İnsanların 31 Aralık günü gece 12 den sonra bir şeylerin değişeceğine inanmaları için elimizde sağlam kanıtlar olmamasına rağmen böyle bir tabunun varlığını sürdürmesi bana her zaman ilgi çekici gelmiştir. Gerçi bu noktada 1 ocak gününden itibaren her şey daha iyi olacak türünden iyi niyetle yapılan dileklerin dışında yine de herkesin aklının bir köşesinde  geldiği varsayılan  yeni bir yılın kendileri için  daha  iyi bir yıl olacağı umudunu taşımaları  bazı değerlendirmeler yapmayı hak edecek boyutlarda popüler gözüküyor. Sıradan insan hayatları hangi açıdan bakarsanız bakın önce varsayımlara dayanır ve sonrasında beklentiler oluşur ve insanlar böylece beklemeye başlar. Yeterince uzun beklerlerse gerçekten bazı  şeyler gerçekleşir, örneğin yaklaşık 25-30 bin gün beklerlerse önce hastalanırlar sonra da ölürler ancak bu iç karartıcı  giriş can sıkıcı gözükse de  en etkileyici  varsayımlardan  biri olduğunu kabul etmeliyiz.

“Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diye bir söz vardır, belki de bu yüzden bir şeyin yeni olması daima ilgi çekici gözükür. Yeni bir yıl da bu kapsam içinde ele alınabilir ve tam bu noktada gerçekten yeni bir yıldan mı  yoksa sadece akıp giden bir zaman diliminden mi söz etmek gerekir? diye bir soru sormak anlamlı olabilir. İrlandalı yazar James Joyce “ Ne geçmiş vardır ne de gelecek, sadece sonsuz bir şimdi vardır” demişti. Bu sözü okuduğumdan beri  anlamlandırma eğiliminde oldum ve bu açıdan hissedebildiğim tek gerçeğin benim için tarihlerden çok sadece havanın kararması ya da aydınlanmasının yanında  mevsimlere bağlı olarak  soğuması veya sıcaklığın artması olduğunu söylemeliyim. Yani benim için 31 Aralık diye bir ifadenin ya da bir tanımlamanın yenilik  açısından bir anlamı yok, ve öyle bir günün adına ne derseniz deyin ister yılın sonu veya başı olsun, yaşadığım yerde bu zaman diliminde dünyanın başka bir köşesinde denize girip güneşlendiğim zamanları da hatırlıyor olsam da genellikle hava soğuk oluyor.

Bununla birlikte bir zamanın geçtiğini nasıl algılarsınız?. Örneğin o anda aynaya baksanız bile aynada  gördüğünüz kişi sizin yine de az önceki halinizdir, çünkü aynadaki görüntünün zihninizde tanımlanması bir zaman alır. Öyle ise gördüğünüz eski bir bendir. Bunun dışında çocukların büyüdüklerini görmek, daha önce çekilen fotoğraflarınıza ya da  saatlere bakmak, eski tarihsel kalıntılara bakmak size  bu duyguyu verir mi? Elbette çok örnek verilebilir ama zamanın geçtiğini azar azar anlamak bir bakıma  azar azar da yok olmak değil midir.? Hiç kuşkusuz, öyle olsun, ya da yeni yıl diyelim yine de ne fark  eder diyebilirsiniz ve öyle dediğinizde gerçekten de hiçbir şey fark etmezdi. Hatta bırakalım insanlar yeni bir zaman diliminde olduklarını sansınlar ya da  sonrasın da  bir şeylerin değişeceğini sanarak yaşasınlar diyebilirsiniz ama  kötümserlik ile gerçekçiliği ayırmak bazen ne kadar zorsa; olumlu düşünmek ile kendini kandırmak da  o kadar birbirinin içine geçmiş  iki olgudur. Hangisini tercih edeceğiniz tamamen sizin kişiliğinize ve hayal gücünüze ya da düşünme biçiminize bağlıdır ama daha önemli saydığım bir nokta vardır ki o da kişinin bir şekilde kendisini iyi hissetmesidir. Bazen kendinizi kandırmak pahasına da olsa insanın hayallerinin elinden alınması bana hüzünlü geldiği için bunu genellikle görmezden gelme eğiliminde olduğumu belirtmeliyim. Dolayısı ile yaşamak dediğimiz şey ile var olmak  iki ayrı kavram olarak ele alınabilirse, yaşamak da mutlu anların toplamından oluşur diye bir tanımlama yapabiliriz  ki bu oldukça akla yakın bir ifade olurdu. Bu durumda geçen zaman içinde yani  var olmaktan yaşamaya doğru giden süreç içinde aslında bedensel olarak yok olurken zihinsel anlamda hep var olabilme savaşının izlerini sürebilirsiniz.

