1919'da milli mücadelenin başlangıcından ölümüne kadar Atatürk'ün en yakınında bulunan isimlerden biri olan Kılıç Ali'nin meşhur Türk düşmanı olarak nitelendirdiği H.C Armstrong 'Bozkurt' adlı kitabında cephedeki Mustafa Kemal Atatürk'ü şöyle anlatıyor...
'Su son derece kıttı. Güneş kayalık kıraç tepeleri yakıyor, hepsini sıcaktan kıpkırmızı kesilmiş bir toz yığınına dönüştürüyordu. Hatların arasında ölü bedenler çürüyordu. Kocaman mavi sinekler havayı doldurmuştu. Onbinlerce sinek ağır ve sakınımlı davranışlarla bu yiyeceğe sokulmuştu. Ve sineklerin ardından dizanteri, bağırsak iltihabı hastalıkları ile birlikte milyonlarca bit geldi. Her iki tarafın da dayanma gücü neredeyse tükenme noktasına gelmişti...
Bütün bunlar olurken, Mustafa Kemal bir an bile bırakmamıştı. Kendisini güçlü ve mutlu hissediyordu. Tam yerini bulmuştu; Savaşıyordu! Çok az uyuyordu; uyuku ihtiyacı yokmuş gibi görünüyordu. Adamlarını acımasızca hatta çılgınca ileri sürüyordu; bununla birlikte, son derece soğukkanlıydı. Kararlarını matematiksel bir kesinlikle alıyor, emirlerini kesin suretle veriyordu...

Sürekli olarak ateş hattındaki diğer subaylar ve askerlerle konuşuyor, böylece ilk elden bilgiye sahip oluyordu. Araziyi incelemek için sık sık siperlerden çıkıyor, hatta daha da tehlikeli olanı yapıp, öncü kolun da ötesine geçerek, tehlike bölgesine gidiyordu.
Hiç ara vermeksizin küçük saldırılar düzenlemeye devam ediyordu; hücum anında adamları harekete geçirmek üzere orada oluyordu; kimi zaman saldırıda bizzat en önde yer alıyordu. Kendisini bir an bırakmadığı gibi birliklerinin moralinin gevşemesine de izin vermiyordu...
Tekrar tekrar ateş altına girmekten geri durmuyordu. Kendini hiç sakınmıyor, adamlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri onlarla paylaşıyor, ama çevresindeki tüm askerler öldüğü halde, ona hiçbir şey olmuyordu. Adamlarına örnek olacak şekilde üzerinde ince ince çalışılmış bir atılganlıkla hareket ediyordu.

Bir keresinde yeni kazılmış bir siperin dışında oturuyordu. Bir ingiliz bataryası sipere ateş açtı. Toplar menzili buldukça şarapneller gitgide daha yakına düşmüye başladı; vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmisi için yalvarmaya başladılar. 'Hayır' dedi. 'Saklanmak adamlarım için kötü örnek olacaktır'. İlgisiz ve soğuk kanlı bir şekilde kurmayları ile konuşurken bir sigara yakıp gayet sakin onu içti. Bu arada aşağıda siperin güvenliği altında duran adamları, büyülenmiş gibi onu seyrediyorlardı.

Bir başka olayda da, Gelibolu'ya dönerken bir İngiliz uçağı otomobilini baştan aşağı taradı. Bombalar arabanın önünde ve arkasındaki yolda patladı; bir tanesi de ön cama çarpıp şoförü öldürdü. Fakat Mustafa Kemal'e yine hiçbir şey olmadı.
Kesinlikle ve tümüyle hiçbir kurşunun ona rastlamayacağına inanmıştı. Bu inanç ona olağanüstü bir korkusuzluk aşılamaktaydı...

Savaş bütün cephelerde devam etmekteydi... 19. Tümen'in kurmayları paniklemişlerdi. Mustafa Kemal'i arayarak adamlarının yorgun düştüğünü, onları bir kez daha saldırıya sevkedemeyeceklerini; düşmanın korkunç top ateşinin hiçbirinde moral bırakmadığını ve panik çıkacağına dair belirtiler bulunduğunu bildirdiler. 'Endişe etmeyin' cevabını veren Mustafa Kemal'in telefondaki sakin ve telaşsız sesi kurmay subaylarına cesaret verdi. Ardından şöyle seslendi; 'Sadece benim burada, Anafarta Cephesi'ndeki durumu düzene sokmam için yirmi dört saat dayanın, yeter. Kısa bir süre içinde yanınızda olacağım ve o zaman her şeyi yoluna koyarım...'

Söz verdiği gibi de yaptı. Her şeyin sona erdiğini düşünenlerin, umudunu yitirenlerin umudu oldu. Subaylarına da milletine de verdiği bütün sözleri tuttu o. Üstün zekası, inancı, cesareti ile bir milleti yeniden ayağa kaldırdı. Bazılarının dün onun için söylediği sözler, bugün söylediklerinin ne kadar değersiz olduğunu gösteriyor. Bırakınız konuşsunlar, bırakınız dönebildikleri kadar dönsünler.
Biz dün de bugün de aynı yerdeyiz, sözümüzde. Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi 'Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan' diyenlerdeniz.