National Geographic televizyonu, “Einstein’in olağanüstü bilimsel başarıları ile beraber bugüne kadar çok fazla konuşulmamış karmaşık ve tutkulu kişisel hayatına da ışık tutacağını” vadettiği, “Deha” adlı bir dizi yayınlıyor*.

Bir kitaptan uyarlanan yapımın kadrosu dikkat çekici. Profesör Einstein’ı Geoffrey Rush, Einstein’ın ikinci eşi Elsa Einstein’ı Emily Watson canlandırıyor. Yapımcılığı ise, Akıl Oyunları filmiyle Oscar alan yönetmen ve yapımcı ikilisi Ron Howard ile Brian Grazer’ın şirketi üstlenmiş.

Howard’ın yönetmenliğini de yaptığı ilk bölümü ne yazık ki kaçırarak, Nisan sonunda başlayan diziyi ikinci bölümünden yakaladım. İlk izlenimim, yapımın kaliteli ve sürükleyici olduğu yönünde.  

Malumunuz, geçen yüzyılın en etkili bilim adamlarından olan Albert Einstein, İzafiyet Teorisi’ni geliştirmesiyle biliniyor. Nobel Ödüllü fizikçi, filozof yanı ve mizah duygusuyla, popüler kültürün de sevilen karakterlerinden. “Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.” veya “Mutlu olmak istiyorsan, bir amaca bağlan; insanlara ya da eşyalara değil.” gibi sözleriyle hala bize ışık tutuyor.

Einstein’ın çok bilinmeyen bir yönü ise, müziğe olan tutkusu. Dizide de sık sık kemanını çalarken görülen Einstein için müzik bir yan uğraştan öteydi, hayatında merkezi bir konuma sahipti. Düşünmesine yardımcı oluyordu. Hatta Einstein, eğer bilim adamı olmasaydı kesinlikle müzisyen olacağını söylemişti. “Müzik çalmadan yaşamak benim için akıl almaz. Gündüz düşlerimi müzikte yaşarım. Hayatımı müzik üzerinden görürüm... Yaşamda en fazla keyfi müzikten alırım.” demişti.



Başarılı bir piyanist olan annesinin altı yaşında başlattığı keman dersleri Einstein için, Mozart’ın keman sonatlarını keşfettiği on üç yaşına kadar, angaryaydı. Bu keşif, müzikle yaşam boyu sürecek yakın ilişkisinin başlangıcı oldu.

Mozart, Bach ile birlikte, her zaman Einstein’ın en sevdiği besteciydi. Birçok biyografi yazarının işaret ettiği gibi, bu muhtemelen tesadüf değildi: Bach ve Mozart’ın müziklerinde, Einstein’ın kendi teorilerinde hedeflediği netlik, sadelik ve mimari mükemmellik vardı. Diğer yandan Einstein, Wagner’inki gibi daha düzensiz müziklerden “tiksindiğini” söylemişti.

O zamanlar müziği dijital olarak yanında taşımak mümkün olmadığından, Einstein müziksiz kalmamak için neredeyse her yere kemanıyla gidiyordu ve birlikte çaldığı birçok müzisyen arkadaşı vardı. Yaşamı boyunca birkaç farklı kemanı olsa da, hepsine aynı lakabı takmıştı: “Lina” (İngilizce’de “keman” anlamına gelen “violin” sözcüğünün kısaltması).

Naziler’in hedefi olması sebebiyle, bir daha dönmemek üzere 54 yaşında memleketi Almanya’dan ABD’ye göç eden Einstein, buradaki evinde her Çarşamba akşamı oda müziği seansları düzenliyordu. Cadılar Bayramı’nda, kapı kapı dolaşan çocukları doğaçlama keman serenatlarıyla şaşırtıyordu. Noel’de ise ilahi söyleyen gruplara kemanıyla eşlik ediyordu. Yaşı nedeniyle sol eli izin vermez hale gelinceye kadar Lina’yı çaldı ve müziğe olan tutkusunu hiç kaybetmedi.

Enstrüman çalmanın beyni nasıl etkilediği konusunda bir kısa animasyon izlemiştim. Akademisyen ve araştırmacı Dr. Anita Collins’in TED-Ed için yazdığı bu kısa filmde; enstrüman çalmanın beynin tüm alanlarını aynı anda çalıştırdığı anlatılıyor. Disiplinli ve yapılandırılmış bir müzik çalışmasının, başta görsel, işitsel ve motor merkezler olmak üzere tüm beyin fonksiyonlarını güçlendirdiği ve bu gücün başka faaliyetlere uygulanabildiği belirtiliyor.

Enstrüman çalanlar, hem akademik hem de sosyal ortamlarda sorunlara daha etkin ve yaratıcı çözümler getirebiliyor. Bu kişilerin planlama, strateji geliştirme ve tüm boyutları ele alma gibi birbiriyle bağlantılı işleri kapsayan “yönetme fonksiyonları” daha yüksek oluyor. Hafıza işlevleri de gelişiyor.

Lina’ya olan aşkı, “kimsenin görmediği hedefleri tutturan” bir dahi olan Einstein’ın mesleki çalışmalarına etki etmişse de; enstrüman çalmanın faydaları, kuşkusuz sadece bilimsel atılımlar yapma veya virtüöz olma beklentisi içindekiler değil, herkes için geçerli.

* Gösterim tarih ve saatleri hakkında http://www.natgeotv.com/tr adresinden bilgi alabilirsiniz.