Rene Descartes'in 1637’ de Yöntem Üzerine Söylevler kitabında “İşte buldum , düşünüyorum, öyle ise varım “dediği bilinir. Ama burada gözden kaçan önemli bir nokta vardı. Bu noktayı üç asır sonra yine bir başka Fransız düşünür yakaladı. Bu kişi Jean Paul Sartre idi. Bu sözü inceledikten sonra şöyle yazmıştı: ”Ben diyen bilinçle düşünen bilinç aynı değildir.” Yani eğer düşündüğünzün farkındaysanız o farkındalık düşünme sürecinin bir parçası olamaz ve bu yüzden bilincin farklı bir boyutu olması gerekir ve “Ben” diyen de işte o farkındalıktır. Sonuç olarak İçinizde düşünceden başka bir şey olmasaydı, düşündüğünüzü dahi bilemezdiniz, yani rüya gören biri olurdunuz. Rüya gören birinin kendini rüyadaki imgelerle tanımlaması gibi sizde kendinizi düşüncelerle tanımlardınız ve bir çok kişi zaten böyle yaşar, uyur gezer gibi. Rüya gördüğünüzü biliyorsanız rüya içinde uyanıksınız demektir yani burada başka bir bilinç boyutu devreye girer. Bu şu demektir: Düşünen kişi bunu düşündüğünü bilir ama bu farkındalık kişiye sürekli aynı kabusu yaşatan bir zihnin tutsağı haline getirir öyle olunca da var olduğunuzu düşünürsünüz ama aslında siz yoksunuzdur. Belki de bu yüzden Romalı Şair Ovidius yüzyılar önce şöyle demişti: “ Vivit, et est vitae nescius ipse suae” yani Türkçesi  ile  “ Yaşıyor ama bilmiyor yaşadığını” Yıllar sonrasına döndüğümüzde ise İrlandalı oyun yazarı Oscar Wilde  “İnsanlar gerçekte  yaşamazlar sadece vardırlar” diyerek duruma farklı bir bakış açısı getirmişti ama aslında bu noktada Ovidius’la aynı görüşteydi. İnsanların çoğunun yaşadıklarının bile farkında olmama halinin aslında trajik bir boyutu vardır tam da J.P.Sartre’nin altını çizdiği farkında olma halinin tam tersidir bu durum. Yani var olduğunuzu sanma yanılgısı. Çünkü var olmak için düşünmekte gerekir ama sadece düşünce varsa yine var olamazsınız –yaşarsınız ama yaşadığınızın farkına varmazsınız.

Peki bu durumda ya Ovidius haklıysa? Ya insanların çoğu yaşadıklarını bilmiyorsa? Bunun kime ne zararı olur ki ?Olmaz da zaten, üstelik bugünkü ekonomik ve siyasal sistemlerde  yararı bile olur ve böylece bu kişiler toplum olma bilincinden yoksun bir şekilde kalabalıklar haline gelirler. Onlara nasıl yaşayacaklarını empoze edebilirsiniz, ne yapmaları gerektiğini söylersiniz ve o kalabalıklar hipnoze edilmiş bir halde  sadece verilen emirleri yerine getirirler, çünkü farkındalık düzeyi olmayan yani yaşadığını bilmedikleri için bu insanların gözü karadır ve savaşlarda kahraman olmanın en ucuz yolunun ölmekten geçtiğine inandırıldıkları zaman  artık onlar  birer savaş makinesi haline dönüşebilirler. Bu durumda bu insanlar var olduklarını bilmiyorlarsa onları yok kabul edebilir miyiz? Evet belki de yoklar ama sorun olan var olduklarını sanmaları. Öte yandan herkes mutlu olmaya çalışırken onlar için mutluluk diye bir şey yoktur çünkü onlar rüya içinde bir rüya görmektedirler tıpkı Amerikalı şair Edgar Alan Poe’nun söylediği gibi.  “Yoksa  rüya içinde bir rüya mı hep gördüğümüz ,göründüğümüz.”

Dostlarından biri, Fransız kralı XV. Lui' ye: “ Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder” .Kral, alaylı alaylı gülerek:“Hakikatten enteresan bir fikir”, cevabını vermiş. “Bu buluşunuza karşılık,sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum”
Şimdi bizde “Belki de siz yoksunuz “ dediğimiz için Lui bizi de akıl vergisinden muaf tutar mıydı bilinmez ama eğer varsak, başkalarının zihninde, onlarla olan ilişkilerimizle ve onlar üstünde yaptığımız etkiyle var olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak yaşamımızın bir bölümünde başkalarının sizi görmediğinin bilincine varır mısınız? Bu durumda var olduğunuzdan nasıl emin olabilirsiniz?  

Bu noktada İrlandalı oyun yazarı Samuel Beckett’in “Godot`u Beklerken” adlı oyundaki kahramanlardan biri olan Estragon’un sözlerine kulak verelim: “Her zaman kendimize var olduğumuz izlenimi verecek bir şeyler buluyoruz, değil mi Didi?”
Ben bu olguyu şöyle özetliyorum. Böyle bir izlenimi veremiyorsak eğer;  bu açıdan bakıldığında acaba bizler “Bay ya da bayan hic kimse olabilir miyiz?” Çünkü artık var olduğumuza dair bir izlenim veremiyorsak bizler  yokuz demektir.Ama bu esnada zaman akıp giderken  saatler önce geri kalır, birkaç dakika diyerek akrep ve yelkovanı doğru zamana ayarlarsınız, sonra yine geri kalır, bu kez biraz daha uzun bir zaman dilimi için geri kalır, bu kez pili azalmıştır dersiniz, bir ara pilini değiştirmeli dersiniz; derken, ertesi gün bakarsınız ki saat durmuş ama zaman durmamıştır.Eğer yeterince beklerseniz  yine de iki kez doğru zamanı gösterecektir durmuş bir saat..ama sadece iki kez. Hiç düşündünüz mü bu tesadüfü? Çünkü birisi doğduğunuz zamandır öteki de yok olacağınız zaman. İşte hayatımız da böyledir, önce geride kalırız az bir farkla, sonra bu fark giderek artar, önce birkaç kişi farkına varır bunun ama zaman geçtikçe  artık çok geride kalırsınız ve artık  hiç kimse farkına varmaz olur nerede kaldığınızın ve böylece gözden kaybolursunuz. Kimsenin farkına bile varmadığı zaman dilimi aslında fiziki olarak değilse bile düşünsel anlamda yok olduğunuz andır yani artık var olduğunuza ilişkin bir izlenim bırakmanıza gerek yoktur.Çünkü artık  gerçekten yoksunuzdur.