Kolombiya Festivali’nin açılışı, yazar Gabriel García Márquez’in yaşamını konu alan “Gabo: Gerçeğin Büyüsü” belgeselinin gösterimiyle yapıldı.

Eski Tekel deposuna tekrar işlev kazandırılarak İzmir Mimarlık Merkezi olarak kullanılan konforlu, modern ve sofistike binanın taş duvarlı salonu, neredeyse tamamen doluydu. İzleyiciler salondan, bu büyük yeteneğin eserlerini yeniden ya da ilk kez keşfetme isteğiyle ayrıldılar.
    
Gabo (Márquez’in lakabı), Kolombiya’nın bir nehir kasabasında, yoksul ve kalabalık bir ailede dünyaya gelir. Yazarın çocukluğu anneanne ve dedesinin yanında geçer. Anneannesi batıl inançlara sahiptir. Hayaletlere inanır. Bu konularda anlatılan hikayeleri dinlemeye bayılan küçük Gabo’nun dünyasında bunlar, yaşamın gerçeğidir. Aynı zamanda ailede kelimeleri özenli kullanmak çok önemlidir. Tüm bunlar, sonradan yazarın eserlerinde kendini gösterecektir.

Márquez, üniversiteyi okumak için Bogotá’ya gider. Başkent renksizdir. Sokaklarda sadece erkekler vardır. Büyük şehirde hiç tanıdığı olmayan, renkli kıyafetleri ve koca bıyığıyla tam bir “Karayip çocuğu” görünümündeki Gabo, günlerini yalnızlık içinde, yazarak geçirir. Zamanla şehre uyum sağlar.

Üniversitedeyken, yazdığı bir hikayenin yayınlanmasıyla, artık dönüşü olmayan bir yola girdiğini anlar. Ardından yayınlanmaya devam eden yazıları hem haber niteliği hem de edebi değer taşımaktadır. Okuyucuları büyülemektedir.

Yazarın gazetecilik yaptığı süreçte ülkede yaşanan politik çalkantılar, onu da etkiler. Mesleki hayatında istikrarsızlık vardır, zar zor geçinmektedir.

Márquez otuz bir yaşındayken, çocukluk aşkı Mercedes ile evlenir. Mercedes, taşkınlıktan hoşlanmayan, akıllı bir kadındır. Yazar filmde, tüm kitaplarında Mercedes’e atıfta bulunduğunu söylüyor.

Evliliğinin ilk yıllarında gazeteciliğin yanı sıra senaristliğe başlamasıyla ilk kez yaşam standardı yükselir. Buna rağmen, ona göre yanlış giden bir şeyler vardır. Roman yazması gerekmektedir ve Yüz Yıllık Yalnızlık’ı yazmak üzere eve kapanır.

Yazım sürecinde bir gün ev sahibi arar ve telefonu açan Mercedes’e üç aydır kirayı ödemediklerini hatırlatır. Mercedes, elinde ahizeyle Gabo’ya dönerek, kitabı bitirmesine ne kadar kaldığını sorar. “Altı ay” cevabını alınca, ev sahibine “Kirayı yedi ay daha ödeyemeyeceğiz.” der. Ev sahibinin “Peki sonra hepsini ödeyecek misiniz?” sorusuna, güvenle “Evet, tamamını ödeyeceğiz.” diye cevap verir. Márquez, bu hadiseyi filmde tebessümle, gözleri dolarak anlatıyor.

Ev sahibine mahcup olmazlar. Roman, kısa sürede klasikler arasında yerini alır. Müthiş bir ilgi görür, bir ara her hafta yeni basımı yapılmaktadır. Márquez, romanıyla geçimini sağlayabildiğine inanamamaktadır.

Yazar, 1982’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanır. Ödül onu mutlu etse de, birçok yazara olduğu gibi, Nobel’i aldıktan sonra aynı kalitede eser verememekten endişe etmektedir. Neyse ki, korktuğu başına gelmez.

Yazarın eski ABD Başkanı Bill Clinton ve Küba devriminin lideri Fidel Castro ile yakın arkadaşlığı, filmde işlenen ilginç konulardan. Márquez, Clinton’ın en sevdiği yazarlar arasında. Castro ile ise siyasi görüşlerinin uymaması, arkadaş olmalarını engellememiş.

Clinton, üniversitedeyken derste Yüz Yıllık Yalnızlık’ı okurken yakalanmış. Öğretmeni ne okuduğunu sorduğunda, “William Faulkner öldüğünden beri herhangi bir dildeki en önemli kurgu yazarını” cevabını vermiş.

Filmde Clinton, Márquez’in edebiyatı sayesinde, genç adamların ellerinde silahlarla gerillalara girmelerinin ardındaki nedenleri anladığını söylüyor. Yazarın kendine has hayal gücü, düşünce netliği ve duygusal dürüstlüğüne hayret ettiğini belirtiyor. “Hem gerçek hem de hayali sahnelerde, ortak insanlığımızın ıstırabını ve neşesini yansıttı.” diyor.

Bu iki liderle görüşmeleri neticesinde Márquez neredeyse ABD’nin Küba’ya uyguladığı ambargonun kaldırılmasını sağlayacakmış. Clinton’a göre, bir yazarın her konuda söz sahibi olması, ender görülecek bir durum.

Çoğu ölümlü gibi ölümle derdi olan Márquez, bununla yazarak başa çıkmaya çalışmış. Haksız sayılmaz; yazarın isminin çok uzun yıllar yaşayacağına şüphe yok.