Bir futbol karşılaşmasına gidecek olursanız tribündeki insan sayısı kadar hakem ve teknik direktör olduğunu görürsünüz. O pozisyon aslında pasif ofsayttır, aslında o oyuncuyu ilk onbirde oynatmak futboldan anlamamaktır vesaire. Hangi oyuncu kaçıncı dakikada oyundan çıkar, hangi oyuncu korneri, serbest vuruşu kullanabilir; en iyi tribündeki adam bilir. Hele ki bir oyuncunun velisiyseniz, o futbolcu adeta hep hakkı yenen süper bir kahramandır. Sezon başında en iyi transferler sosyal medyada yapılır, en iyi teknik direktör klavyelerin ucundadır. Takımda yöneticiyseniz, aslında teknik direktörden daha iyi idman bilgisine sahipsinizdir, hoca takımı yeterince çalıştıramıyordur. Yöneticiliğin ilk yılında bile olsanız, ömrünü sahalarda tüketmişlerden daha fazla tecrübeye sahipsinizdir.
Hep tribünlerin toplumun aynası olduğu tezini savunan biriyim. Tribündeki adamı küfürbazlıkla suçlamak, trafikte, alışverişte, özel hayatında küfrü yaşam biçimi yapmış kişileri gizleyemez. Okulda yıllarca öğretmenlik yapmış, bu işin eğitimini almış kişilere benim çocuğuma şu şekilde davranın, benim çocuğuma şu ödevleri verin diyen de bizleriz.

Altay kulübünde yöneticilik yaptığım dönemde bir yönetici dostum beni bir köşede yakalayıp, fısıldayarak şöyle demişti: 'Şu bizim kaleciyi havaalanında bir kenara çeksen de şunu, şunu, şunu söylesen'. 'İyi de abi, sen de yöneticisin ben de yöneticiyim. Senin tecrüben benden fazla' dediğimde; 'İyi ama, psikiyatrist olan sensin' diye cevaplamıştı. Benim tepkim ise 'O zaman izin ver de abi, ne diyeceğimi ben kendim düşünüp, karar vereyim.' olmuştu.

Poliklinik günlerimde siz şöyle doktormuşsunuz, sizi böyle methettiler, o yüzden sizden randevu aldık diyen hastaların, muayene olmayı istemeden, bana bizim komşu ya da akrabam şu ilacı önerdi, bana o ilacı yazar mısınız diye talepte bulunanlar azımsanmayacak kadar sıktır.

Sokaktaki adam siyaseti, ekonomiyi bilir. Gazeteciden daha gazetecidir, sanatçıdan daha iyi sanattan anlar. Zaten sanata da ne gerek vardır çoğu zaman. Kiminin Allah'ı sevmek tekelindedir, kiminin Atatürk'ü ya da vatanı. Her şeyi onlar bilirler, her şeyden onlar anlarlar. Ama ne yazık ki, kendi hayatlarında kendilerine ve çevrelerine kattıkları, ürettikleri koca sıfırdan başka bir şey değildir.
Hiçbir şeyi tam bilmeyen ama her şeyden anlayanların ülkesi burası. Televole kültürü belki de bunu doğurdu, bu kültür belki de Televole ve sonrasını oluşturdu. Her şeyi bilen anlayan bir Hıncal Uluç'umuz varken şimdi herkes bir Hıncal Uluç oldu.

Sahi kim, hangi anlayış bu kültürü bizlere empoze etti? Her şeyi bilenler bunu Amerikan komplosu, Yahudi hayranlığı, dinden uzaklaşma veya başka bir şeyle açıklayabilirler mi? Ülkenin her gün biraz daha karanlığa doğru ilerlediğini hissederken çok bilenlerin çok gürültüsü ne işe yarıyor? Onların bu kuru, içi boş gürültüsü, kaosu, uzman olmayan kişilerden medet ummayı kolaylaştırmıyor mu?
Vatanı sevmek, kendi kendine söylenmek değil; ülken için, vatanın için bir şeyler üretebilmek, bir şeylerden gerektiğinde fedakârlık yapabilmektir. Her şeyi çok bilenler, bir de bunları bilebilseler...