dediği gibi her zaman kaderimi sevmeye çalıştım, kimbilir belki de en iyisi benimkidir diyerek.
 Asıl adı Franoic Marie Arouet olan Fransız filozof Voltaire, “Hükümetler yanlış yapıyorken, doğruyu söylemek çok tehlikelidir. ” demişti. Üstelik  bu sözleri düşüncelerinin bir yansıması olmasının yanısıra ,yaşayarak da tecrübe etmişti. 1694-1778 yılları arasında yaşayan Voltaire 20’ li yaşlarda yazdığı hicivleri nedeniyle bir dönem Paris’ten sürgün edilmiş ve Bastille’ de hapis yatmıştı.Hayatının başka bir döneminde ise yazdığı kitaplar ve görüşleri nedeniyle  de ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştı.Şimdi durumu daha anlaşılabilir hale getirmek için yüzyıllar sonrasına Londa’da bir hastaneye gidelim ve orada gerçekleşen bir diyaloga kulak kabartalım.Çünkü Voltaire ’in aksine Londra’da bir hastanede çalışan Dr.Nunn   doğru zamanda doğru bir şey söylediği iddiasındaydı.

 “Sayın Başbakan lütfen dışarı çıkar mısınız ?” Bu sıradan ve kendi halinde cümleyi bizim için dikkat çekici hale getiren şey bu sözlerin eski  İngiltere Başbakanı James Cameron’ a söylenmiş olmasıdır. Peki bu sözü  söyleyen kim ? Londra’ daki St.Guy Hastanesi doktorlarından  David Nunn. Aslnda  görevli doktorun başbakanın dışarı çıkmasını istemesinin önemli bir nedeni var ebette çünkü  sayın başbakan hijyen kurallarını  ihlal ediyor ve bu yüzden doktor Nunn kendisinden ,servisi derhal terk etmesini istiyor. İsterseniz başına bir de “sayın” ekleyebileceğimiz  başbakanın cevabı ne oluyor derseniz , şöyle gösteriyor tepkisini  “ Çabuk kaybolalım buradan.”
İngiltere Başbakanı ister sayın deyin isterseniz demeyin, bir memur olarak görevini yapan başka bir memura müdahale yetkisi olan biri değildir  ama bu kişi hükümetin başında olan ve farklı yetkileri olan bir kişidir. İşte bu noktada bu “yetki “   denilen şeyin  üzerinde özenle durmalıyız .”Farklı yetkileri olmak demek “ David Nunn’un  bulunduğu alandaki yetkilerin başbakanda değil onda olduğu anlamına gelir. Dolayısı ile o alanda doktorun söylediği geçerlidir.

Öte yandan  Dr David Nunn ‘un haklı olmak gibi bir iddiası da olamazdı, çünkü başbakan hijyen kurallarını ihlal ediyordu ve bu durumda başbakanı uyarmak zorundaydı. Ancak  bu adam hakkında güney yarım kürede kendine özgü demokrasileri olan bazı ülkelerde olduğu gibi ne başbakana saygısızlıktan dava açıldı ne de ülkenin başka bir bölgesine sürgüne gönderme tehdidi söz konusu oldu. Ve yine  aynı coğrafyadaki ülkelderde  insanların pek  aşına olduğu şekli ile  bir takım yaptırımlar veya tehditler  söz konusu olsaydı bile ülkede başbakandan bağımsız bir adalet sisteminin gündeminde böyle bir şey olamazdı.Çünkü Britanya’nın hemen her yeri aynı gelişmişlik düzeyinde olduğu için isteseler de onu  daha kötü bir yere gönderemezlerdi  ve  üstelik  İngiltere’de ciddi bir doktor ve hemşire  açığı olduğu için onu  kolaylıkla harcayamazlardı. Bu noktada İnsanın kendi kişiliğine uygun bir hayat sürmesi ne kadar önemliyse  maddi veya manevi anlamda tehdit edilemeyecek durumda olmak da insan onurunun en büyük güvencesi olduğunu söyleyebilirim.

Bir Amerikan hukukçusu olan Henry Clay’in şu sözleri konuya bir başka perspektifden bakmamızı  sağlayacaktır. Çünkü Clay  “Ben haklı olmayı başbakan olmaya tercih ederim” demişti  ve böylece Dr.David Nunn’un  neden bir politikacı olmadığını veya olamayacağını da  kolaylıkla anlayabilirsiniz, çünkü  Dr .Nunn Voltaire’in söylediğinin aksine  haklıydı ama tehlikede değildi. Hayatın ironisi ilgi çekicidir ve en büyük sürprizler bazen yaşamımızdaki bu dönüm noktaları o tuhaf çelişkili anlarda gerçekleşir. Dünyanının başka bir yerinde haklı olduğunuz anda doğruyu söylemenin tehlikeli olması gibi. Ama daha da tuhaf olan ise Charlie Chaplin de dediği gibi ” hayatın ironilerinden biri doğru zamanda yanlış bir şeyi yapmaktır.Galiba boş kaleye topu atamamak dedikleri bu olsa gerek.