İşte ortalama insan hayatının özeti budur. Zamanın geçtiğini hissetmenin acı verici olmasına karşı geçen zamanın içinde bir noktayı işaretleyip de, bundan sonrası senin için daha güzel anların toplamından olacak demek bu inanlara zamanın geçmesine yönelik tüm sıkıntılarını unutturabildiği için anlamlı geliyor olabilir ama hiçbir şey durup dururken değişmez ve her şeyin bir öncesi olduğu yani  tez ve antitezin bir sentezi oluşturduğu bir evrende geçen zaman içinde yapılan her şeyin gelecek zaman içinde bir karşılığı olduğu unutulur. Üstelik olan biten her şeyin  doğru veya yanlış olduğunu bilemezsiniz, iyi veya kötünün tam olarak ne olduğunu bilemediğiniz gibi. Ayrıca bugün evrende bizi mutlu eden birçok şeyin gerisinde kötülük sanılan şeylerin olduğu gerçeğinin ayırdında  olmak tuhaf bir duygudur. Yanlışlıklar ve tüm hatalar sizi hatta insanlığı bugünkü noktaya taşımıştır. Hatta öyle ki bugün birlikte hülyalara daldığınız sevgiliniz bile ikinizin de geçmişte verdiği yanlış gözüken kararların sonucudur.  Öyle ise bir yazarın dediği gibi verdiğiniz her karar yanlıştır ve her karar da Pascal’ın dediği gibi bir vazgeçiş olarak görülmelidir ve devamında geçmiş bir zaman diliminde verdiğiniz kararların yanlış olması olasılığı çok fazla ise , gelecek yeni yıl denilen başka bir zaman diliminde  bu kadar yanlış kararlar vermiş kişiler olarak nasıl olur da vereceğimiz tüm kararlar doğru olabileceğini sanabiliriz?

Düşünmek önemlidir, ama zor iştir ve o yüzden düşünmeyi bir noktada bırakır ve bir karara varırız, daha ötesine gitmeye cesaret edemeyiz, eğer etseydik belki de kendimizi çok kötü hissedebilirdik.Öyle ki biraz daha düşünmek çok faydalı olabilirdi ama çok kötü de olabilirdi, öte yandan düşünmek  insanı çok yarar ve gerçekten detaylı bir şekilde düşünen insanın mutlu olabilme şansı azalır. Çok derin düşünürseniz insanın neden ortalama 25-30 bin gün yaşayıp acılar içinde yok olduğu gerçeği size çok saçma gelebilir, ilahi ve gizemli bir şeyler olduğuna yönelik iddialar dışında bu soruya kesinlikle net bir cevap da bulamazsınız.Belki herşey bu yüzden bir inanç sorunudur. Aşka inanmak, Tanrıya inanmak gibi var olan ya da olmayan her şeye inanmak gibi ve sonucunda 31 Aralık günü gece yarısı saat 12 den sonra her şeyin başka olacağına inanmak gibi…

Hayatınızı bir inanç sorunu olmaktan çıkarmaya yönelik çabalar bu yüzden çok zor hatta olanaksız gözükür, çünkü inanmak hayata bir anlam kazandırma çabasından başka bir şey değildir. Her zaman bir şeye inanma eğilimi içinde olmak insanın genetik yapısında olan bir şeydir.Bu enada hayal gücü ve merak akla hükmeder, ama yaşanmışlıklar ve umut içinde olmak sizi ayakta tutar, hayatın rutin akışına karşı güzel ve tatmin edici anların da yaşanabileceği duygusu her zaman  varlığını sürdürür.Çünkü hiçbirimiz salt gerçeklerle yüz yüze gelmeye hazır değilizdir ve bu yüzden her zaman başka bir dünya vardır ,başka aşklar , başka anlar başka deneyimler ve bilmediğimiz başka güzelliklerin var olduğuna inanırız ve  onların bizi beklediğini varsayarak  bu şekilde oyalanırız; ta ki  o güzelliklerin ve  sonun  bizi beklediği yerde buluşana kadar.