Milattan önce  XIII. yüzyıl ortalarında bir gece, Hitit Kraliçesi Puduhepa  gördüğü rüyalarından birinde sarayındayken ona orada neler olup bittiğini  göstereceğini söyleyen ve  prense çok benzeyen biri ile beraberdir. Gördüğü rüyayı  şöyle anlatır:
 "Beni bir yere götürdü. Burada çeşitli şeylerin saklandığı erzak depoları vardı ama bunlar  sanki daha önceden boşaltılmış gibi gözüküyorlardı ve  İçlerinde bozulmuş peynirler, incir ve kuru üzümlerin olduğu sandıklar sağa sola yayılmıştı. Sonra Prens dedi ki: "şimdi bak erzak depolarını zaten boşaltmışlar. Bu durumda  etrafı temizlemeleri gerekiyor. Bunun üzerine etrafı temizlediler "

Kraliçe'nin diğerlerine tuhaf  ve anlaşılmaz gelen bu rüyası, öyle garip karşılanmış olmalı ki genellikle bu durumda yapıldığı gibi ,saraydaki katipler tarafından  kayıt altına alınmış. Kraliçe'nin bu rüyayı görmesinin üzerinden 75 yıl bile geçmeden, MÖ 1180 yıllarında ise, Hitit Krallığı'nın yıkıldığını ve yönetici sınıfın başkent Hattuşa'yı boşalttıkları biliniyor. Erzak depolarını, silolarını, ofislerini boşaltarak ve işlerine yaramayan her şeyi geride bırakarak gitmişlerdi.
 Şimdi kraliçenin gördüğü bu rüyadan binlerce yıl  sonra yine Anadolu topraklarında sıradan bir kadının gördüğü bir başka rüyada olup bitenlere kulak verelim. Uzun yıllar önce 30 yaşlarını geçen  kadın gece yarısı heyecan içinde ve korkuyla kocasını uyandırıp ona şöyle demişti: "eyvah bu da erkek olacak" Kocası ise ister erkek ister kız olsun doğacak çocuğun cinsiyeti ile uzaktan yakından ilgili biri değildi.  Ama iyi kalpli ve romantik bir adam olarak karısını sakinleştirmek için yine de bir kaç söz söylemek gereğini duydu. "Bunu da nereden çıkardın ?" Belki de kız olur.

Dört  tane erkek çocuk sahibi olduktan  sonra hiç olmazsa bu kez bir kızı olmasının hayalini kuran ancak yine bir erkek çocuğu olacağına ilişkin bir rüya gören bir kadının içine düştüğü panik anlaşılabilirdi ama bir başka açıdan, aynı kadın halk arasında bilindiği üzere “  bir insanın kızının ölene kadar oğlunun  ise evlenene kadar oğlu “olduğu felsefesine gönülden inanmış  biriydi. Üstelik o zamanlar doğacak çocuğun cinsiyetini merak edip bugün olduğu gibi ultrasona girmek kimsenin aklına gelmediği gibi gelse de bunu yapacak maddi güçlerinin olup olmadığı tartışmalıydı.

Kadın o gece rüyasında saçları zaten çıkmış bir halde yüzü ve tüm çehresi ile beliren çocuğunun  "Babama söyle bana bir ok ve yay alsın "dediğini ve  bu yüzden doğacak bu bebeğin de erkek olacağına inanmıştı. Doğal olarak şöyle düşündü. Bir kız çocuğu neden bir ok ve yay istesin ki? Nitekim ertesi gün yani kasım ayının 5 inde sıradışı bir soğuk vardı dışarıda. Yağmurlu bir kasım akşamının ilk saatlerinde aniden sancıları artan kadın, tıpkı rüyasında gördüğü gibi bir erkek çocuğu dünyaya getirdi ve böylece haklı çıkmış oldu. Ancak  daha sonra bunu kayınvalidesi ile paylaştığında şöyle bir yorumda bulundu yaşlı kadın." Kimbilir ? belki de yeni Mesih ya da lider olacak kişidir bu. Bir görevi vardır, bilemeyiz"

Bu değerlendirme cok eğitimli olduğunu söyleyemeyeceğimiz bir kadın için dikkat çekiciydi. Hiç kuşkusuz konuya gizemli bir hava vererek ilahi bir yorum getirmeye çalışmış ve böylece gelinini  sakinleştirmek istemiş de olabilirdi.

