"Düşünce özgürlüğü, ruhun yaşamıdır. Düşüncesini söyleme özgürlüğü olmayınca, özgürlük yok demektir."[1]
Geçen hafta İstanbul'daydım, cumartesi sabahı İstiklal Caddesi'nde Galatasaray Lisesi'nin önünü polis minibüsleri, panzerleri, ambulanslarla ve bariyerlerle kapalı görünce, Voltaire'in yukarıdaki sözü aklıma geldi. Galatasaray Meydanı Cumartesi Anneleri'nin 716. Buluşması'na kapatılmıştı. Toplantı olsaydı ne olacaktı, cenazelerine dahi ulaşamadıkları yakınları için anneler, babalar, çocuklar, kardeşler; bir kez daha adalet taleplerini dile getireceklerdi, bu konuda bir şey yapmayan hükümeti eleştireceklerdi; silahsız, şiddetsiz bir eylem olacaktı. Buna izin verilmedi, İnsan Hakları Haftası'nda Cumartesi Annelerinin toplanma ve ifade özgürlükleri yok sayıldı.

Önceki hafta Aydın-Kızılcaköy'de köylerine jeotermal enerji santrali (JES) kurulmasına karşı çıkan köylülere jandarma biber gazı ile müdahale etti. Temiz enerji olarak bilinen ve JES'lerin çevre ve toplum sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bir başka yazının konusunu oluşturabilir, şimdilik şunu söylemekle yetineyim; JES'ler yüzünden artık "Aydın'ın dağlarından yağ, ovasından bal" akmıyor[2] . Kızılcaköylülerin Anayasa'nın 56. maddesindeki sağlıklı çevrede yaşama haklarının yok sayılmasının yanı sıra ifade özgürlükleri de kolluğun müdahalesi ihlal edildi.

Örnekler çoğaltılabilir, bu iki olay birbirinden farklı görünse de ortak yanları var, her ikisinde de ihlal edilen haklar için düşünce ve kanaat açıklama, kamuoyu oluşturma amacı var, her ikisinde de kadınlar önde, her ikisinde de siyasi iktidarın politika ve uygulamalarına yönelik eleştiri var.

Açıklanan görüşlere katılmayabilirsiniz ve hatta o sözler sizi rahatsız da edebilir ama şiddete başvurmayan o eylem ve sözlerin ifade özgürlüğünün doğal sonucu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Çünkü "İfade özgürlüğü, yalnızca iyi karşılanan veya rahatsız edici bulunmayan veya kayıtsız kalınan bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda saldırgan bulunan, sarsıcı bir etki yaratan veya rahatsız eden türdeki bilgi ve fikirler için de geçerlidir."[3]

Türkiye'de ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler her dönemde oldu, diktatörlüğe doğru hızla yol aldığımız bugünkü tek adam yönetiminde de ifade özgürlüğüne yönelik baskılar her alanda yoğunlaşmış durumda. Hükümet politikalarına ve uygulamalarına karşı hakkını arayan hiç kimse, hiçbir kesim bundan bağışık değil.

İfade özgürlüğüne yönelik bu müdahaleler "Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir" diyen Anayasa'nın 26. maddesine, aynı güvenceleri sağlayan Türkiye'nin taraf olduğu BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin 19. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (AİHS) 10. maddesi düzenlemelerine rağmen yaşanıyor. Yani anayasal güvenceler de ifade özgürlüğünü sağlamıyor.

İfade özgürlüğü olmadan, insanın da, toplumun da gelişmesi mümkün değil, her türlü düşüncenin açıklanması, konuşulması, tartışılması, diğer hak ve özgürlüklerin korunmasının güvencesi, aynı zamanda demokratik toplum olmanın ön koşulu.

İfade özgürlüğünün sağlanmasının yolu; sadece kendi özgürlüğümüzün değil, başkalarının özgürlüğünün kısıtlanmasını da dert etmekten, antidemokratik uygulamaları derinleştiren iktidara dur demekten geçiyor. Bunun ilk somut adımı, 31 Mart'ta iktidarı frenleyecek bir sonuç çıkması olabilir, o yüzden şimdi demokrasi paydasında buluşma zamanı

[1]Asıl adı François Marie Arouet olan, daha çok Voltaire olarak tanınan Fransız yazar ve filozof.
[2]http://www.haberekspres.com.tr/aydinin-daglarindan-yag-ovasindan-bal-akmiyor-makale,4058.html
[3]Pek çok Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararından