İstibdat Kumpanyası "burun"a burun demenin, "yıldız"a yıldız demenin suç olduğu bir zamanda geçiyor. "İktidarın büyüsüne, kaybetmenin korkusuna kapılmışların" istibdadında yani. Kendi kişisel hırsları için bu dengelerle oynamaya niyetlenen Şeref Paşa'nın Kıbrıs kalesini yönetip de bir avuç oyuncuyla başa çıkamamasının hikâyesi. Neye niyet neye kısmet! Oyun öncesi konuştuğumuz Levent Üzümcü, bir tiyatro oyunundan insanların hoşça vakit geçirmesi dışında ne beklenebilir ki, diyor. Oyun martta yine İzmir'e geliyor. 1876'dan günümüze bakmak için bir fırsatınız daha var.

*Olaylı bir İzmir gününde geldiniz. Gözaltılar, biber gazı... Siz de İstibdat Kumpanyası'nı oynayacaksınız bu akşam. İstibdat arttıkça alınganlık da, paranoyalar da artıyor biliyorsunuz...

Evet, evet! Geçen biri gelmiş, oyunun onuncu dakikasında tivit atmış, sultanımız Abdülhamit hakkında diye. Oyunun onuncu dakikasında, izlemediğin, daha nereye varacağını bilmediğin bir oyun hakkında bu kadar aceleci davranmak, bu kadar önyargılı olmak niye?

*AKP'li gençler, Abdülhamit'i anıyorlar, arıyorlar bugünlerde.

2023 yılının Türkiyesi'nin yolunu onlar kendi kafalarında çizmişler. Umarım gitmek istediğimiz medeniyet yolunda kazasız belasız yol alırız. Umarım aklı fikri, ruhu karmakarışık olmuş, inandığı ideoloji gözlerini kör etmiş insanlarımız da bir an önce ayılır.

*Sanat baskı altında. Devlet Tiyatroları kaynar kazan. TÜSAK gibi bir dert var. Sahneler kapatılıyor, oyunlar kaldırılıyor. Siz de Şehir Tiyatroları'nda çalışıyorsunuz aynı zamanda. Bu baskı neye varır?

Sokakta polisi kendi vatandaşı üzerine saldırtan insanların sanattan bir şey anlamasını ve sanata karşı iyi niyet beslemesini beklemek safdillik olur. Sanat beni övsün, diyor. Sanattan böyle bir şey istemek kadar acayip bir durum olamaz. 2500 yıl önce yazılmış oyunlardan insanlar rahatsız oluyorlar. Demez ki adam; iki binli yılların başlarında Türkiye'de baskıcı bir rejim olacak, onlar alınmasınlar, ben oyunlarımı öyle yazayım. Ne Shakespeare, ne Brecht, ne Aiskhylos böyle düşündü. Dünyaya dair, insana dair sıkıntıları vardı, onları yazdılar. Sen 2500 yıl önce yazılmış oyundan niye alındığını ve o oyunda anlatılan problemlerin günümüzde hâlâ neden seni rahatsız ettiğini düşünecekken, bunların üstünü örtmeye çalışıyorsun. Bu çok acıklı bir durum.



'Tiyatro oyunu izleyerek kim galeyana gelmiş dünyada?'

*Mi Minör oyunu nedeniyle ileri sürülen akla hayale sığmaz suçlamaları ve iddianameyi düşününce insan artık her şey olabilir diyor.

İstibdat Kumpanyası da zaten bir parça onu anlatıyor. Bir tiyatro oyunundan insanların hoşça vakit geçirmesi dışında ne beklenebilir ki? Oyuna giden insanlar ayaklandılar! Allah aşkınıza İstibdat Kumpanyası zaten bunu anlatıyor. Önce gelip izlesinler de kurgularının ne denli korkunç ve acıklı olduğunu gelip görsünler. Öyle saçmalık olur mu, tiyatro oyunu izleyerek kim galeyana gelmiş dünyada? Var mı öyle bir şey, yapmayın ya!

*Ben bir örnek hatırlıyorum sanki tarihten! Namık Kemal'in...


Vatan yahut Silistre! Tamam, tiyatro ve sinema etkili sanatlardır. Ama anında olmaz. Oturur düşünürsün. İyi sanat ürünü nedir biliyor musunuz? O oyundan ya da sinema filminden çıktıktan sonra, sabah uyandığında o gelir aklına. Ne kadar güzel anlattı konuyu, ne kadar güzel söyledi o şarkıyı dersin, yönetmen ne güzel çekmiş dersin. Odur. Oyunu izleyeceğiz de, çıkacağız da eylem yapacağız. Yok arkadaş öyle şey! Öyle bir korku tamamen paranoyakça.

*Peki sanat baskıya nasıl direnir?

"Quills" diye bir film vardır. "Tüy Kalemler" demek. Orada da anlatılır. Adama kalemi yasak ederler, kanıyla duvara yazar. Ellerini kollarını bağlarlar, duvardan anlatır hikâyesini ve ezberleyenler yayarlar. Önüne geçemezsin sanatın. Ne 1930'ların sonundaki Almanya ne İtalya ne Franco'nun İspanyası sanatın önüne geçebildi ne de 2014-15'lerin Türkiyesi geçebilecek.

*Son birkaç yılın müzikal komedisini yapsaydınız, trajikomik neler koyardınız oyununuza?