Okuyucular bilir, kitap satan yerlerdeki  binlerce kitap arasından kendinize  uygun bir kitabı seçebilmek o kadar önemlidir ki, insan yanlış bir kitap seçtiğinde okumaktan bile nefret edebilir. Bu  tıpkı yanlış bir insanı seçmek kadar acil bir durumu işaret eder. Ancak günlük konuşmada anlaşılabilir olmak adına bu ifadeyi  kullansam bile  “Yanlış veya doğru insan tanımlaması bana adil gelmediği için onun yerine daha uygun bulduğum  “ideal  insan” tabirini kullanıyorum ve bu doğrultuda biraz daha detaya girersek şunu söylemeliyim. İdeal olanı seçmezseniz hayal kırıklığı yaşamanız kaçınılmazdır. Örneğin kendiniz için ideal insanı seçmediğiniz takdirde nasıl ki  bu durum sizi aşktan bile uzaklaştırabilirse, yanlış bir işte çalışmak da sizi tembelliğe itebilir. Bu yüzden size ilham verecek ve daha derinlerde bazı şeyleri keşfetmenize yarayacak olan her şeyi  çok titiz bir şekilde inceleyerek karar vermelisiniz. Benim için  bunlardan biri de kitap seçimidir.

 Bugünlerde bu şekilde seçtiğim bir  kitap okuyorum. Adı biraz enteresan. "Dünya Nasıl Yönetilir.?" Bu kitabı elime aldığımda nedense Hitit kraliçesinin ve kendi halinde başka bir Anadolu kadının gördüğü rüyalar aklıma geldi ve yazmaya başladığımda böyle bir yazı çıktı ortaya. Kitabın başlığı dünyayı yönetmek derdine düşenler için bir el kitabı gibi algılanabilir ancak bu durum bana yıllar önce Çetin Altan adlı yazarın “Türkiye’de erkekler devlet yönetmeye kadınlar da evlenmeye meraklıdır” sözlerini anımsattı. Bu noktada kişisel görüşüm yazarın bu sözleri ile  kadınlara atfettiği şeyin aslında kadınların anne olmak gibi kutsal bir amacın yasal bir zemine oturtulmasını, erkeklerin ise  belki bir bölümünün yönetme meraklısı olmaktan daha çok beceriksizler ordusu tarafından yönetilmeye karşı zihinsel ve duygusal anlamda verdikleri bir direnç olarak  açıklanabileceğini düşünüyorum. Bununla birlikte bir  başka yazar  Daniel Defoe ise  " Bizim kanımızda var bu, eğer olanakları olsa tüm insanlar tiran olurdu" diye söylemişti. Bu söze genel olarak itiraz etmeyebilirim ama özellikle aşağılık duygusu içinde  çocukluk ve gençlik yılları geçirmiş ve zayıf kişilikleri olan insanların ellerine yönetme fırsatı geçirdiklerinde   bu sözün son derece anlamlı olduğu çok açıktır.

 Bu kitapta Büyük Frederick’den (1712-1786) bakire kraliçe diye bilinen I.Elizabeth’e (1533-1603), Jül Sezar’den (M.Ö 100-44) Lenin’e (1870-1924) kadar  George Washington (1732-1799) gibi güçlü lider portresi çizenlerin yanısıra Fidel Castro ve Napolyon Bonapart gibi birçok liderin iktidar ve güç mücadelesine değişik başlıklarla yer verilirken sadece dünyayı yönetmek değil, bir ülke nasıl yönetilir diye ayrı bir bölüm de açmış kitabın yazarı. Burada efsanevi liderlerin sözleri ve eylemleri tartışılıyor. Bu noktada George Burns, “ Bir ülkeyi idare etmeyi bilen kişilerin taksi sürmek ya da saç kesmekle uğraşması ne kadar acı” saptamasını yaparken kitapta güçlü olduğunuzu göstermenin bazı yolları da anlatılıyor.Örneğin büyük kentlerin adını veya bayrağını değiştirmeniz bunlardan biri. Kimbilir bazen sokak adlarını değiştirmenin altında da benzer bir güç gösterisi yatıyor olabilir ama en önemlisi  lider pozisyonunda olan birinin en büyük gücü her zaman adil olması ve o ülkede adaletin tarafsız ve eksiksiz bir şekilde uygulanmasını sağlaması olmalıdır. Çünkü halk bir  ülkede kanunlar var ama adalet yok diye düşünmeye başlamışsa hiç kimse güvende değildir demektir.

