Ülkemizi ve hatta cemiyetlerimizi yöneten liderlerin gerginlikleri; birleştirici rol yerine ayrıştırıcılığı tercih etmeleri, sevgi yerine nefreti ve kini telkin etmeleri ülkenin ve üyesi olduğumuz toplulukların enerjisinin boşa gitmesine sebep oluyor. Hoşgörü, özellikle iletişimin arttığı, farkındalıkların daha da fark edilir olduğu günümüz dünyasında, insanı yücelten en önemli erdemlerden biri olarak yerini almaktadır.

Bates, "Dinsel Özgürlük" adlı bir araştırmasında; "Hoşgörüsüzlüğün tarihini yazmayı denemeyeceğim, bu dünya tarihini yazmak olurdu" demektedir ve tarihsel başlangıcını, Adem'in cennetten kovulmasına yol açan günahın cezasına dayandırabileceğini ifade etmektedir. Ben de hoşgörüsüzlükleri anlatmaya gayret etmeyeceğim; izlediğiniz herhangi bir televizyon kanalı ya da okuduğunuz gazetelerde bunla ilgili binlerce örneği görebilirsiniz.

Hoşgörünün özünde anlayış gösterme, anlayışla karşılama yatar. Hoşgörü, bir bireyin karşılaşacağı diğer bireylerle arasında her türlü nedenden dolayı ortaya çıkabilecek dinsel, sosyal, kültürel ve siyasal çelişkileri, karşıt görüşleri, karşılıklı saygı içinde bir arada yaşama ilkesini zedelemeden içine sindirebilmesini ve bunun ötesinde, doğa ile üstünlüğe dayanmayan dengeli bir ilişki kurabilmesini sağlayan bir erdemdir.

Nasıl ki uyuyan bir insanın başka bir uyuyanı bilinçli uyandırması mümkün değilse gönlü aydınlanmamış insanın bir başka gönlü aydınlatması da mümkün değildir. Aynı şey bütün ahlâkî erdemlerde olduğu gibi hoşgörü için de geçerlidir. Hoşgörünün en önemli şartı, kişilerin başkalarının yaşamsal sınırlarını kabullenme ve anlayış göstermesidir. Hiçbir dıştan ve içten baskı altında olmadan kararlarında sübjektif olabilen ve hür bir çevrede yaşayıp bunu boş vermeyen ve alışkanlıklarında kısmen de olsa taviz verebilen kişi hoşgörülüdür diyebiliriz. Voltaire'nin dile getirdiği "Sizin fikirlerinize katılmıyorum, ama bu fikirlerinizi engellenmeden açıklayabilmeniz için, tüm gücümle çalışacağım" açıklaması hoşgörü için doğru bir örnektir.

Hoşgörünün en önemli temsilcilerinden Mevlana, "Ne olursan ol, gel" derken; Gandi diyor ki; "Hoşgörüsüzlük kendimize ve davamıza güvenmediğimizin bir işaretidir." Bugün bizi yönetenler, aynı topraklarda yaşamış aynı havayı solumuş hatta hepsinin örnek gösterdiği Mevlana gibi herkesi kucaklamıyorlar. Sadece seçim dönemlerinde ne olursan ol, gel bana oy at bencilliği içerisindeler. O zaman Gandi'nin lafı daha da anlam kazanıyor. Yaşanılan bu hoşgörüden uzak ortam; liderlerin kendilerine ve davalarına güvenmediklerinin bir işareti olabilir mi?