“Korku saçan kadınlar olan Amazonlar, Herakles olarak da bilinen Herkül’e karşı ve Truva Savaşı’nda Akhilleus’a karşı savaşmışlardı. Erkeklerden nefret ediyorlardı ve daha isabetli ok atabilmek için sağ göğüslerini kesiyorlardı.

Amerika kıtasını boydan boya geçen büyük nehre Amazon adını veren kişi İspanyol olan ilk istilacılardan olan Francisco de Orellano’dur. Doğduğu yere kadar bu nehirde seyahat eden ilk Avrupalı o oldu. İspanya’ya eksik bir gözle döndü ve emrindeki askerlerin, çıplak bir halde saldıran, vahşi hayvanlar gibi kükreyen ve canları sevişmek istediğinde bir erkeği kaçırıp bütün gece onu öpücüklere boğduktan sonra şafak vakti boğazlayarak öldüren savaşçı kadınların oklarıyla delik deşik edildiğini anlattı.
Ve hikayesine belli bir Yunan saygınlığı kazandırmak isteyen Orellana, onların Tanrıça Diana’nın hayranlığını kazanmış olan Amazonlar olduklarını söyledi ve yurtlarının bulunduğu nehre onların ismini koydu.

Asılar geçti, Amazonlarla ilgili başka hiçbir şey işitilmedi, ama nehrin ismi öyle kaldı.Böcek zehirleri,kimyasal gübreler,madenlerin cıvası ve teknelerin yakıtıyla her gün kirletilmesine rağmen nehir balıklar, kuşlar ve hikayeler yönünden dünyanın en zengin suları olmayı sürdürüyor.”

Uruguaylı gazeteci Eduardo Galeano’nun Aynalar isimli kitabında Amazonlardan böyle söz ediyor. Korku saçan Amazon kadınları kadar Hindistan’da kadınları  aşağılayan ve şiddet uygulayan  erkeklere karşı   adaleti sağlamaya çalışan bir başka kadın grubu var ki onlar kendilerine Gulabi Gang, yani Türkçesi ile  “ Pembe Çete” adını takmışlar. 2006 yılında liderleri Sampar Pal Devi tarafından kurulmuş bu Adalet Çetesi, Hindistan’ın en yoksul 200 yerleşiminden biri olan Banda’da feodal yapı içinde erkek egemen topluluklarda çok yaygın olan aile içi ve cinsel şiddete karşı kadınların haklarını savunmak için mücadele ediyorlar. Bu savunma nasıl oluyor derseniz, mağdurlar önce bu örgüte başvuruyorlar, bunun üzerine onlar da gidip kadının şiddet gösteren eşleriyle konuşmaya gidiyorlar, yani adaleti sağlamadan öce adet olduğu üzere bir anlaşma zemini arıyorlar   ancak  bir sonuç alamazlarsa bu kez belki de çoğu kadının hayalini gerçekleştirerek bu sefil kocaları bambu sopaları ile bir güzel dayak atıyorlar. İş bununla kalsa iyi, eğer polis ola ki  eşlerini bu şekilde teciz eden kocaları serbest bırakırsa gidip onlara da sopalarıyla dövüyorlar. Doğrusunu isterseniz   böyle rezilliklere göz yumanların ise bir bakıma asıl şuçlular kadar hatta daha fazla suçlu oldukları çok açıktır.


Bir süre polisler tarafından “Militan Maoistler” adlandırılan bu çete üyeleri kendilerini doğal olarak yasalara karşı gelen bir çete gibi görüyorlar, onlar Adalet dağıtan bir çete. Ancak adalet kavramı diğer değişkenleri göz ardı ederseniz tek başına bir anlam ifade etmez  ve onlar  sadece dayak atarak adaleti sağlamanın sürekli olmayacağını da biliyorlar. Bu doğrultuda örneğin, çocuk evliliklerine karşı mücadele ederken kız çocuklarının eğitim hakkının sağlanmasının yanı sıra, açtıkları kurslarla onları destekliyorlar ve kapı kapı dolaşıp onların sorunlarını dinliyorlar. Başka örnekler de var. Yoksulluk sınırının altındaki insanlara tahılları dağıtmayan memurun ofisini basarak traktörlerle dağıtımını yapmak gibi,  nüfus kağıdı olmadığı için yaşlılık maaşı alamayanlara ödeme yapılmasını sağlamak gibi, kesilen elektriklerini rüşvet almadan açmayan görevlilere  zorla açtırmak gibi  eylemler sayılabilir. Gulabi Gang tecavüze karşı ise Yeni Delhi’nin en kalabalık yerlerinden birinde dans ederlerken bu konuda düşüncelerini de şöyle açıklıyorlar;  “Tecavüzcülerin idam edilmesine karşıyız, bizce hadım edilmeliler. Ayrıca alınlarına ben bir tecavüzcüyüm diye kazınmalı. Biz şiddeti asla savunmuyoruz, ama Hindistan'da tek yol bu.”


Gulabi Gang ,  kadınları ekonomik açıdan bağımsız olmaları için teşvik ederken, kadınların yaşadıkları sefil ortamlardan kurtulmalarını sağlamak için büyük bir savaş veriyorlar ancak tüm  büyük bir dayanışma içindeler  ve bu amaçla onları sömürmeye yönelik her eylemin karşısında  savaşını inatla sürdürüyorlar.
 Gulabi Gang” çok köklü bir geçmişe sahip değil ancak bugüne kadar adından kendini çok söz ettirmiş durumda. Çetenin kurucusu Sampat, “Beni öldürmeye, tutuklamaya, aşağılamaya ve susturmaya çalıştılar ama işler kadınlar için düzelmedikçe pes etmeyeceğim.” diyor.

Gulabi Gang üyeleri Amazon kadınları gibi erkeklerden nefret etmiyorlar ama onlar kadınlara cinsel taciz ve şiddet uygulayan ve onları insani ve sosyal haklarından mahrum etmek isteyen erkeklerden sadece nefret etmek yerine insiyatif alarak belki de bu topraklarda ilahi adalet denilen bir şeyi gerçekleştiriyorlar.Çünkü her şey bekleyenin ayağına gelir, gelir ama geç gelir diye bilinen özdeyişte olduğu gibi bu kadınlar geç gelen bir adaletin de adalet olmadığının bilincindeler.

Geçmişe dönerek başlangıçları değiştirme şansımızın olmasını ne kadar fantastik olurdu ancak madem bu mümkün değil, bizler de bugün durduğumuz noktada koşulları adil bir şekilde değerlendirerek bizleri bekleyen geleceği  değiştirebilme şansına hala sahibiz. Amazon kadınları gibi sadece nefretle değil ama tüm olumsuzluklara rağmen uzlaşma arayan Gulabi gang Çetesi kadınları gibi.

“Ancak bu dünyada adaleti bulamazsınız, adalet ancak gelecek yaşamda ve  bu dünyada sadece kanunlar var” diyen William Gaddis’in bu oldukça dikkate değer sözlerine karşı bu pembe çete ise adaletin sadece beklemekle gerçekleşmeyeceğini, gerektiğinde ellerindeki bambu sopalarını kullanarak  adaletin gelmesinin bir parça da olsa hızlandırılması gerektiğini vurguluyorlar.Liderleri Sampal Par Devi gibi onurlu kadınlar , hiçbir zaman sahip olmadıkları ve olamayacakları şeylerin hayali ile karanlıklarda yaşamayı sürdüren diğerlerine  karşı cesur bir yürek olarak daima hatırlanacaktır.