Bir akıl hastanesi ziyareti sırasında adamın biri sorar:
“Bir adamın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?”
Doktor: “Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya 3 şey veriyoruz. Bir kaşık, bir fincan ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasıl boşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?”
Adam: “Ooo anladım normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.”
Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tapasını çeker.
Şu soruyu hayatım boyunca sormuşumdur. ”Bu kadar basit miydi?” Sonra da cevabı yine kendim verirdim.”Evet işte bu kadar basit”
Ama bunu sorarken kendi düşünme gücüme yönelik kuşkularım artsa da ama o anlarda öyle veya böyle meselenin daha karmaşık olabileceğine yönelik kuşkularımın olması da az şey değildir diyerek kendimi teselli ederdim. Ancak şimdi bu süreci başka bir şekilde örneklemek için çok ideal bir noktadayız. Bunu daha önce bir yerde görmüştüm ama yazanın kim olduğunu hala bilmiyorum. Hepimizin bildiği şu 4 kavramı yani felsefe, metafizik, din ve bilimi o kadar güzel tanımlamış ki, fıkranın konusu ile bir yerde buluşabiliriz umudundayım ama daha önemlisi hala umut edebiliyor olmamdır.
Acaba ile başlayan soruların birincisi şu:
Acaba hayatım boyunca karanlık bir odada siyah bir kediyi mi arıyordum? Böyle bir şey olsa arıyor olmanın dışında üstelik bir de kedinin siyah olması çaresizliğimin boyutunu gösterirdi. Sanıyorum o doktora sorsaydık, bana ışığı niye açmıyorsun derdi? Öte yandan felsefe belki de bu yüzden çoğu insana o kadar karanlık gelir ki üstelik bir de başka bir karanlık şeyi karanlıkta aramak onlar için kabusa dönebilir. Ama kesin olan bir şey ise aramanın yani umudun varlığıdır peki umut nedir derseniz, umut kedidir, ama var olan bir kedi. Genellikle insanların o anda vazgeçmeleri onların hayatta kader dedikleri şeyle ilişkilendirilir. Kedi orada bir yerde, onu bulmak şans bile değil olsa olsa kaderdir diyebilirler.
İkincisi ise metafizik ile ilgili. Yani Karanlık bir odada orada olmayan siyah bir kediyi aramak söz konusu olduğunda durum sanki biraz daha içler acısı. Çünkü karanlık olması bir yana bir de var olmayan bir kedi var ama bu aynı zamanda olmayan bir umut demektir. Peki biz olmayan bir şeyi arar mıyız? Aslında aramayız veya bunu istemeyiz ama öte yandan “Hayat varsayımlardan oluşur” diye söyler dururum yıllardır ve böylece bir şeyin var olduğunu varsayarız, bu varsayımlar zihnimizde zamanla o kadar gerçekçi bir hal alır ki sonunda beklentilere dönüşür. Örneğin devlet diye bir şeyin olduğu varsayımı böyledir, aşk böyledir, kötü bir şeyin sizin başınıza gelmeyeceği varsayımı veya bir gün size piyangodan büyük ikramiye çıkacağı varsayımı ama en çekici olan ise daima mutlu olacağınız varsayımı bunların arasında sayılabilir. Ancak şunu söyleyelim; yeterince uzun yaşarsanız hastalıklar ve ölüm dahil hemen her şey başınıza gelebilir, işte bu bir varsayım değildir.
Üçüncüsü ise karanlık odada olmayan bir kediyi buldum diye bağırmanın bir çeşit din olarak ele alınmasıdır. Oda hala karanlık ama durum şimdi daha da vahim gözüküyor, çünkü kedinin orada olmaması bir yana kediyi bulduğunuzu sanmak doğrusu bir hayli endişe verici değil midir? Yani bazen insanın kendisini kandırmasını anlayışla karşılayabiliriz ancak karanlık bir odada kediyi bulduğunuzu haykırmanın size nasıl bir yararı olabilir, olsa olsa kendinizi kandırmanın dışında başkalarını da kandırmanın ve böylece herkesin birbirini kandırmasından doğan bir yanılsama ile yaratılacak bir mutluluk iliüzyonu bazen işe yarayabilir ama tek bir şartla. Kişinin kediyi gerçekten bulduğuna inanması ile. İşte din budur. Kediyi bulduğunuza inanırsınız.