Canlı yayında toplam sekiz dakikada, bir söylediğinin tam tersini söyleyen siyasetçiler var. Bütün siyasi hayatı boyunca bir öyle bir böyle konuşan siyasiler var. Sonra sahtekârlığı tescillenmiş siyasiler var. Onlar bana çok trajikomik geliyor. Sonra mesela "bilim adamı" olarak geçinen, bütün yaptığı konuşmalarda rejimini dayatan partiyi destekleyen ama onun bir üyesi olmadığını savunup şimdi de istifa ederek milletvekili adayı olmaya çalışanlar var. Çok garip geliyor bana bunlar. Bir panayır yeri gibi. Gerçekten ruhu örselenmiş, yalanı dolanı bir hayat felsefesi olarak görmüş insanların bir birlikteliği olarak görüyorum ben bu durumu. Bu zaten başlı başına trajikomik bir hikâyedir.



'Dilimin kemiği yok; çünkü haklıyım arkadaş'


*İstibdat Kumpanyası'nın yönetmeni, yazarı, koreografı, başrol oyuncusu İzmirli. Tesadüf mü böyle olması?


Tesadüf. Koreografımız İzmirli değil ama Sibel Erdenk, Dokuz Eylül'ün Bölüm Başkanı. Arkadaşlarla bu oyunda buluştuk. Onlar İzmir'de kaldılar, öğrenciler yetiştirdiler. Dokuz Eylül Üniversitesi, çok iyi mezunlar veren bir okul haline geldi. Barış Erdenk okulda yapmış olduğu projeleri, dışarda, Devlet Tiyatroları'nda yapabildi. Her yönetmene nasip olmaz bu. Hem okulda tatbik ediyor hem dışarıda yapıyor.

*İstanbul Tiyatro için düşündüğünüz, hazırladığınız yeni oyunlar var mı?

Tiyatro İstanbul'un kendi projeleri var. Ben de şu an iki oyunda oynuyorum. "Bir Yaz Gecesi Rüyası" ve "İstibdat Kumpanyası". Şehir Tiyatroları'nın 100. yılı kapsamındaki çok gösterişli bir oyunda oynuyorum, ne mutlu bana. Burada da İstanbul'daki özel tiyatrolar içinde en çok ses getiren oyunda oynuyorum. Çok hoşuma gidiyor bu oyunda olmak.

*Şehir Tiyatroları'nda sorun yaşıyor musunuz; siz sivri dilli bir oyuncusunuz çünkü?

Şehir Tiyatroları'nda ben sorun yaşamıyorum ama çalışan 550 arkadaşım diken üstünde. Bunu söyleyebilirim. Teşvik ikramiyelerimiz ödenmiyor iki yıldan beri. Gezi direnişine bağlanan bir durum bu. Düşünsenize devlet kendi memuruna ödemesi gereken parayı ödemiyor. İnsanın nasıl ekmeği ile oynarsın sırf senin gibi düşünmüyorlar diye? Devlet kendi memuruna bunu yapar mı? Bu bile ne kadar zaafiyet içinde olduklarının en temel göstergesi.
Dilimin kemiği yok; çünkü haklıyım arkadaş.
'Babaların unuttuğunu, torunlar
dedelerden hatırlar'

*Sizi Apoyevmatini'nin destek videosunda izlemek güzel bir sürpriz olmuştu, Rumca konuşuyordunuz. Mübadil bir aileden geliyorsunuz. Mübadillik kişiliğinizi, yaşamınızı, değerlerinizi etkilemiş midir?

Olmaz mı, insanın geldiği aile insanın toprağıdır. Yaşadığın şehir, senin toprağındır. Çok derin bir konu mübadillik. Mübadillerin hayatları, yanlış bilgilendirilmeler üzerinden sağlanan aidiyet duygusunun güçlenmesi için kendilerini bile kandırdıkları birtakım şeyler üzerine kuruludur. Mübadillerin hayatları ayrı trajiktir, bir nedenden ötürü Anadolu'da kalıp Anadolu'nun çoğunluğuna uymaya çalışanların durumu ayrı trajiktir. Sosyologlar bilir ama söyleseler alınlarının çatından vurulurlar. Kimin hangi ırktan geldiğini, neye inandığını, kimin aslında yüz yılda ne kadar büyük değişimler yaşadığını belgeleriyle ya da genetik raporlarla açıklasalar, alnının çatından çekip vuracakları pek çok yer var Türkiye'de. Onun için hem dışarıdan gelen mübadilin hem burada kalıp da özünü değiştirenin hikâyeleri acıklıdır. Ama babaların unuttuğunu, torunlar dedelerden hatırlar. Hikâye böyledir, hiçbir gerçeğin üstünü örtemezsiniz. 

*İzmir'in çocukluk ve gençlik döneminizden farkı var mı, İzmir size şimdi nasıl geliyor?


Dünyada her yer değişiyor, Amazonlar bile değişiyor, buralar mı değişmeyecek! Varyant'ın tepesinde bir iki tane yıkılmış bina gördüm mesela, onlar 1930-40'larda yapılan binalar. Dağlar taşlar ölüyor, şehirler de değişiyor.

Ben pozitif bir şey söyleyeceğim İzmir'le ilgili. Bundan 20-30 yıl önce Körfez böyle değildi. Biz Körfez'in içine etmiştik. Hem de kelime anlamıyla! Geçen yürürken fark ettim, denizin dibi görünüyor! O kadar iyi hissettim ki kendimi! Balık var, tekir var! Çok özel bir balıktır, temiz suda yaşar. Ben seviyorum İzmir'i, güzel bir şehir. Onun için de diyemem ki şöyle kötü oldu, böyle kötü oldu. Ama iltimas geçtiğim için değil, gerçekten öyle düşünmediğim için. İnsanının güzelliği yansıyor kente. Bir şey yapılırsa da güzel yapılıyor. Denizi doldurdular biliyorum, benim de çok hoşuma gitmemişti ama şimdi bakıyorum, en iyi kim doldurdu acaba denizi?! İzmirliler galiba!