Jan (Devletoğlu) Ağabey, 73 yaşında. Yıllarca Londra'da Sabah ve Yeni Asır'ın büro şefliğini yapan ödüllü bir gazeteci. Birkaç yıl önce yazdığı 'İyi Kötü Ermeni' kitabı her iki cephede de yankılar uyandırmıştı. Özellikle diyasporadaki bir yobaz Ermeni onu fazla Türk bulup azarlarken, buradaki yobazlar da Ermeni diye dudak bükmüştü. Çocukluğumuzda kardeşim ve ben Londra bürosunda vakit geçirir, Jan ağabeyden hep güler yüz görürdük. Birçok şeyi danışır, ondan yardım isterdik. Kendisini çok severiz.

Bu kadar iyi bir insanın bile mutlaka birçok eksi yanı vardır herhalde ama benim bildiğim sadece bir tane, o da 'tekno-fobi'. Onu iPhone'a (iPhone 5) geçirinceye kadar göbeğimiz çatladı ama daha sonraki yıllarda telefonunu değiştirmeyi bir türlü kabul ettiremedik.
Telefonu eskidikçe yeni yazılımlara pili dayanmaz oldu. Yeni iPhoneların birçok yeniliği onun telefonunda uygulanamadı. Üstelik ekranın küçük olması gözlerini de yoruyordu. Değiştirmek istedik. Gözlerini kısarak zor görebildiği halde 'Olmaz değiştirmem. Gerek yok. İşimi görüyor' deyip içinden çıktı.
Babam da dahil bizler ise telefon teknolojisini iyi takip ettiğimiz için onunla mesajlaşmak Kızılderili-beyaz adam iletişimine dönüştü.
Bazen, 'Yahu gönderdiğiniz mesaj buraya şifre gibi geldi. Ne demek istiyorsunuz?' diye sinirlendi. Bazen de bizim gönderdiğimiz emojilerin anlamını bir türlü kavrayamadı.
Soruyordu sürekli...
-Bu alkış işareti de ne?
-Jan abi işte yani iyi iş yapmışsın diye seni alkışlıyordum.
-Bu iyi göremediğim kırmızı yanaklı adam ne halt ediyor? Ne demek istiyorsunuz?
-Abicim sana 'sevindim' demek istedim.
-Ya bu el sallayan oğlan kim? Neden bana el sallıyor.
-Jan abi... Sen boş ver onu. Bak şu emojileri senin klavyene yükleyelim sana hepsini anlatırım.
-İstemem, boş ver o zaman...
Derken bir baktık Jan Abi başka bir yöntem deniyor. Bizden aldığı emojileri kopyalayıp bize geri gönderiyor. Uygun olsa da olmasa da...
Jan abinin kulakları çınlasın istedim. Allah ona uzun ömürler versin de... Nereden daldık bu konuya? Emojilerden. Meğer emojileri de izleyenler varmış.
Matthew Rothenberg adlı bir uzman bir 'emoji tracker' yani izleme programıyla hangi dilde olursa olsun twitterda kullanılan bütün emojileri izliyor ve tasnif ediyor. Bu işe başladığı 2013 yılından beri 23 milyar tweet taramış. (WhatsApp, Facebook vs bu izleme-taramaya izin vermediği için çalışmasının temeline twitteri koymuş)
Sonuç: Tüm dillerde 1 numarada 'sevinç gözyaşları içinde yüz' 2 milyar kez kullanılmış.

Listenin gerisi ise: 2. Kalp 3. Değişim, dönüşüm 4. Kalp gözlerle gülen yüz 5. Değişik biçimli bir kalp 6. Haykırarak ağlayan yüz 7. Gülen gözler, mutlu yüz 8. Tatsız yüz 9. Çifte kalp ve 10. Öpücük gönderen yüz.
Bunların arasındaki sürpriz emoji, 3 numaralı değişim, dönüşüm. Bunu birçok uygulama 'paylaş' işareti olarak kullanmaya başlayınca anlamı değişmiş. Herkes 'paylaş' anlamında kullanmaya başlamış ve o da popülerlerin arasına girmiş. Özellikle Araplar duaları paylaşmak için kullanıyormuş.
Ya hiç popüler olmayıp itilip kakılanlar. Aslında 1 numarada imiş teleferik vagonu! Ancak liste açıklanır açıklanmaz bazı kullanıcılar o kadar acımışlar ki yerli yersiz defalarca kullanarak onu bu listeden kurtarmaya çalışmışlar ve hiç olmazsa sonunculuktan kurtarmışlar.


