Bir padişahın canından çok sevdiği bir devesi vardı. Padişah sadece bu deveye bakmaları için birkaç kişi görevlendirmişti.Padişahın deveye olan sevgisi o kadar fazla idi ki,”Kim bana bu devenin öldüğünü söylerse onun kellesiniz keserim” diyordu.Fakat deve de nihayetinde bir hayvandı.Bir gün, beş gün derken kaç gün yaşadıysa her hayvan gibi o da öldü.Şimdi kim gidip padişaha deve öldü diyebiliecekti.Bir iki gün sonra içlerinden biri: “Ben bunu gider bunu padişaha söylerim.”dedi ve padişahın huzuruna çıkıp saymaya başladı. “ Sultanım deveniz yattı kalkmıyor, yumdu gözlerini açmıyor, uzakta ayaklarını toplamıyor.”Adamı sonuna kadar dinleyen padişah: “Desene deve öldü,” demiş. Adam başını eğmiş: “Padişahım onu da siz söyleyin, çünkü işin içinde kelle var.”
Şimdi korkmanın önemli bir mesele ama aynı zamandan son derece doğal bir tepki olduğunu herkes bilir ancak doğal olmayan ise her şeyde olduğu gibi korkunun bir paranoya haline gelmesi ve daha ötesi başlığımızda da söylendiği gibi her şeyden korkar hale gelmektir ki normal koşullar altında böyle birinin hayatta kalma olasılığı oldukça azalmış demektir.
Yöneticilerden başlayarak liderlere kadar, bazen bağımsız ve tek başına hareket eden ve çevresine korku salan herkes sevilmekten daha büyük bir iş yaptırma kapasitesine sahip olsa da tarih bize gösteriyor ki ne korku ile yönetilen ülkeler ne de sadece korkuya dayalı olarak sevilmeye çalışılan insanlar varlıklarını uzun süre devam ettirememişlerdir. Bazı insanlar ise korku nedir bilmezler ve onlar bazı olağanüstü hallerde bazı kahramanlara dönüşseler de olağandışı aptallar da böyle zamanlarda ortaya çıkarlar. Şimdi Politikada bazen seçmenler bu şekilde belirli bir partiye veya kişiye oy verirken korku güdüsü ile hareket ediyor olabilirler ama liderlerle seçmenler ve kişiler arasındaki fark uzun ve kısa vadeli düşünmelerinden kaynaklanır. Kişiler yaşam süreleri içinde en ideal sözleşmeye imza atmak isterlerken zeki yönetici ve liderler kadar bazı edeğerli insanlar da daha uzun vadeli düşünürler ve planlarını bu şekilde hayata geçirirler. Bunları yaparken doğanın akışına uyum gösterirler, çünkü hiçbir şeyin bir anda gerçekleşmediğini en iyi onlar bilir ve doğaya aykırı olan her şeyin eninde sonunda yok olacağını da bilirler,çünkü aşırı korku hali normal bir durum değildir.
Ama meseleye neresinden bakarsanız bakın hayatın her alanında olası riskleri düşünmek çok yorucudur ve bu yüzden sizin için birilerinin veya birisinin bunları düşündüğünü daha doğrusu tüm bu riskleri sizin için üstlendiğini hatta size destek olduğunu düşünmek sizi çok rahatlatır. Ailenin en yakınlarının dayanışması değildir bu; ancak üçüncü şahısların yani aileden olmayan herhangi birinin sizi düşündüğünü sanmak varsayımların en kolayı, en keyfilisi ama aynı zamanda en safça olanıdır. Birisi sizi neden düşünsün? Cevap tek kelimeden oluşur. Çıkarlar. Öyle ki insanın içinden ikinci bir şey söylemek bile gelmez, çünkü olabildiğince net ve açıktır. Sadece bu çıkarların miktarının onun ve sizin için ne anlam ifade edeceğini tartışabiliriz. Bu duruma kısaca her şeyin ya da herkesin bir fiyatı da var diyebilirdik, ama bu her şeyin ne ve ya da kişilerin kim olacağı tartışılabilir bir şey olduğu için fiyat değişkendir. Kimisi çok pahalıdır kimisi çok ucuz, ama mutlaka bir fiyat vardır. Fiyatı olmayan şeyler kutsal olarak değerlendirilir ama yeri ve zamanı geldiğinde o kutsal şeyler bile para eder veya o kutsallık yüklenen kişiler bile dengeler bozulduğu zaman herkes başının çaresine baksın deyiverirler ve bu biraz şaşırtıcı gelir size. Ama gelmemeli. Bu da bir doğa kuralıdır.
Bu evrende para ile satın alınamayacak şeyler olmadığını iddia edemeyiz elbette ama güçlü bir sevgi ile anne babalık duygusu veya dostluklar ve uğruna savaşılan tüm insancıl değerleri bunların dışında tutmalıyız ama bizim korkularımız para ile satın alınabilecek şeyler değildir. Örneğin sevdiğimiz bir insanın kaybı, özgürlüklerimizin kısıtlanması veya hapsedilmek, onuruzu ve tüm itibarınızı yitirmek, çevrenizin saygısı ve sevgisinden mahrum olmak veya dışlanmak, çok ciddi ve ölümcül sonuçları olabilecek bir hastalığa yakalanmak sayılabilir.