Son olarak bilimsel açıdan durumu irdelersek ; acaba karanlık bir odada el feneri ile siyah bir kediyi ararsak ne olur diye düşünürsek durum ne olurdu? Öncelikle bir bilim insanı olduğumuza göre orada bir kedinin olduğu bir varsayım olmaktan çıkmış ve bir gerçekliğe dönüşmüştür. Evet, kedi odada ama doktorumuza sorsaydık bize yine ışığı aç der miydi? Demezdi bence çünkü bilim insanı olan birinin bunu tahmin edebileceğini düşünürdü ama şimdi elimizde hiç olmazsa bir el fenerimiz var. Umarım pili uzun zaman gidecek olan bir fenerdir veya akü gibi çalıştıkça kendini şarj eden bir şey ama onu düşünen ve hayata geçiren de bilim insanları olacağı için endişe etmemize gerek yok. Bir endişe olacaksa eğer, kediyi el feneri ile bile henüz bulamamış olduğumuz gerçeğidir. Peki kediyi bulursak ne yapacağız? İşte en önemli soru budur. Peki bu soru hangi alanın sorusu olabilir? Ben buna evrensel denge demeyi tercih ediyorum.
Yıllar öne bilge bir ihtiyarın bana anlattığı buna benzer bir şey vardı. İki tane karikatürden söz etmişti. Birincisinde bir köpek trenin peşinden havlayarak koşuyor, benzer bir durum bugün için giden araçların peşinden havlayarak koşan başıboş sokak köpekleri için halen geçerli, neyse; birincisinin devamı şeklinde olan ikinci karikatürde asıl soru soruluyor. Köpek treni yakalasa trene ne yapabilir ?
Bu hayatımızın en anlamlı sorularından biridir. Üstelik bazen yazı yazarken bile kendime sorduğum sorulardan biridir. Bir yazı ne işe yarar? Okunabilir, ama köpeğin treni yakalaması gibi okunması yeterli değil. İlham veren bir yazı olabilir mi ? O kadar ulvi bir amacı olmasa da keyif verebilir mi ya da bir merak uyandırabilir mi ? Tıpkı el feneri ile aranan köpeğin bulunması gibi, bulunca köpeği ne yapacağı sorusu gibi ..
Bir arkadaşımın bahçesine park ettiği aracının motoruna bir kedi girmişti. Kısa bir mesafe yol aldıktan sonra motor kısmından miyavlama sesleri duyuyor ve inip bakıyor, kaputu açıyor ve anlıyor ki motorun olduğu kısımda bir yerden bir kedi sesi geliyor. Büyük olasılıkla zavallı araç bahçede park halindeyken karanlıkta yolunu şaşırıp oraya bir yere girmiş, bir daha da çıkamamış. O şekilde yola devam edemeyeceği için çekici çağırıyor ve servise gidiliyor, serviste ön takımın birkaç parçası sökülüyor ve kedi oradan çıkarılıyor ancak durumu pek iyi değil. Orada sıkışmış haldeyken sırtında uzun bir yarık açılmış ve kötü gözüküyor, hayvan acı içinde inlerken arkadaşım alıp onu veterinere götürüyor ve gereken müdahale yapıldıktan sonra alıp evine götürüyor, amacı ise bir süre bakıp yani iyileştikten sonra tekrar bahçeye bırakmak ama gel zaman git zaman kediye öyle bir alışıyor ki kediden vazgeçemiyor. Bu kedi ne karanlık bir odada aranan bir kediydi, ne de var olmayan bir kedi, ne de var olduğu varsayılan bir kedi ama karanlık bir yerde el feneri ile de aranmıyordu. İşte az önce sorduğumuz kediyi ne yapacağız sorusunuz bu kez gerçekten ona sormuştum : Bu kediyi ne yapacaksın ? O da artık benim bir kedim var, onun da benim de yollarımız kesişti diyerek onu evlat edindiğini söyledi.
Bu durumda biz insanoğlu için yaşam iki başlıkta özetlenebilir diyebiliriz:
1-Kontrol edebildiğimiz şeyler- ki, küveti boşaltmak için tapasını çekmek kadar basit olan ama bir türlü onu düşünemeyecek kadar düşünmesini bilmediğimiz durumlar.
2-Kontrol edemediğimiz şeyler ki, b durum doktor ne derse desin küvetin suyla dolu olmasıdır. Küvetin suyla dolu olması her şeyin başlangıcıdır. Önce bir şeyler olur, daima olur ve biz olan şeyleri çözümlemeye çalışırız, olmayanları ise sadece hayal ederiz. Bazılarımız bazen gerçek olduğu varsayılan bir evrene geri döner ama bazılarımız ise orada o kadar mutludur ki asla geri dönmezler. Küvetin tapasını çıkarmaktansa hayalini kurdukları o evrende varsayımların karmaşasında kaybolup giderler. Bana gelince her zamanki gibi tam bu anda yine aynı soruyu sorarak kendimi bir kez daha şaşırtmak la kalmaz sanki büyük bir keşif yapmış gibi mutlu bir anın tadını çıkartırım, yani küvetin tapasını çekmeyi nasıl da akıl edemedim. Her şey bu kadar basit miydi diye sorarak.