Yıllardır orada yaşayan yakın arkadaşımı ziyaret etmek için, geçtiğimiz hafta Dublin’deydim. Şanslıydım, çünkü seyahatim bu soğuk ve yağışlı kentin hem en güneşli zamanlarına hem de çiçeklerin açtığı kısa döneme denk gelmiş. Parklarla bezenmiş, her eve belli bir bahçe alanı ayırma mecburiyeti getirilen yemyeşil şehrin her köşesinden fışkıran farklı tür ve renklerdeki çiçekler insana yaşam sevinci veriyor.

İrlanda’nın en büyük kültürel zenginliklerinden biri, edebiyatı. Bugünkü nüfusu İzmir’den biraz fazla olan ada ülkesi, George Bernard Shaw, W.B. Yeats, Oscar Wilde, James Joyce ve Samuel Beckett gibi isimlerin memleketi. Nitekim Dublin, 2010 yılında UNESCO Edebiyat Kenti olarak belirlenmiş.

Bu kıymetli miras, kentin her yerine sinmiş. Kitapçılar ve müze dükkanlarının baş köşelerinde önemli İrlandalı edebiyatçıların kitaplarına, parklar ve meydanlarda heykellerine, mağazalarda alıntılarının/ fotoğraflarının bulunduğu hediyelik eşyalara rastlamak mümkün. Hatta Joyce’un (1882-1941) Dublin’de geçen “Ulysses” eserinden alıntıların bulunduğu bronz plakalar, kitabın kahramanı Leopold Bloom’un ayak izlerini takip etmek isteyenler için şehrin ilgili noktalarındaki kaldırımlara yerleştirilmiş.

Kitapta Bloom’un limonlu sabun aldığı, kurulduğu 19. Yüzyıl’dan beri pek az değişen Sweny’s Eczanesi de, artık eski kitapçı olarak faaliyet gösteriyor. Ben tezgahta duran limonlu sabunlardan birini koklarken, güler yüzlü bir genç hanım bana kitap ve mekan hakkında bilgi veriyor. Oscar Wilde’ın evine çok yakın olan bu küçücük mekanda, her gün Joyce’un eserlerinin hem İngilizce hem de İspanyolca, Portekizce, Fransızca, Almanca ve İtalyanca okumaları düzenlendiğini anlatıyor.

Ülkenin en köklü ve en iyi üniversitesi olan Trinity College, dünyanın en büyük araştırma kütüphanelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Kütüphanenin zemin katında, Hz. İsa’nın hayatını anlatan dört İncili içeren, 9. Yüzyıl’da yazıldığı tahmin edilen ve batı kaligrafisinin şaheseri kabul edilen işlemeli el yazması kitap, “The Book of Kells” (Kells Kitabı) sergileniyor.

Üst kattaki, kütüphanenin en eski kitaplarının bulunduğu “The Long Room” (Uzun Oda) ise nefesimi kesiyor. Yüksek tavanları, 65 metre uzunluğu ve barındırdığı 200.000 kitap ile adeta ezici ve büyüleyici bir etkiye sahip. Eski kitap kokusu eşliğinde, camekanlarda teşhir edilen az sayıda kitabı inceliyorum. Raflardaki diğer kitaplara dokunmaya ne yazık ki izin verilmiyor.

İrlanda’nın meşhur olduğu bir başka alan, içki üretimi. Bira, viski ve cin imalathaneleri turistik ziyarete açık olsa da benim ilgimi bunlardan ziyade, Dublin’in kent simgelerinden biri olan Bewley’s çekiyor.

Ülkenin önde gelen kahve ve çay markası Bewley’s’in, en işlek ve merkezi sokaklardan Grafton Street’te bulunan 91 yıllık kafesi, yıllar süren kapsamlı ve masraflı bir yenileme geçirmiş. Nihayet geçtiğimiz yıl, birçok tarihi unsur korunmuş olarak, maun mobilyaları, vitrayları ve yüksek tavanlarıyla kapılarını yeniden açmış. Üç katlı, beş yüz kişi kapasiteli kafe, gördüğü yoğun ilgiye rağmen son derece hızlı bir servise ve sıcak bir atmosfere sahip.

Kafeye kahvaltı için gittiğimde, mekanın en üst katının “kafe tiyatrosu” olarak kullanıldığını öğreniyorum. Birkaç gün sonra, İrlandalı aktör, radyo programcısı ve yazar Des Keogh’un “My Fair Ladies” adlı tek kişilik oyununu izlemek için öğle vakti yeniden Bewley’s kafedeyim. Aynı masayı paylaştığımız İrlandalı aktris, 83 yaşındaki Keogh’un bir efsane olduğunu söylüyor. “Hâlâ sahnede ve onu desteklemek için buradayım” diyor.

Oyunun konusu, tüm zamanların en iyi oyun yazarlarından kabul edilen, Nobel Edebiyat Ödüllü George Bernard Shaw’un (1856-1950), kadınlarla romantik ilişkileri. Keogh’un güçlü ve deneyimli oyunculuğuyla canlandırdığı Dublin doğumlu Shaw, bizlerle sohbet ediyor, zaman zaman nüktedan bir üslupla evlilik ve bekarlık konularındaki görüşlerini aktarıyor.

Bir sonraki yazımda, Dublin’de ziyaret ettiğim müzeler ve galerilere değineceğim.