Bununla birlikte şimdi bu yazının başında sorduğumuz başlığa dönersek ,bu kadar çok şeyden korkmaktansa tek bir kişiden ya da şeyden korkmak daha mı akla yakın gelir insanlara? Ya da soruyu başka bir perspektifden incelersek, para ile satın alınamayacak ama sadece bu yüzden mutluluğunuzu birince derecede etkileyebilecek bu kadar çok şey varken, ekonomik ve sosyal anlamda zaten çok zor olan bir hayatın içinde varlığınızı sürdürmeye çalışırken size tüm bu güvenceleri veren tek bir kişiden ve onu kaybetmekten korkmak belki de sadece bu ana nedenlerden dolayı korku salan yönetici ve liderlere ya da kişilere daha kolaylıkla inanmanızı sağlar. Bu, evliliğinden hiç mutlu olmayan ama öte yanan eşinden ayrılırsa yalnız ve parasız kalmaktan korkan bir kadının göğüsleyeceği tüm sıkıntılara karşı sadece tek bir kişinin yani hiç sevmediği bir kocadan korksa bile ilginç olan onun kendisini bırakmasından bile korkmasına benzer bu durumdur.
Sonuçta insanların çaresiz kalmaktan kaynaklanan korkuları da vardır ki bu durum insanın gidecek bir yeri olmaması ve koşullar ne kadar kötü olursa olsun bir seçeneğin olmaması halidir. Bir seçeneğin olmaması değil ama bir seçeneğin yaratılmaması çok büyük bir düş kırıklığı olmasının yanında kişide çok büyük bir travma yaratır. Çünkü korku içindeki insanlar için her şey belirsizlik içeren bir zaman diliminde akar. O kişi için asla yeni bir şey yoktur, hatta eski olan bir şey bile yoktur, her şey tekdüzedir ve sadece gerçek olan şey bir gün yok olacağı endişesidir. Şöyle der kişi.”Ben bir hiç’im ama o beni düşünüyor. O benim hayatıma bir anlam kazandırıyor.” Bunlar ruhsal anlamda sorunlu oldukları kadar kendi geleceklerini bir başkasının kararlarına bırakmış kişilerdir ve bu yüzden her şeyi kontrol altında tutmaya çalışan bu lideri yeni bir Mesih gibi görebilirler. Bu durum özellikle eğitim seviyesinin yetersiz olduğu ülkelerde çok yaygın bir yanılgıdır ve etkisi uzun yıllar sürebilir. Kaos ve belirsizlik korkusunun kişileri her şeyden korkmaktansa ne kadar despot olsalar bile tek bir kişiden korkmanın içgüdüsel olarak daha anlamlı olduğuna ikna edebilmiş olması beklenen bir gelişmedir.
Her şeyden korkan insanların ağırlıkta olduğu ve sürekli bir korku kültürünün yayıldığı ve sürekli bir savaş halinin yaşandığı bir ülkede her şeyden korkan insanlar sonuçta tek bir kişiden korkmanın öğrenilmiş bir çaresizlik hali olduğunun farkına varamazlar. Buna benzer bir durum George Orwell ‘in 1984 adlı eserinde olağanüstü güzellikte resmedilmiştir.”Kısaca bu roman yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır.”
Daha da ilginç olanı ise meseleye ülke bazında baktığımızda tüm totaliter rejimlerde olduğu gibi bu akışın tersine çevrilmesi diye bir şey söz konusu değildir, ancak zor zamanlarda halkın bir bölümü o zeki, karizmatik ve ilahi kahramanı beklese de bu en büyük yanılgıdır çünkü o hiçbir zaman gelmeyecektir ta ki özgürlüklerin adım adım daha da kısıtlandığı yaşam alanlarının daha da kontrol altında tutularak denetlendiği, kültürel değerlerin daha da tahrip edildiği ve böylece kişilerin ve toplumun tüm orjinalliğinin yok olduğu noktaya gelene kadar, yani bilindik bir tabirle söylersek bıçak kemiğe dayanana kadar.. Bu sonucu bir falcı gibi söylemiyoruz, bu bir tahmin değildir ama diyalektik denilen bir doğal akışın özetidir bir bakıma, ve tuhaf olan bunun bir sonuç olmamasıdır, çünkü bu bir süreçtir. Neden bireyler ya da toplumlar benzer şekilde aynı aşamalardan geçerler ve aynı sonuçlara varırlar.
Bunun cevabı yine doğada gizlidir. Çünkü doğada hastalık yapan bakteriler ve virüsler vardır,bunların bir bölümü yani virüsler insanı öldürebilir ancak aynı anda bizim varlığımızı sürdürmemizi sağlayan bir de bağışıklık sistemimiz vardır, hastalığı yapan şey virüs değildir, insan vucudunun kendisidir.Yani insan vucudu bir süre için bu yenilgiyi kabul eder ki, zihinsel anlamda bir savaşın olduğu ve olacağı mesajını zihin algılamış olur.Çünkü eğer hasta olmazsanız yani her şey kötüye gitmezse asla iyileşemezsiniz. Tüm korkularımızın temelinde işte bu ironi yatar Yani önce hasta oluruz ; her şey çok kötüye gider ve böylece mesajlar alınır ve her şey böylece yeniden başlar.Böylece her çözüm en başa dönülerek kurgulanır, her şeyden korksanız da, tek bir kişiden korksanız da ya da olabildiğince gözünüz kara olsa da , değişmeyen tek şey her şeyin yeniden başlamasıdır. İşte bu yüzden tarih kendini sürekli olarak tekrar eden bir süreçtir.