Türk basınında, 35 yıldan fazla süredir 'patron' olan Aydın Doğan, Enis Berberoğlu ve Yılmaz Özdil gazeteden gönderilmeden önce şöyle diyordu: "Her gün hükümeti eleştirmek gazetecilik değil. Ülkede siyaset dışında da bir sürü şey oluyor..."

Evet, Sayın Doğan'ın dile getirdiği görüş, belki "gazetecilik" faaliyetinin bir bölümü için haklı olabilir. Mesela "Dansın Sultanları"nın kazandığı başarıyı ya da Cüneyt Çakır'ın mükemmele yakın yönettiği dünya kupası maçı hakkında haber yapmaya kalktığımızda ya da Caretta Caretta'ların göçünün haber yapılması sırasında hükümeti eleştirmek, onlar üzerinden hükümete laf çakmak elbette gazetecilik değil ama diyelim Caretta Caretta'ların doğum için göçtüğü sahilleri otelleştirmeye kalktılar mı! İş değişip, tam tersine dönüşüyor. İktidara dokunmadığın zaman gazetecilik yapamıyorsun!
Özellikle gazetede bir köşe yazıyorsan, memlekete dair hangi konuda çalışırsan çalış, bir tarafından hükümete gelip dayanıyor cümleler. Kısaca söylersek: Elini nereye atsan hükümete çarpıyor. Foucault'un iktidar her yerde demesinden mütevellit iktidara zorunlu olarak dokunuluyor. Yoksa kim ister dünyanın en ileri demokrasisine sahip ülkede, tutuklu gazeteci olmayı?

Mesela haber yapmaya kalkıyoruz Bonzai'yi... Ne demeli? "Bugün Bonzai'den 3 genç daha öldü" desek yeterli mi? Bu bir gazetecilik faaliyeti mi? Yazmayalım mı yüce devletimizin tüm kurumlarının ve iktidarın tamamının uyuşturucu maddeye karşı verdiği yılmaz/ kutsal mücadeleyi? Şaka bir tarafa, "Bugün de Bonzai'den 3 genç öldü" desek bu habercilik olacak mı? Bu illetle ilgili alınmış koruyucu önleyici tedbirler nedir diye sormayacak mıyız? Konuyla ilgili kaç hastanemiz var diye bakmayacak mıyız? Tedavi parası olmayan yoksul çocukların durumunu Allah kayırsın yaklaşımını anlatmayacak mıyız? Sorduğumuz sorulara yanıt alamazsak hükümete "çakmayalım" diye susacak mıyız? Sağlık Bakanlığı'nın bile bir tanecik kamu spotu yokken bu konuyla ilgili; hatta koca memlekette Emniyet Genel Müdürlüğü'nün sadece "Şşşş, Cız! Sakın ha! Ölürsün" diyen kamu spotu dışında, kamuoyunu bilinçlendirici herhangi bir çalışma bulunmuyorsa; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın umurunda bile değilse bu konu (Geçtiğimiz aylarda ilgili bakanlığın madde kullanımı ile ilgili bir "araştırma" yaptırma gayreti içinde olduklarını, araştırma projesine dair iş ve işlemlerin 'hatalı'!! olduğu için ihalenin sonuçlanamadığını da duyulmadığımızı bu arada söyleyelim) ve en önemlisi  Yeşilay denilen kurumun yegâne meselesi alkollü içecekler ve sigara/ nargile iken Bonzai'den her gün ortalama 2 kişinin ölmesini nasıl ele alalım? Torbacıları mı konuşalım sürekli? Bu arada buraya bir not daha koyalım: Eski Başbakan yeni Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tüm ülkenin tüm kurumlarından daha fazla, canla başla/ şevkle mücadele etti uyuşturucuyla, son 10 ayda: haşhaşi diyerek! Onu da söylemeden geçmeyelim.

