Sultan Alparslan 27 bin askeriyle Bizans topraklarında ilerlerken,keşfe gönderdiği subaylardan biri huzuruna gelip telaşla:“Sultanım,100 bin kişilik düşman ordusu bize doğru yaklaşıyor” demiş. Alparslan bu durumu hiç önemsemeden şöyle karşılık vermiş:“Merak etme biz de onlara doğru yaklaşıyoruz”
Yıllar önce  başrolünü Russel Crowe ‘un oynadığı Gladyatör adlı bir film izlemiştim.Bu filmde  İmparator Marcus Arelius’un hüküm sürdüğü zamanlarda Roma ‘da popülaritesi hızla artan General Maksimus rölündeki Crowe’un filmin başlangıç sahnelerinden birinde  bir savaşın hemen öncesinde son hazırlıklarını yaparken yanındaki komutanla olan diyaloğu ilgimi çekmişti.Komutan ona savaşın gidişatı ile ilgili bir tahminde bulunmasını istediğinde Maksimus komuta ettiği Roma ordusuna ve kendine o kadar güvenmektedir ki şöyle cevap verir:
“İnsan kaybedeceğini bilmeli.”

Bu filmden sonra hayatımın bazı evrelerinde insanların kaybedecekleri ya da kazanacakları zamanı bilip bilmedikleri sorusu zihnimi kurcaladı durdu ancak bir insanın kazanacağını bilmekten daha çok  kaybedeceğini bilip bilmediğini çok merak etmeye başlamıştım.Ancak bu noktada vardığım sonuç  şuydu:, Kazanacağınızı düşünerek kaybedebilirsiniz ancak kaybedeceğinizi bilmek kazanacağınızı düşünmekten daha önemlidir; çünkü gelecek sefere ancak böyle kazanabilirsiniz
Babamın son zamanlarıydı; ancak bazı insanların çok yaşlı oldukları  zaman dilimlerinde ölüm üzerine konuşmak istememeleri size mantıklı gelebilir  ama bizim bilge ihtiyar onlardan biri değildi. Bir gün bana bir konu üzerinde  tartışırken şunu söyledi: “İnsan öleceği zamanı bilir”

Bunu böyle söylemesi ilgimi çekmişti ama öte yandan her sonbaharın bitişi ile  kışa girerken ve ilkbaharın bitişi ile de yaza girerken bize “Bu kış ya da bu yaz aranızdayım” demesinden onun bu konuda gizemli bir öngörüsü olduğunu biliyorduk. Çünkü verdiği bu sözlerin hepsini tutmuştu; hepsini diyorum; çünkü bir şubat ayında aramızdan ayrıldığında, sonbahar ayları biterken “Bu kış aranızda olmayabilirim” demişti. Ve o günlerden bu yana Maksımus’un “insan kaybedeceğini bilmeli “ sözüne karşılık babamın “insan öleceğni bilir” sözü ile yer değiştirmiş gözüküyordu. Ama filmde General Maksimus’un karşısındaki ordunun başındaki kumandan besbelli ki bunu bilmiyordu, zaten bilseydi o savaş meydanında olmazdı diye düşünebiliriz. Ancak belki bir olasılıkla savaş söz konusu olduğunda o da askerleri ile birlikte kazanmaya değil oraya sadece savaşmaya gelmiş olmalıdır. İşte bu noktada İrlandalı yazar Bernard Shaw’un şu sözü tam da yerini bulur:  “Kahramanca can vermek yeteneksiz kişilerin ünlü olabildikleri tek yoldur.” Amaç ünlü olmaksa bu ifade tutarlıdır  ama bana göre anlamsız bir ölüm anlamsız bir yaşamdan bile daha anlamsızdır. Burada söz konusu olan kahramanlık değildir, anlamsızca yok olmaktır. İşte bu yüzden insanın kaybedeceğini bilmesi kadar bunun bir işe yarayıp yaramayacağını bilmesi daha önemli hale gelir..Büyük olasılıkla  Shaw haklıdır, çünkü yeteneksiz kişiler bunu bilselerdi kazanacakları bir yarışta olurlardı diye düşünebiliriz.

