Gezi, Validebağ, Yırca gibi direniş alanlarının ve hayatın soluğunu bize taşıyan videoaktivist, belgeselci ve fotoğrafçı Hakan Tosun'un 'Hayat Var' fotoğraf sergisi Tarihi Havagazı'nda açıldı. Hakan Tosun, 'Bulunduğum alanlar genelde şiddeti, mücadeleyi içinde barındırıyor. Oralarda yaşam savunucuları olarak amacımızın, var olan hayatı da devam ettirmek olduğunu gördüm. Bu sergide de direniş alanlarındaki yaşamları göstermek istedim. Direniş ve yaşam iç içe geçmiş iki kelime, serginin adı da böyle ortaya çıktı' dedi

Türkiye'de 2013 yılında yaşanan ve tarihimizde mihenk taşı olan Gezi ve sonrasındaki direnişleri, toplumsal olayları yansıtan, direnişin ve yaşamın konu alındığı 'Hayat Var' adlı fotoğraf sergisi, Tarihi Havagazı Fabrikası Sergi Salonu'nda açıldı. Sergi, 30 Haziran'a kadar devam edecek.
Gezi ve sonrasındaki toplumsal olaylarda gördüklerini fotoğrafladığını söyleyen ve 'Hayat Var' adıyla sergileyen Fotoğrafçı ve Video Aktivist Hakan Tosun ile Gezi'yi ve sonrasını, toplumsal olaylarla birlikte sosyal medyada yükselişe geçen video ve fotoğrafçılığın önemini, direnişlerde yaşadıklarını, toplumsal olayların ruhunu ve süreç içerisinde karşılaştığı sorunları konuştuk. 

*'Hayat Var', ilk fotoğraf serginiz oldu. Ancak sizi daha çok yaşam savunucusu olarak çektiğiniz belgeseller ve video aktivist olarak tanıyoruz. Serginizin ismi ile bu yaşam biçiminiz arasındaki bağ var mı?

2009 yılında, kaybolan doğal tohumları saklamak ve devamlılığını sağlamak için çalışan abinin çatısındaki bahçeyle ilgili olan 'Tohum' belgeseliyle alana girdim. 2010 yılında tekel işçilerinin çadır eylemine gidip, son 10 günlerini çektim. 2011 yılında Anadolu'da HES'lerle ilgili başlayan mücadeleyi çektim. 2011 yılında Ankara'ya doğru 7 kervan olarak başlanan ve 40 gün süren Büyük Anadolu Yürüyüşü'nü çektim. Sonrasında Gezi'ye kadar uzanan sürecin başlangıçlarından olan kentsel dönüşüm belgeselini çektim ve hâlâ sürdürüyorum. Bulunduğum alanlar genelde şiddeti, mücadeleyi içinde barındırıyor. O anda aslında yaşam savunucuları olarak amacımızın, var olan hayatı da devam ettirmek olduğunu gördüm. Bu sergide de direniş alanlarındaki yaşamları göstermek istedim. Habere konu olan ya da sosyal medyada yer alan görüntü ve fotoğraflarda eylemcinin yaralanması, şiddetin yoğun oluşu gibi durumlar insanların kafasında hep olumsuz bir intiba bırakıyor. Direniş ve yaşamı iç içe geçmiş iki kelime olarak düşündüğüm için o direniş alanlarında televizyonlara yansımayan yaşamı göstermek istedim. Bu sergi ismi de böyle ortaya çıkmış oldu.

*Direniş demişken 2009 yılından itibaren Türkiye'de mücadele olan her alanda yer aldınız. AKP iktidarıyla birlikte 2009 yılından sonra Anadolu'da başlayan ve bütün Türkiye'ye yayılan 'yaşam alanıma dokunma' çıkışı direnişleri başlattı. Bu direnişlerin başlama ve devam etme süreçlerinin de Gezi'nin yolunu açtığını söyleyebilir miyiz?

