Şehrin kültür-sanat alanında sunduğu nimetleri vesile ederek, geçtiğimiz hafta sonu İstanbul’a gittik. Kentin, zamanı ve insanın enerjisini durmadan kemiren yorucu ritmi içerisinde tutturabildiğimiz hedeflerden ikisi, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Feyhaman Duran sergisi ve Zorlu PSM’deki “Amadeus Live” oldu.

“İki Dünya Arasında” başlıklı sergi, Duran’ın sanatının izinde Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinin çatışma ve gelişmelerini ortaya koyuyor. Betimlediği kişilerin ruh hallerini de yansıtmaya gayret eden sanatçı, portre türünün Türk resmindeki en önemli temsilcisi.

Sergide, sanatçının gündelik hayatını ve çalışma ortamını anlatan düzenlemelerle, eşiyle birlikte yaşadığı Beyazıt’taki evinden bir odanın canlandırılmış olduğu katta, sağ duvardaki birkaç resim dikkatimi çekti. Resimler, eşi Güzin Duran’a aitti.

Güzin Duran, erkek sanatçı adaylarının eğitim gördüğü Sanayi-i Nefise Mektebi’nden 32 yıl sonra kızların da sanat eğitimi görebilmesi için kurulan, daha sonra evlendiği Feyhaman Duran’ın da öğretmeni olduğu İnas (Kız) Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk mezunlarından. Manzara resimleri ve natürmortların yanı sıra hat levhalar ve yazı-resim türünde birçok eser üretmiş.



Sergideki açıklamaya göre Güzin Duran, “kendi kuşağındaki pek çok başka sanatçı kadın gibi, bugün büyük ölçüde unutulmuş bir figür.”

“Avrupa Konkuru’nu kazanan ama Feyhaman Duran’la evliliği nedeniyle bu fırsatı değerlendiremeyen sanatçı, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde toplumsal kültürün kadınların yaşam tercihleri üzerindeki etkilerini düşündürür. Öte yandan, Feyhaman Duran’la kurdukları içedönük ikili yaşamın temelinde sanat sevgisinin bulunduğu, iki ressamın, hep birliktelik içinde ürettiği yadsınamaz.”   

Güzin Hanım “başarılı bir erkeğin arkasındaki kadın” mı, hak ettiği takdiri görememiş bir değer mi, evliliğinden mutlu muydu; bunları tam olarak bilmek zor. Anlaşılan o ki, “sanatçı” kimliğinin “sanatçı eşi” kimliği ile yarışması mümkün olmamış.

İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde süren “Işığın Ustaları” sergisinde ise, bir başka kadın, empresyonist Anna Boch, birkaç eseriyle yer alıyor. Belçikalı Boch, sanat tarihine geçmiş değerli bir ressam olmasının yanı sıra önemli bir koleksiyoner. Öyle ki, Van Gogh’un yaşamında alıcı bulan tek resmini satın almış olan, ta kendisi.  

Anna Boch, 1748’de kurulan, 2016 cirosu 820 milyon Euro olan ünlü seramik şirketi Villeroy & Boch’un 5. kuşak temsilcisi. Resme olan ilgi ve yeteneğini rahatça yaşama geçirebilmesinde, ailesinin imkanları önemli rol oynamış.

Bir kadının, eşinin gölgesinde kalmadan veya ailesinden güç almadan sanat dünyasında ayakta kalabilmesi, hala kolay değil.

Madonna bile, geçen yıl Billboard dergisinin “Yılın Kadını” ödülünü kabul konuşmasında, cinsiyeti yüzünden tosladığı duvarları vurguladı. “(Kadınlar) bir işi halletmek için bir erkeğin arkasında durmaları gerektiğine inanıyorlar. Ve arkasında durulmaya değer çok iyi erkekler var, ama erkek oldukları için değil – değerli oldukları için.” dedi.

Ocak ayında, tüm dünyadan 5 milyon civarında katılımcıyla düzenlenen Kadın Yürüyüşü de, 8 Mart’ın “Kadınlar Günü” ilan edilmesinden bir asır sonra kadın meselelerinin güncelliğini koruduğunu gösteriyor. Kadının değerinin hem erkekler hem de kadınlar tarafından takdir edildiği, ne 8 Mart’a ne de kadın yürüyüşlerine gerek kalan günler görmeyi diliyoruz.

“Amadeus Live” ise, Çek Yönetmen Miloš Forman’ın 8 Oscarlı 1984 yapımı filmi Amadeus’un gösterimi ve filmde yer alan müziklerin orkestra tarafından eşzamanlı olarak icra edilmesinden oluşan bir gösteriydi. Mozart’ın çocuksu bir coşku, mutluluk ve içtenlik taşıyan müziklerine ve dehasına daha da hayran olmamı sağlamış olan filmin etkisini arttırmadı.

Çek, Macar, Polonya ve Slovak sinemalarından seçkilerin sunulacağı “Kulak Ver! Müzik ve Sinema: Orta Avrupa Filmleri” programının, 6-11 Mart’ta İzmir’de, Hezarfen Film Galeri tarafından düzenleneceğini de belirtelim. Program; müzikaller, müzik ve müzisyenlerle ilgili filmlere ve film müziklerine odaklanıyor.