"Yine yol göründü gurbete
Güz geldi yapraklar döküldü
Martılar göç etti turnalar süzüldü
Yine yol göründü gurbete

Köyüme kara kış çökse de
Aşıklar boynunu bükse de
Desen ki nazlı yar insafa gelse de
Yine yol göründü gurbete

Acı keder hep bana
Kardeş, bacı, ana, baba
Benim olsa bütün dünya yetmez ki

Derdimi kimlere söyleyim?
Ben garip Barış'ım neyleyim?
Anadan babadan yuvadan uzakta
Yine yol göründü gurbete..."

Sevgili Barış Manço'nun bu güzel şarkısı, küçük Çınar'a annesinin söyleyerek armağan ettiği, Çınar için anlamı ve değeri dünyalara bedel olan bir şarkı!
Çınar'ın bir hayali var... Tıpkı annesi gibi, o da "Geleceğin Müzisyenleri" yarışmasını kazanmak istiyor. Böylelikle çok küçük yaşta kaybettiği annesine daha da yakınlaşacağına inanıyor. Bu uğurda, okulundaki müzik grubunda, son derece kendini beğenmiş solistlerinin tüm kaprislerini de göze alarak, gitarist olarak yer alıp yarışmaya katılabilmek için, elinden geleni yapıyor.  
Ne var ki, mimar babasının ortağı babasını dolandırıp, şirketlerini batırınca, İstanbul'daki evlerini, eşyalarını, her şeylerini kaybediyorlar ve babalarının Muğla'daki köyüne taşınmak zorunda kalıyorlar.
Böylece ailecek hayatlarında yepyeni bir sayfa açılıyor. İstanbul'da yaşadıkları hayata göre imkanların çok daha kısıtlı... Sevgi, dostluk ve paylaşımın ise çok daha zengin olduğu bir hayata doğru!
Çok zeki ve girişken bir çocuk olan kardeşi Zeynep hemen köydeki hayatına uyum sağlıyor. Dedesi ve diğer köylülerin zirai çalışmaları Zeynep'in inanılmaz ilgisini çekiyor. Dedesi ile birlikte köyü kalkındırmak üzere ciddi girişimlerde bulunmaya başlıyorlar. Çınar için ise durum daha zor...
O'nun İstanbul'u bırakıp gelirken orada bıraktığı bir de hayali var.
Üstelik babalarının köyüne uzanan hayatlarının bu yeni sayfasında Çınar ve Zeynep'i bekleyen büyük bir de sürpriz var; bir "amca"!
Sürpriz büyük, amca küçük...  
Henüz daha ilkokula giden bir çocuk amca!

Zaten muhteşem bir karizması olan bu tatlı çocuk, amca olduğunu öğrenir öğrenmez, iyicene bir havalara giriyor. Çınar ile Zeynep'e amcalık taslamaya başlıyor. Bu da tüm yaşadıklarının üstüne Çınar'ın iyicene ağırına gidiyor.

Çınar sınıfını da bir türlü benimseyemiyor.
Kalabalık üç kişi oturulan sıralar, internet bağlantısı olmayan sıradan "akılsız" tahtalar... Bir de üstüne kendinden minik "gıcık" bir amca sınıfta!
İstanbul'dan, müzik grubundan uzakta, bu köyde, bu okulda ne işi var Çınar'ın?

Çınar'ın babası ile dedesi, Çınar'ın köye alışması, sevgili amcası ile arasının düzelmesi için uğraşmaya başlıyorlar.
Okulda ise Çınar'ın karşısında ayrı ayrı güzellikleri ve özellikleri ile zehir gibi çocuklar ve onları büyük bir sevgi ile keşfedip yollarını açmaya çalışan dünya güzeli bir öğretmen var.  
Çocukların hepsi nasıl birbirinden özel birer renk ve ses ise, hocaları da bir o kadar renkli ve idealist bir insan...

Çınar'ın köydeki bu yolculuğu sırasında yaşanan birbirinden güzel sahneler, şarkılar, bakışlar, sözler arasında adeta kendinizden geçiyorsunuz.
Bazen gözleriniz doluyor, bazen neşe ile gülüyor, bazen de ne olacak diye soluğunuzu tutarak heyecan ile bekliyorsunuz.
"Acaba?" diye sormaya başlıyorsunuz kendinize...
"Çınar'ı o çok istediği müzik yarışmasına taşıyacak sihir, o İstanbul'dan getirdiği şık spor ayakkabılarını çamura batıra batıra Çınar'a bambaşka hayat deneyimleri yaşatan bu köyde mi gizli?"

Filmin bir yerinde şöyle bir söz var; "... Sizden kendim kadar bir başkasını da sevebileceğimi öğrendim..."
Belki biz de Sevgili Okurlar, Güldüy Güldüy Çocuklarımızın bu harika filmi ile, kendimiz kadar bir başkasını sevmeye doğru güzel bir adım atabiliriz, ne dersiniz?
Aciy aciy davetlisiniz!