Sevgili okuyucularım, istatistik kelimesi, sözlüğe bakacak olursanız, "vergi, yargı, sanayi ve tarım üretimleri, nüfus, hastalık vb. gibi belli alanlardaki bilgileri, olguları, bir sonuç çıkarmak ereğiyle, yöntemli bir biçimde toplayıp sayılar halinde gösterme işi" olarak tanımlanır. Bu bilimsel tanımı. Benim anladığım esprili şekliyle "İstatistik bir kişi tavuk yiyip, diğeri hiç yemediği halde, adam başına yarım tavuk düştüğünü gösteren bir bilgidir". Siz hiç tavuk yememiş olsanız da istatistik sizin hakkınıza yarım tavuk düştüğünü söylüyor ama yiyip yemediğinizle ilgilenmiyor. Ekonomide verilen rakamları da bu tanıma daha yakın buluyorum.

***

Dünyanın en büyük ilk 20 ekonomisi içindeyiz. Ama istatistik bize dış borcumuzun her yıl daha da arttığını söylemiyor. Büyümemiz ithalata bağlı. İşsizlik oranları %10 civarında görünüyor. Ama istatistik bunu yaparken aynı ailenin kendi işinde çalışanları, çalışmayan ev hanımlarıyla ilgilenmiyor. Kayıt dışı kaçak çalışanları da bu değerlendirme söylemiyor. Enflasyon rakamları 2 basamağa çıktı %10'ların biraz üstü. Enflasyon değerlendirmesinde pakete konulan günlük hayatta pek kullanmadığımız ürünler de var. Ancak istatistik bizim geçimimizi ilgilendiren mutfak giderlerimizdeki artışı, elektrik, yakacak vs. temel giderlerimizdeki zamlarla gelen inanılmaz artışları da söylemiyor. Fert başına düşen milli gelir 10.000 dolardan 9.800'e geriledi. Nüfusumuzun ne kadarı yıllık bu parayı görüyor? Asgari ücretle geçinen nüfusun eline geçen yıllık 4800 dolar etmiyor. Halkımızın büyük çoğunluğunun geliri maalesef yoksulluk sınırı altında.

***

Dünya geneline şöyle bir baktığımızda zenginlik ülkelerin yaşı ile ilgili değil. Örneğin Hindistan, Mısır gibi ülkeler 2000 yıldan fazla tarihleri var ama bireyleri fakir ülkeler. Öte yandan Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda gibi geçmişleri 150 seneyi bulmayan ülkeler kalkınmış ve zengin ülkeler. Doğal kaynakları olup olmaması da zenginliği etkilemiyor. Örneğin Japonya dapdaracık adalara sıkışmış % 80 arazisi tarıma uygun değil ama dev gibi yüzer fabrikaları ile dışarıdan ham madde ithal edip, mamul madde satıyor ve dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip. Diğer bir ülke İsviçre. İklim 4 ay tarıma elverişli. Hiç kakao yetiştirmiyor ama ürettikleri sütü katıp dünyanın bir numaralı çikolata üreticisi olmayı başarmış. Singapur, minnacık bir ada ne tarım ne üretim var ama ticaret ve liman kenti olarak dünyanın en zengin ülkeleri arasında.

***

Zengin ve fakir ülkelerin yöneticilerini karşılaştırırsak çok büyük fark bulamayız. Irk ve deri rengi de önemli değil, ülkelerinde tembel olarak tanınan işçiler en zengin ülkelerin ana üretici gücü. O zaman şöyle bir soru akla geliyor, "Fark nerede?" Bunun sebebi eğitim, kültür ve içlerine işlenen bakış açılarında. Şu prensiplere kalben inanıyorlar:

1.     Temel ahlaki kurallar
2.     Dürüstlük
3.     Sorumluluk
4.     Kanun ve kurallara saygı
5.     Başkalarının hakkına saygı
6.     Çalışkanlık
7.     Tasarruf ve yatırıma inanç
8.     İrade
9.     Dakiklik

Eğer bir toplum fakirleşiyorsa bu prensiplere sahip olmadığı içindir. Tüm bunların ortaya çıkmasında da esas olan ise eğitim. "Bir ülkeyi çökertmek istiyorsanız, atom bombasına gerek yok, eğitim sistemini çökertin yeter" deniyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?