Böylece en istenmeyenlerin başına 'Büyük Latin harflerle yaz' emojisi geçmiş.


Zavallılar tablosu aşağıda.
1 numaraya zorla itilen 'Büyük Latin harflerle yaz'dan sonraki sıra şöyle: 2. Teleferik vagonu 3. Bu su içilmez. 4. Sembolleri kullan. 5. Küçük Latin harfleri ile yaz. 6. Latin harfleri. 7. Pasaport kontrolü 8. Dağa tırmanan teleferik 9. Çöp atmayın 10. Dağ treni.
Emojini sev ve koru...
Başınızı çok ağrıttı isem, babamın eski yazılarından Osman Efendi'nin Baş Ağrısı ile bitireyim:
Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır geçmez. Ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder. Ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendi'nin baş ağrısı artarak sürer. Baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır...
Osman Efendi, Uşak'ın ileri gelenlerindendir. Ağrıyı kesecek olana servet vaat eder. Doktorların hiçbirisi ağrıyı kesemediği gibi, sebebini de bulamaz. Baş ağrısından inleyen Osman Efendi'yi İstanbul'a götürmeye karar verirler.
İstanbul'da da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa, Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle de olmayınca, Osman Efendi bu kez de apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil, İsviçre moda. Zürih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır. Profesörler konsültasyon yapar, testler tekrarlanır... Sonuç: Osman Efendi'nin hastalığına bir teşhis konulamaz.
Artık yerinden kalkamayan Osman Efendi'ye ağrı kesici iğneler verilir, altmışlarını süren adamın ülkesine dönüp 'dinlenmesi', daha doğrusu son günlerini evinde geçirmesi tavsiye edilir.
Osman Efendi bitkin, aile perişan. 'Kader' denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır. Ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendi'nin emektar berberi çağrılır. Berber Mehmet, yataktan kalkamayan Osman Efendi'yi tıraş ederken, derdini dinler ve ölümü beklediğini öğrenir. 'Beyim' der, 'Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın?' Bir bakar ve 'Hah' der, 'İşte, kıl dönmüş'.
Osman Efendi'nin şaşkın bakışlarına aldırmadan, çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı, Osman Efendi'nin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet'i, Osman Efendi'nin elinden zor alırlar. Cımbızın ucunda tuttuğu kılla kapı dışarı ederler zavallı adamı.
Osman Efendi'nin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır. Yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır.
Ertesi sabah, Osman Efendi, aylardır ilk kez rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması da geçmiştir. Baş ağrısı da dinmiştir. Dönen kılın sinire yürüyüp, gittikçe uzayarak, dayanılmaz ıstıraba yol açtığını, doktorlar ancak o zaman anlarlar. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar.
Üniversite yıllarımda Robert Kolej'in berberi Haçik Efendi tıraş ederken, dudağımın üzerindeki siğili sordu. Ben de 'Birkaç dermatoloji uzmanına gittik, ama bir işe yaramadı' derken elindeki küçük bir şişeden bir damlayı siğilin üzerine dokundurmasıyla derim cazırdadı. Tepemden kezzap dökülmüş gibi yandığımı hissettim. Koltuktan fırladım ve avazım çıktığı kadar bağırıp, koridora çıkıp, acıyla tepindim. Ama bir süre sonra acı geçti. Birkaç hafta içerisinde de dudağımın üzerindeki kezzap krateri yok oldu. Yine de bir daha canımı yakmasın diye, Haçik'in berber koltuğuna destursuz hiç oturmadım.
O zaman yaşam deneyimimiz fazla olmadığı için, aşağıdaki derslerin hepsini alamamıştım. Şimdi olsaydı hepsine 'vallahi doğru' derdim. Kıssadan hisseler:
1. Berber Mehmet Efendilerin de fikirleri var, dinlemek gerek.
2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.
3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrır!
Baş ağrınız geçerse, haftaya...