100. kuruluş yıldönümünde Altay'a emeği geçmiş değerlere saygı ve vefa göstermek seçilmiş olduğumuz yönetim kurulunun sportif ve idari başarı ile birlikte en büyük hedeflerindendi. Bu doğrultuda daha önce yapmış olduğumuz Orhan Cura ziyareti, fuarda Ayfer Elmastaşoğlu ve Tahir Karapınar söyleşileri sonrasında Sosyal Komite olarak hafta içinde Ali Rıza Şenol'u Kulüp Başkanımız Niyazi Konuşmaz ile birlikte evinde ziyaret ettik. Büyük Altay'ın, adı gibi büyük oynadığı dönemlerde formasını giyen, kaptanlık bandını taşıyan, uzun süre Altyapı Genel Koordinatörü olarak emek veren Ali Rıza Şenol kulübümüze tam 50 yıl emek vermiş. 1967'de Türkiye Kupası'nı kazanan ekipte yer alan Ali Rıza Hoca'nın tıbbi durumuna rağmen bu maçla ilgili anılardaki heyecanını gözlemlemek, onun hayatında bu maçın ne kadar ayrı bir yeri olduğunu hissettirdi. Hocamız geçirdiği üzücü kaza öncesi; bir röportajda "Altay'da edindiğim en önemli deneyim, başarılı olmak, ayakta kalmak için daima çalışmanın şart olduğudur. Ekonomik olarak hiçbir dönem, diğer kulüpler kadar rahat olamadık. Bizi bugünlere getiren, Büyük Altay denilmesini sağlayan en önemli olay çalışmak ve üretmektir. Bu yüzden altyapı bizim can damarımız. Hem takım kurmak, hem Türk futboluna oyuncu kazandırmak için yaz-kış demeden futbolcu aramalı, bulmalı ve yetiştirmeliyiz. Başka yolu yok" şeklinde; belki de kulüp duvarlarına asılması hatta kazınması gereken bir saptama yapmıştı.

O günkü ziyarette bize eşlik eden, ara veren Altay Dergisini yeniden canlandırmaya büyük çaba gösteren, İzmir'de gazetecilik mesleğinin en önemli isimlerinden biri olan Süleyman Alasya çektiği fotoğrafları bizlerle paylaşırken ek olarak Ali Rıza Hoca'nın futbolculuk döneminde çekilmiş bir fotoğrafını paylaştı. Benim gibi, sosyal medyada paylaştığımda fotoğraf birçok Altaylı'da büyük bir heyecan ve duygulanım oluşturdu. Öncelikle duayen gazeteciye bu paylaşımı için şükranlarımı sunuyorum. Bu heyecanı oluşturan formadaki arma detayıydı. Daha önce benim ve birçok Altaylı'nın görmediği bir arma Ali Rıza Şenol'un göğsündeydi. Türk Bayrağı ile iç içe geçmiş armanın anlamını ben de dahil birçok kişi bilmiyordu. Neyse ki bazı dostlarımız bunun bir önceki sezon Türkiye Kupası ya da Lig Şampiyonluğunu kazanmış takımın ay-yıldızımızı göğsünde taşıma hakkıyla ilişkili olduğunu paylaştılar.

Altay ile ilgili tüm belgeleri takip etmeye gayret eden biri olarak bu hafta cehaletim bununla sınırlı kalmadı. Hafta içinde oynanan Altınordu maçı öncesinde Altay'a aşık olduğunu söyleyen biri için bilmesi gereken önemli bir tarihi olayı bilmediğimi öğrenip yüzüm kızardı. Her ne kadar bilmemek değil öğrenmemek ayıp olsa da, bu ayıbın bir parçasının da Altay tarihini bizlere öğretilmesinde yaşanılan eksikliklere bağlı olduğunu söyleyebilirim.

Altınordu'nun Göztepe ile birlikte Altay'ın içinden kurulan bir diğer takım olduğunu biliyordum. Bilmediklerim ise 1920'li yıllarda Altay'da bir gelenek olarak kravat takmak, kıyafetin düzgün olması isteniyor olması. Kulüp çevrelerince kravat takmayan ve kıyafeti düzgün olmayan yönetici ve sporcular hoş karşılanmamaktaymışlar. Fotoğraf çekileceği bir gün takım kaptanı Hamit ve birkaç arkadaşının kravatsız olmaları sebebiyle bu kişiler ile yönetim arasında bir gerginlik yaşanmış. Bu olayın üzerine Altay'ın kurucuları Altay'ı temsilen Genel Kaptan olan Edip Bey'den kulübü temsilen Ankara'da bir konuşma yapmasını istemişler. Konuşma yapmak için Edip Bey'in seçilmesi, kaptan Hamit'i gücendirmiş ve İzmir'e dönünce Altay'dan ayrılarak Altınordu Spor Kulübü'nü kurmuş. Altay içerikli tüm resmi toplantılara kravat takarak gitmeyi prensip edinmiş biri olarak şunu gördüm. O günlerde yaşıyor olsaymışım benim yerim yine Altay olacakmış. Böyle bir geleneğin devam eden temsilcilerinden biri olmaktan gurur duydum.

Daha önce bazı yazılarımda da ifade etmeye çalıştığım gibi Altay Kulübünün 100. yılda en büyük ihtiyaçlarından biri kendi tarihini bilmektir. Çünkü bugün muhtaç olmaya başladığı gücü, tarihin gerçeklerinde bulabilir. Bu sebeple Mustafa Çakallı'nın projelendirdiği belgesel çalışmasına, Sayın Orhan Adalı'nın ve Fehim Kuruloğlu'nun Osmanlıca arşivlerden yaptıkları çalışmaları bizlerle paylaşmasını sağlayacak maddi ve manevi desteğin bir an önce camia ve şehrin ileri gelenlerince sağlanmasının Altayımız'a en büyük hizmetlerden biri olacağına inanıyorum.