Öncelikle Gezi bir anda kendiliğinden olmuş bir hareket değildi. Birikim vardı. Birikim ise Anadolu'daki HES süreçleriyle başladı. Bu süreçlerde insanlar politikleşti. Bölgelerde yaşayan sade vatandaşların, köylülerin, muhafazakârların yani gündelik siyasetle ilgilenmeyen ama kalıpları olan ve o kalıplarıyla yaşam biçimine sahip olan insanların sürece dahil olma biçimiydi. O dönem vatandaş, 'Suyumu, toprağımı alırsanız, nerede ve nasıl yaşayacağım?' sorusunu soruyordu. Bu çelişki de yavaş yavaş bölgelerde toplantılara, davalara, eylemlere ve direnişe dönüştü. Doğrudan köylünün kendi isteğiyle başladı. Büyük Anadolu Yürüyüşü, kamuoyu oluşturması bakımından oldukça önemliydi. Kentlerde ise kentsel dönüşümle birlikte vatandaşın çelişkileri ortaya çıktı. Çünkü evlerine göz dikildi. 2012'de 'soylulaştırma'yla başlayan dönüşümü çekerken, 15 semt dolaştım. Vatandaşın evine göz dikildiği için, vatandaşın karşı bir duruş geliştirdiğini gördüm. İdeolojik, mezhepsel, demokrasi ile ilgili bir karşı çıkış olsaydı kaçabilirlerdi. Ancak bu durum doğrudan yaşam alanlarıyla ilgiliydi. İnsanlar, 'Ne yapacağız?' sorusunu sordu ve konuyla ilgili mimarlara, avukatlara giderek bilgi aldı. Yani yerelde başlayan mücadele, yavaş yavaş şehirlere yansımaya başladı. Bu süreç Gezi'nin altyapısını oluşturanlardan biriydi. Gezi, hem doğa hem de kent mücadelesidir.



*O süreçte devlet ilk üç gün direnişlere karşı hiçbir şey yapmadı ancak sonrasında ciddi bir şiddet kullandı ve bu direniş tersyüz edilerek, topluma başka biçimde anlatıldı. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Gezi'de polisin ne yapacağını bilememesi gibi bir durum vardı. Özellikle Anadolu'da da bu çok netti. Çünkü polis kodlanmıştır. Hırsız, terörist, kaçakçı ya da diğer suçluya nasıl müdahale edileceği bellidir. Ancak bu doğa ve kent mücadelesinde, polisin vatandaşa nasıl müdahale edeceğiyle ilgili bilgisi yoktu. Çünkü karşısındakileri o ana kadar görmedi.  Bir de insanların neden sokakta olduğunu da biliyor. Şirket, vatandaşın suyunun, toprağının önüne set çekiyor ve burası bana ait diyor. Vatandaş ise, 'Allah'ın suyunu nasıl satın alırsın?' diye sorunca kalıyorsun. İlk üç gün dünya, tarih, gelecek yani her şey durdu. AKP seçmeni diye bildiğimiz seçmen dahi durdu. Devlet üç gün sustu çünkü ne yapacağını bilmiyordu. Yaşamlarına sahip çıkan insanların bu kadar inatla karşısına çıkabileceklerini hesap edemedi. Marjinal denilenlerin ne kadar sıradan vatandaş olduğunu ve bir ağaç için şiddete nasıl göğüs gerdiğini gördü. Üç gün sonra kendine gelmeye başladı. Çözüm olarak da şafak baskınıyla çadırları yaktı. 28 Mayıs'ta başlayan süreç şafak baskını sonrası sokağa indi. Halk  mücadelesini çok meşru gördüğü için de direniş devam etti. Herkesi birleştirdiği için de bu kadar geniş yankı uyandırdı. İnsanları orada tutan haklı olma, meşruluk bilinciydi.

'Kentsel dönüşüm, 20 şehirde 7 milyon insanın yer değiştirmesi demek'

*İnsanların yaşam alanlarına saldırı olduğundan ve bu çelişkinin de direnişe yol açtığından söz ettiniz. Bu direniş süreçlerinin bu kadar yayılıp büyüyeceğini ve Gezi gibi bir mücadeleye dönüşeceğini öngördünüz mü?

Öngördüm. Tabii olaylar olduktan sonra biliyordum demek de sıkıntı. HES, kentsel dönüşüm, doğa ve yaşam eylemlerini takip ederken, halkın gerçek çelişkisinin farkında olduğunu gördüm. Kapı çalınıyor ve 'Evinizi boşaltın. Buraya bina dikeceğiz. Paranız yeterse daire alın yoksa da gidin' deniyor. Anadolu'da suyun önünü kesiyor ve HES yapıyor. Bu ikisinde de yaşam alanlarına zarar verileceği için halk tepki gösterdi. Bu olayları takip etme nedenim de aslında bundan kaynaklıydı. Çok büyük toplumsal tepkiler olacağını biliyordum. Ancak erken oldu. Sadece zaman konusunu öngöremedim. Ancak sürgün edilen insanların da isyan etmekten başka çaresi olmaz. Kentsel dönüşüm, ağırlık İstanbul'da olmak üzere 20 şehirde 7 milyon insanın yer değiştirmesi demek. Anadolu'da 2 bine yakın HES'ten bahsediyoruz. Bu kadar insanı etkileyen bir mücadele de ancak Gezi gibi olurdu. O da oldu zaten.