Ya da Aydın Doğan beyefendinin söylediği gibi hükümete çakmadan, tam diyeceğiz ki "üçüncü köprü süper! Üç de yetmez dört olsun, dört de yetmez yedi olsun..." diyemiyoruz. Aklımıza geliveriyor "yanlışlıkla"!!! kesilen yaklaşık 250bin ağaç. Tek oradaki ağaçlar olsa eyvallah yine güzel köprü, cici köprü diyelim ama sadece orada yok edilmedi ki ağaçlar! HES'ler uğruna kurumuş/ kuruyan dereler, ormanlar; Başkanlık Sarayı yapımı ayağına Ankara'nın ciğerleri olan Atatürk Orman Çiftliğinin altından girilip üstünden çıkılması, güzelim sahil/ tatil yörelerinde affedersin çişle söndürülebilecek yangınların nasıl oluyorsa hektar hektar alanları yakıp geçmesinin önüne geçilememesi, zeytinliklerin imara açılması... Geliyor işte aklımıza ne yapalım! Hükümete dokunmadan olmuyor, köprüden gelini geçiremiyoruz... Ve Gezi parkı geliyor aklımıza. 3 tane ağaç için başlayan, Tüm dünyanın gözü önünde döve döve öldürülen, arabayla ezilip öldürülen, gaz fişeği ile öldürülen, 2 metreden kafasına mermi sıkılarak öldürülen, 14 yaşında öldürülen, 20 yaşında öldürülen, oğlunu öldürdükleri için kahrolup öldürülen anne geliyor aklımıza! Abdocan'ın gülüşü geliyor... Yapamıyoruz Beyefendi. Değerli hükümetimizi eleştirmeden olmuyor. Bıraksalar dokunarak da eleştireceğiz ama bırakmıyorlar.

Eğitimle ilgili haber yapmaya kalksak mesela diyeceğiz ki "Çocuklarımız Dünya Matematik Olimpiyatlarında 1. oldu" olmadı "2. Oldu" olmadı "23. oldu..." falan ama öyle bir şey de yok ki, Efendim... Ee biz ne haberi yapacağız eğitimle ilgili? Şak diye karşımızda ÖSYM'nin yaptıkları çıkıyor ister istemez. Hani şu soru çalmaları falan... Soru çalmanın! Soruları çalamayan kişilerin aynı zaman da hayatlarını da çalmak olduğunu söylemeyelim mi? Bunu söylerken, skandal üzerine skandal yaratan adamı hala bir şekilde görevde tutan hükümeti eleştirmeyelim mi? Değerli hükümetimiz bu haltları yiyenlere hala "güveniyor" diye biz de mi güvenelim? Ya da eğitim haberi yapıyoruz diye, 4 artı 4 artı 4 saçmalığını, Bilal oğlanın, babasının izinden giderek, kızlı erkekli karma eğitim yerine dizayn etmeye çalıştığı, tek cinsiyetli okulları söylemeyelim mi? Bunlar laiklik ilkesine uygun mu diyelim? Laikliği tehdit altında görmeyen Kılıçdaroğlu gibi mi davranalım? TEOG sınavında herkesin, neredeyse muhtara ikametgah almak için giden koca koca kadın ve adamların bile imam hatip liselerine yerleştirilmesini yazmayalım mı? Ne diyelim şimdi? Kazakistan'da doktora jürilerinde yurt dışından bir hocanın bulunması zorunlu iken, Türkiye'de doktora jüri sınavlarına ödenek yokluğundan, il dışından hoca gelemiyor/ getirilemiyor olması gibi bir durum varken Türkiye'de yaşanan bilimsel gelişmelerden mi bahsedelim? Bilim adamı yetiştiriyor mu diyelim? Diyemiyoruz.

Müslüman Türkmenler Şii diye öldürülürken, Nakşibendi imamın Cumhurbaşkanı olmasını, Türkmenlerden pasaport istemesini haber olarak nasıl verelim?
Sağlıkta devrim yaptık dediklerinde, bir basit ultrason randevusunun Ankara'nın göbeğinde 4.5 ay sonraya verilmesini, devrim dedikleri şeyin aslında internetten randevu almak olduğunu söylemeyelim mi?  Dünyanın her tarafında en prestijli mesleklerinden biri olan tıp doktorluğunun evrensel yemininin bile değiştirilmesini haber yaparken bunu nasıl normal bir şeymiş gibi verelim?
Sayın Doğan kendince haklı. Koca bir servet değil, bizler gibi sıradan insanların rüyalarında bile göremeyecekleri kocaman kocaman servetler kaybetti, belki bundan sonra da kaybedecek... Bu nedenle de gazetelerindeki yazarlara bir hiza verme gayretinde olabilir ama daha önce söylemiştik yeniden söyleyelim:
Patron gazetecilere hiza verirse, çıkan şey artık bir gazete değil, olsa olsa broşür olur. Dolayısıyla açıkça söyleyebiliriz ki! Gazete ve broşür arasındaki temel fark patrondur.

Not: Herkesin yarın ki 30 Ağustos Zafer Bayramını kutlayacağım ama bu kadar kayıptan sonra vallahi içim el vermiyor.