Geçen hafta sonu Ankara'ya özel sebeplerle ailemle beraber bir seyahat yaptık. 24 Haziran seçimlerinden sadece bir hafta sonra olan bu yolculukta birçok gözlem yapma şansım da oldu. 6 yaşındaki oğlumun ilk Anıtkabir ziyareti sırasında hissettiklerim ise bu ülkenin harcının Atatürk olduğu gerçeğinin hiçbir koşulda değişmeyeceğine dair olan inancımın perçinleşmesi oldu. Sıradan bir günde binlerce ziyaretçi Atatürk'ü ve devrim arkadaşlarını saygıyla anıyordu. Ziyaretçiler arasında çok sayıda yabancı ülkelerden insanlar vardı. Onlar da çocuklarına Atatürk'ü anlatma çabası içerisindeydiler. Ziyaretçiler arasında dikkatimi çeken bir başka gözlem ise türban takmış yüzlerce ziyaretçinin aileleri ile birlikte olağan bir tatil gününde ilgiyle müzeleri ve yapıtları incelemeleriydi. Bir yanda seçim sonuçlarıyla Atatürk'ün yok edileceğine dair yorum yapan insanlar, diğer yanda seçimleri belki de iktidarın kazanmasını sağlayan ve ilk işleri Atatürk'ü ziyaret etmek olan insanlar. Aslında birbirimizden çok da farkımız yok. Atatürk, bu ülkenin değişmez gerçeği. Hiçkimsenin ne gücü ne cesareti bu gerçeği değiştiremez.

Ankara'da siyasetin yıllarca merkezinde yer almış, aktif siyasette ülkeye önemli görevlerde hizmet etmiş bir büyüğümden duyduğum haber ise beni büyük şaşkınlık ve hayal kırıklığına uğrattı. Kendisi uzun süredir Halk TV'de düzenli konuk olarak düşüncelerini paylaşıyordu. Şu hani birçoğumuzun gerçek ve doğru haber alacağını umduğumuz haber kanalı. Seçim sonrası TV'den kendisine bir telefon gelmiş. Programda ne konuşacaksınız diye. Onun cevabı, sizin duymak istemeyeceğiniz şeyler söyleyeceğim şeklinde olmuş. Alınan seçim sonuçlarının CHP'de bir değişimi başlatması gerektiği düşüncesi olan eski siyasetçiye bu sözü üzerine ekranlar kapatılmış. Seçim sürecinde sürekli eleştirdiğimiz ve zaman zaman ti'ye aldığımız TRT, A Haber  anlayışından bu anlayışın ne farkı var? Anladım ki demokratlıkta birbirimizden aslında çok da farkımız yok. Ne kadar hayaller kursak da ülke için istediğimiz şeyleri ait olduğumuz topluluklarda bile değiştirmeye gücümüz de yok, cesaret edebilecek kişilere fırsat verenimiz de yok.

Bir perdelik tiyatro oyunlarının ilki Philotas trajedisidir. Bir Yunan kralının savaş çadırında geçer. Oyunun amacı gerçek kahramanın, kendini çoğunluğun yararına harcayan kişi olduğunu göstermektir. Kişi, kendini niçin çoğunluğun yararına harcar? Oyunun yazarı Lessing bu soruyu kesin olarak şu şekilde açıklar: 'Erdemli olduğu için'. Altıncı sahnede Philotas'ın ağzından da bunu duyurur. Kendini öldürmek için bir kılıç arayan kahraman 'Kılıç mı?... Tanrım, zavallı ben, zavallı ben. Şimdi farkına varıyorum ki kılıcım yok benim. Beni esir eden asker hepsini elimden aldı. Kılıcımın sapı altın olmasaydı onu bana bırakırdı belki. Ah uğursuz altın, sen, her zaman böyle, erdemin karşısına mı çıkacaksın?'

Evet, bir fark olmalı. Ülkeyi yönetmesini arzu ettiğimiz liderler yenildiklerinde bir fark yaratmalılar. Üstelik, onlardan beklediğimiz kılıçları ile kendilerini öldürmeleri de değil. Onlardan beklediğimiz tek şey altın kaplı koltuklarından vazgeçmeleri.