Gezi, ruh bıraktı

*İktidar bahsettiğiniz o ruhu sindirmek ya da yok etmek için Gezi'den sonra ciddi şiddet olaylarına başladı. Gezi'deki o ruh, hâlâ yaşıyor mu?

Gezi'de bir bilinç ve ruh oluştu. Devletle bir anlaşma yapılmadı. Bir ruh bıraktı ve azıcık silinmiş olsa da duruyor. Ancak bunu Yırca ve Validebağ'da gördük. Cerattepe, inanılmazdı. Gezi'nin ruhu Anadolu'dan geldi. Yerel direnişlerden aldığımız bu ruhu kolay kolay yitiremeyiz. Sinop Gerze'de dişe diş bir mücadele verildi. Bunları unutamayız. Gezi bütün ruhların birleştiği alandı. Gezi'ye bakıp, diğerlerini değerlendiremeyiz. Çünkü bu örgütlenme süreçlerinde vatandaş kendisi bilgilendi ve örgütlendi. Geleneksel süreçlerdeki gibi dışarıdan destekle olmadı. Köylü durumu anladı ve konuyla ilgili nasıl mücadele edecekleri konusunda bilgi sahibi oldu. Örgütlenmeden korkmadıklarını, örgütlü olmanın gücünü hissettiklerini gördük. 80 sonrası değişen ve apolitikleştiği söylenen sade vatandaş örgütlendi. Örgütlülük hâlâ devam ediyor. Bu dönem dönem değişiyor ama mücadele bitmiyor. İstendiğinde direnişe nasıl dönüleceğini Cerattepe gösterdi. 

*Toplum olarak genel tarihimize baktığımızda ciddi kirlilik içinde olduğumuzu düşünüyorum. Gezi olaylarıyla birlikte temizlenme, yenilenme sürecine mi girdik?

Uzun zaman önce bu sürece girdik. Bu ülkenin tarihinin, Osmanlı'nın hatta bin yıllık geçmişin bütün kirlerinin toplandığı bir çağdayız. Bu iktidar, bütün eski iktidarların kirlerinin tortusudur. Bu nedenle avantajlıyız çünkü ne ile mücadele ettiğimizin farkındayız. Çok ciddi bir gelenekten, tarihten bahsediyorum. Bu kadar büyük bir pislikten temizlenme de bir anda olmayacak. Her şeyiyle kirli bir tarihi bir anda temizleyemeyiz. Hâlâ akan bir pislikten temizlenme süreci başlayalı çok oldu ve Gezi de bunu görünür kıldı. Gezi yeni dünyayı gösterdi. Kolay olmayacak ama sürekli yenilenen ve değişen bir durum yaşıyoruz. Bunun için de zamana ihtiyacımız var. Biz yeni dünyayı gördük ve gördüğümüzü unutmadık. Hâlâ kafamızdaki o dünyada yaşamak için planlar yapıyor ve onu bekliyoruz.

*Bütün bu süreçlerde ana akım medya her zamanki gibi iktidarın yanında yer aldı. Bu da aslında yeni bir yayım alanı ortaya çıkardı. Direnişçiler, kendi yayınlarını özellikle sosyal medyayı aktif kullanarak sağladı. Siz de bir video aktivist olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Medyanın göstermediği alanlarda videonun etkisini Gezi'de gördük. Gezi habercilik anlamında videoların önde olduğu bir mücadele oldu. Büyük Anadolu Yürüyüşü 40 gün sürdü. Belgesel çekmek istedim. Ancak dönüşlerimde medya bunu haber yaparsa kamuoyuna yansıdığını fark ettim. Sonrasında da çektiklerimi kendime saklamak yerine kısa kısa videolar yapıp, internetten paylaşmaya başladım. Medyanın haber yapmasını beklemektense, kendi koşullarımızı yaratıp, kendi haberlerimizi yaparız mantığıyla hareket ettim. Gezi'de penguen belgeselleri gösterilirken, insanlar Gezi'yle ilgili haberleri bu videolardan almaya başladı. Video aktivizmiyle de Gezi kendini var etti. Bu da istendiği zaman kendi kanallarımızı kurabileceğimizi ve kendi sesimizi duyurabilecek başka yöntemler bulabileceğimizi gösterdi. Ondan sonra da bu iş düzenli olarak yapılmaya başlandı. Bir anlamda yurttaş haberciliği yaptık. Ancak yurttaş haberciliğinin devamlılığı yoktu ve video aktivizmde de devamlılık var. Bu da bir anlamda kimliğim oldu.

