Malum yaz mevsimi. Yıllık iznimi ailemle birlikte geçirirken yıl boyunca hastalarım için yaptığım sorgulamaları bir kenara bırakmış kendi sorgulamalarıma zaman ayırmaya gayret ediyordum. Mümkün olduğunca üç yaşında olan oğlumu gözlemleyip, onun gözünde dünyayı görmeye gayret ediyor, onun duyguları ile babasını anlamaya ve onun babasını yeniden şekillendirecek saptamalar yapmaya çalışıyordum.
Sonra birkaç gün içerisinde, canım ülkemden gelen art arda ölüm haberleri ve bunlar ile ilgili yorumlar beynimi kemirdi durdu. Birçok ocağa ateş düşmüşken yapılan yorumlar beni ölümlerden daha fazla korkuttu. Geçmişte hekim olarak ölümü haber vermenin, askeri hekim olarak şehit haberini vermenin ne kadar büyük zorluklar içerdiğini ve ölümü göğüslemek zorunda olanların ne kadar büyük acılar yaşadıklarını çok yakından yaşamıştım. Ama bir psikiyatri doktoru olarak yaşadıklarım ise bana şunu öğretti. Ölümün tazeliği, sıcaklığı geçtikten sonra, ölümle yüzleşmeye başlandıktan sonra acılar çok daha artıyor. Orada, burada acıyı hissettiğini söyleyip nefret tohumlarını atanlar kendi hayatlarına birkaç gün içerisinde dönebilirken, ateşin düştüğü yerlerde acılar yıllarca ve hatta çok defa yaşam boyu sürüyor.
Dedim ya, gözlerimin ucunda sürekli oğlum vardı. Sahilde hiç tanımadığı çocuklarla oyunlar oynuyor, en sevdiği oyuncaklarını paylaşıyordu. Hiç kimseye nerelisin, kimdensin, Türk müsün Kürt müsün, Sünni misin Alevi misin diye sorma ihtiyacı durmuyordu. En son Yunanistan gezimizde, Yunan çocukların Rumca oyunlarına kendince kelimeleri ile katılarak, sevginin ve dostluğun nasıl evrensel bir dil olabileceğini hatırlatmıştı bana. Bazen babasının öğretisiyle çevresine Büyük Altaylı olduğunu söylüyordu. Ama belki de, orada da ötekilerin olmadığını bana öğretti bu yaz minik oğlum. Biz Siyah-Beyaz Altayken diğerleri kırmızı-beyaz Altaylarmış.

Oğlumun gözleriyle dünyaya bakmak çok güzel. Kendi çocukluğum canlandı gözümün önünde. Ailem bana Kürt, Alevi, Sünni hiçbirini öğretmemişti. Bu sıfatlar evimizde hiç kullanılmamıştı. Kürtlerin ayrı bir etnik olduğunu lise sonda, Alevilerin ayrı bir mezhep olduğunu ancak üniversitenin ilerleyen yıllarında öğrenebilmiştim. İlkokula kadar benim için iki millet vardı. Türkler ve ikinci dünya savaşını anlatan Amerikan filmleri sayesinde Almanlar. Sonradan bir de Yunanlar girdi devreye. Bizler Türk idik, onlar Alman. Yunanlar da belki Almandı ama kesin olan Türk değillerdi. Anlayamadığım ise kovboylar ve Kızılderililerdi. Bizler kovboylara benziyorduk ama nedense ben hep Kızılderililere yakın hissediyordum kendimi. Yine Hollywood sayesinde kötüler Kızılderiliydi ama haksızlığa uğrayan onlardı. Bugün anladığım ise Altay'ın modern çağın Kızılderilisi olduğu. Ailemin bana sağladığı belki de tek cahillik için onlara minnettarım.

Küçük bir çocuğun gözlerinden dünyaya bakabilmek ya da sevdiğiniz birinin yüreğiyle hissetmek dünyayı. Zülfü Livaneli'nin dediği gibi 'Dünyayı güzellik kurtaracak/ bir insanı sevmekle başlayacak her şey'. Belki de sevdiğinizin gözüyle dünyaya bakabilmek, yeni acıların olmasını, nefretlerin körüklenmesini engelleyebilir. En çok ihtiyacımız olan bu.