Tabi bu arada güçlüyseniz düşmanlarınız da olmalı. Düşmanı olmayan bir lider mi olur ? Sanırım olmaz. Nitekim İrlandalı yazar Oscar Wilde “Hiç kimse düşmanlarını seçerken dikkatli değildir” diye bir şey söylemişti. Ama liderlerin seçmesine gerek var mıdır?,kanımca güçlü bir durumdayken bırakın uzaklardaki insanları en yakınlarınıza bile temkinli yaklaşmanızda yarar olduğunu düşünüyorum.Başarıyı takdir edebilecek kadar erdem sahibi dostlarınız sandığınız kadar çok değildir.Üstelik güçlü bir lider afrodizyak bir etki yaratırken düşmanlarını da yaratması işte bu yüzden kaçınılmazdır.Bu noktada liderliğin doğasında olan bir meydan okuma ile bu kişilerin akılda kalıcı ve çoğu zaman tahrik edici sözler söylemeleri söz konusudur. Örneğin  " Dünyayı ben yönetmeliyim" diyen Cengiz Han gibi ya da " Sevmediğim herkesin ölmesi gerek " diyen kazıklı  Voyvoda gibi ya da " Bu ülke tek bir Tanrı' nın idaresinde ve o Tanrı da benim idaremde olmalıdır " diyen VIII.Henry gibi.

Bazen en güçlü konumda gözüken liderlerin bile bazı zayıf noktaları olabilir, hatta bunların bir bölümü ciddi zihinsel ve fiziksel sorunların olan kişilerdir ancak bilim insanları olağanüstü zor zamanlarda zihinsel açıdan pek de normal olmayan liderlerin normal gözükenlere göre çok daha kararlı adımlar atabildilklerini iddia ediyorlar. Bazıları da  örneğin Napolyon Bonapart gibi savaş alanlarında bir kahraman olurken, aşk hayatlarında çaresiz ya da yalnız kalmış olabiliorlardı. İşte onun şu sözleri  bu çaresizliği en iyi açıklayan sözler olarak tarihe geçmiştir " İşte “ Po ovası önümde uzanıyor. Birazdan tüm düşman önümde diz çökecek ama sen Josephine, sen yanımda olmadıkça tüm bunların ne anlamı var?”  Bir başka örneğimizde ise Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman kendisi seferdeyken sarayında onu bekleyen Hürrem Sultan için aşk şiirleri yazarken şöyle sesleniyordu:
“Sen artık can yoldaşım, gönül ortağımsın, mutluluğumu da dertlerimi de, sıkıntılarımı da paylaşan sen olacaksın, içimde hep hissettiğim, ama adını koyamadığım hasret meğerse senmişsin.”
 Dünyayı yönetmek veya bir ülkeyi yönetmek de olsa güçlü liderleri motive eden bir şeyler olmalıdır, çünkü onların da hepimiz gibi bir dünyası vardır. Bir erkeği veya bir kadını büyük başarılar elde etmeye sevkeden belki öncelikle bir sevgiliye mahcup olmama kaygısıdır.Çünkü ne olursa olsun sizi izleyen ve takdir eden bir sevgilinin varlığı asla göz ardı edilemez.Her ne kadar bu yazının ana fikri bu değilse de, böyle bir sonuca öteden beri ulaşmış biri olarak bunu paylaşabilmenin heyecanı bir yana  tüm efsanevi  ve yüce şeylerin ardında görkemli ve gözle görülmeyen ilahi ve kutsal amaçlar olduğuna inanıyorum.
Şimdi bu sözlerden sonra bu yazının bitiş cümleleri de zihnimde belirmeye başladı bile. Bir zamanlar İngiltere’de demir leydi lakabıyla anılan kadın başbakan Margaret Thatcher’ın şu sözleri konuya bir hayli uygun düşecek gibi gözüküyor.

"Güçlü olmak hanımefendi olmak gibidir. Eğer insanlara bunu söylemek zorunda kalıyorsanız, öyle değilsiniz demektir.” Bununla birlikte böyle bir  yazının son cümlesini okuyorsanız eğer;  size bu yazıyı okuyun demediğimi de hatırlamış olmalısınız.