Bugün siyasette önemli bir mevkide görev yapan biriyle aynı fakültede öğrencilik yapmış bir büyüğüm, kişinin geçmişini tanımlamak için ilginç bir saptamada bulunmuştu. Ülkücülükte 'reislik' kavramının çok önemli olduğunu fakat neredeyse her görev için bir reis ve yardımcısı belirlendiğini söylemişti. Üniversiteden sorumlu reis, fakülteden sorumlu reis, yurttan sorumlu, kattan sorumlu, koğuştan sorumlu reis ve yardımcılarının yanında her görev için de reislik kavramının olduğunu ifade etmişti. Kavramlar bana uzak olduğu için ne kadarı gerçek ne kadarı nükte tam bilemiyorum ama kahvaltı reisliğinden banyo reisliğine kadar herkesin bir sorumluluk alanı ve sıfatı olduğunu ifade etmişti. Neredeyse iki kişiden birinin 'reis' olduğunu ifade etmişti. Bugün siyasette hâlâ önemli bir makamı temsil eden kişinin, okul yıllarında o kadar silik bir geçmişi varmış ki, meslekte benden çok daha kıdemli abime göre bu kişinin hiçbir alanda reislik unvanı yokmuş.

Bu hikâyeye o zamanlar çok gülmüştüm ama reislik, başkanlık kavramının aslında toplumda çok yaygın kullanıldığını fark ettim. Sıradan bir Altay maçına gittiğinizde çevrenizdeki çok kişinin birbirine başkanım diye hitap ettiğini görürsünüz. 'Hoş geldiniz başkanım' 'Hoş bulduk başkanım' 'Ooo Başkanımız da gelmişler' gibi birbirini takip eden sohbetler eksik olmaz. Şeref tribününe yakın bir yerlerdeyseniz 40 kişinin 35'i zaten başkandır. Divan başkanı, kulüp başkanı, boleybol başkanı, altyapı başkanı, eski başkanlar, falanca grubun başkanı uzayıp gider. Aslında benzer durum siyasi partiler için de geçerlidir. Falanca partinin filanca il başkanı, ilçe, mahalle, köy başkanı diye uzar gider. Bu yerlerde onlarca partiyi düşünür ve bu başkanların en az birer de yardımcısı olduğunu düşünürseniz etrafımızda aslında başkandan bol bir şey olmadığını fark edebilirsiniz. Bunlara okullardaki sınıf başkanlarını da ekleyebiliriz. Ülkede binlerce dernek, binlerce federe ve gayrıfedere kulüpler olduğunu düşünürseniz 'başkan' unvanlı kişilerin düşündüğünüzden çok daha fazla olduğunu hesaplayabilirsiniz. Hatta ben bu yazıyı okuyan tüm dostlarımın bugün ya da geçmişte bir başkanlık hikâyeleri olduğuna eminim. Eğer kariyerinizde başkanlığınız hiç yoksa, hiç üzülmeyin, başkan olmuş kişilere gıpta etmeyin; bu ülke eninde sonunda sizi bir gün bir yerlere başkan yapacaktır.
    
Ülkede bu kadar başkan bolluğu varken, son 1-2 yıldır ülkede yaşanılan her bela 'başkanlık' sisteminin olmamasına bağlanıyor. Başkentin göbeğinde bomba patlıyor; başkanlık olmadığı için önlenemedi deniliyor. Dağda gencecik mehmetçiklerimiz şehit oluyor, çözüm başkanlık sisteminde. Güneydoğuda neredeyse şehir savaşları yaşanmış, ülke bir savaşın içinde mi dışında mı belli değil, ordunun yarıya yakını cemaat yapılanmasının üyesi haline gelmiş, dolar tarihinde görmediği rakamları görmüş ama yapılan siyasi açıklamalarda en büyük sorun başkanlık sisteminin olmamasına bağlanıyor.
    
MHP lideri Devlet Bahçeli, başkanlık keşmekeşini sonlandırmak için referandum önerdi. Buna tepki gösteren çok kişi de var. Ama ben referanduma değil, bu ülkeyi tıkayan başkanlık sistemine hayır demenin gerektiğine inanıyorum. Bu tartışma her belanın sebebi gösterildiği sürece sorunlara gerçek çözüm alternatifleri üretilemeyecek. İnsanlara 'neden referandum istemiyoruz değil, neden başkanlık sistemine karşıyız' anlatılmalıdır.
    
15 Temmuz süreci ve olağanüstü hal durumu nedeniyle zaten bir anlamda başkanlık sistemini yaşıyoruz. Ülkede yüzbinlerce başkan varken ha bir eksik ha bir fazla diye de düşünebilirsiniz. Ama asıl bizim beklentimiz referandum gerçekleşir ve başkanlık sistemine halk onay vermezse ülkeyi yönetenlerin nasıl bir tutum gösterecekleridir. Bana göre asıl mesele budur.