*Video aktivist, belgesel çekimleri derken fotoğrafçılığa geçiş yaptınız. Genelde bu tam tersi olurken sizde böyle oldu.

Yaptığım çekimlerin hepsinde sürekli bir hareket, kaçıp kovalama, şiddet vardı. Bu süreçlerde dört kez gözaltına alındım ve iki kez görüntülerim silindi. Ancak bu koşturmaca içinde yaptığım işlerde bir hikâyenin olduğunu ancak estetik olmadığını gördüm. Belgesel ve videolarımda çarpıcı karelerin olmadığını, fotoğraf kadrajlarının eksikliğini hissettim. Çünkü sürekli bir çekip kaçma durumu içindeydim. Belgesele aylarca zaman harcayacak zamanım yoktu. Fonlardan para almadığım için yaşamımı sürdürmem için de çalışmam gerekiyordu. Bu nedenle de hızlı olmak zorundaydım. Hikâyelerimde hep eksik kalan estetiği de fotoğrafla tamamlamış oldum. Sosyal medyada haber fotoğrafı olarak yayınladıklarımın dışında estetik fotoğraflar çekmeye yoğunlaştım. Çünkü olayı en iyi o şekilde anlatabilirsiniz. Bu sergiyle bu süreci tamamlamaya çalıştım.

*Sergi fikrinin ortaya çıkma sürecinin yanında özellikle İzmir'i seçmenizin bir nedeni var mı? 

2009'dan itibaren arkadaşlarımın kameralarını kullanıyordum. Gezi sürecinde de hem video hem de fotoğraf çeken bir makine denk geldi ve onunla çalıştım. Gezi patlayınca da videoyu işleyene kadar birkaç fotoğraf atayım diye sürece başladım. Temelinde yine sosyal medyada video paylaşmak istiyordum. Validebağ'da arkadaşlarımın ve ailemin desteğiyle ilk makinemi satın aldım. Validiebağ'da esas anların dışında foto çekeyim fikri oluşmaya başladı. Sosyal medya için çekmeye başladım. Sergi fikri son bir yılda oluştu. Serginin İzmir'de olması da tamamen hayatın yönlendirmesiyle oldu. Gezi boyunca 10 bin fotoğraf çektim ama elle tutulur fotoğraf 50 tane bile yoktu. Her şey zamanla gelişti. Zaten her şeyi sahada öğrendim. Çekmeye ve çektiklerimi görmeye başlayınca öğrenmeye başladığımı gördüm. Süreçte böyle ilerledi.

*Bundan sonraki projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

Videoya ve fotoğrafa devam edeceğim. Sonbahar gibi de İstanbul ve Ankara'da bir sergi açmak istiyorum. Yaz dolayısıyla insanların şehirlerden uzaklaşması nedeniyle sergilerimizi tatil beldelerinde açacağız. Sonbaharda da şehirlere döneceğiz. İstanbul'daki sergide ise fotoğrafın altında mutlaka fotoğrafın çekildiği alanlarda çekilen videolar olacak. Yani hem fotoğraf hem de video olacak.

Hakan Tosun kimdir?


Fotoğrafçı ve Video Aktivist Hakan Tosun, 1975 yılında İstanbul'da doğdu. Meslek hayatına 1993 yılında özel radyoların açılmasıyla birlikte teknik danışman olarak başladı. 1997 yılıyla İzmir'de yayın yapan SKY TV ve Ege'nin bölgesel kanalı Ege TV'de haber montaj operatörü olarak devam etti. 2001 yılı sonlarında Ege TV kanalındaki görevinden istifa edip tekrar İstanbul'a döndü. Çeşitli tiyatrolarda ve organizasyonlarda teknik danışman olarak görev aldı.