Şimdi başka bir yüzyıla gidelim yani  Abdülmecit Han’ın hükümranlık sürdüğü Osmanlı’nın çöküş yıllarına... Abdülmecit’in  ”Bu bizim oğlan tam derviştir” dediği kişi bugün bildiğimiz Osmanlı Sultanlarından olan  II.Abdülhamit’ten başkası değildir. Ancak o esnada şehzade olan Abdülhamit için babasının söylediği bu sözlerin anlamı daha sonra ortaya çıkacaktır.
O zamanlar şehzade olan Abdülhamit Efendi gençlik yıllarında ibadetine olan düşkünlüğü ve Arapçadaki başarısı nedeniyle farklı tarikatları incelemesi dikkatlerden kaçmıyordu. Bunlardan biri de Şazeli tarikatıydı. Günlerden bir gün  İstanbul’da Unkapanı önündeki bu Şazeli tekkesine yolu düşüp de içeri girdiğinde tekkenin şeyhi kendisini çoşkulu bir şekilde karşılamış ve aralarında bir sohbet başlamıştı.İş tasavvuftan devlet meselelerine  geldiğinde Şeyh Efendi, Şehzadeyi şöyle bir süzdükten sonra şunu söylemiş:  
“Evladım, kendini saltanata hazırla.”

Bu uyarı ona çok ilginç gelmiş olmalıdır çünkü Osmanlı’da Sultan I.Ahmet’le birlikte tahta geçme sistemi değişmişti yani saltanat artık babadan oğula geçmiyor ama sülalenin en yaşlı erkeği padişah ilan ediliyordu. Bu durumda II.Mahmut öldüğünde büyük oğlu Sultan Abdülmecit tahta geçecekti .Sultan Abdlmecit Han’ın ise sekiz oğlu vardı.Bunlardan en büyüğü Şehzade Murat ikinicisi  Abdülhamit Efendiydi. Yanİ, buna göre Abdülhamit Han’ın hükümdar olabilmesi için babasından sonra önce amcası Abdülaziz ardından abisi V.Murat tahta geçecekti. Amca Abdülaziz’in de çocukları vardı ama yaşça küçük oldukları için Abdülhamit’in önüne geçemiyorlardı.İşte bu durumda Şeyhin Şehzade Abdülhamit Efendiye kendini saltanata hazırla demesi çok değerli bir öngörü olmuştu..Daha zonraki zamanda ise gerçekten de  şazeli şeyhinin kerameti gerçekleşecek her şey hızlı bir şekilde birbiri ardına yaşanacak ve taht Abdülhamit’e kalacaktır.

Abdülhamit Efendi kazanacağını veya kaybedeceğini bilmiyordu ama şeyh onun kazanacağını yani tahta çıkacağını söyleyebilmişti. Bunlar bildiğimiz güçlü tahminlerden öte içten gelen ve tam olarak açıklanamayan bazı hisleri ya da  metafaizikle ilgili duygular olabileceğini söyleyebiliriz ancak şu var ki dışarıdan bakıldığında kolaylıkla tanımlayamadığımız bazı algılamaların olduğu bir gerçektir.

2001 yılında bir hastanenin 7.katındaki hematoloji servisinde yatan ve ancak oksijen desteği  ile zor nefes alırken yanında olduğum ve  çok iyi tanıdığım bir kadınla aramızda geçen diyalog benim için unutulmaz andır. Çünkü  benden  geride kalan iki çocuğuna göz kulak olmamı istiyordu ama bu  dramatik anı anımsarken asıl aktarmak istediğim şey ise onun yıllar önce belki en az 5 yıl boyunca 40 yaşında öleceğini söylemiş olmasıdır. Böyle şeyler çok eski zamanlarda söz konusu olsaydı belki bu tarz öngörüleri olan kişilere bir ermiş gözü ile bakılabilirdi ancak bugüne döndüğümüzde babamın “İnsan öleceğini bilir” sözünü hatırladığımda o kadının da benzer şeyler hissetmiş olabileceğini düşünüyorum.Tüm bu örneklere rağmen insanın kazanacağını hissetmesi karşısında rakibinizin kaybedeceğini hissedip hissetmediğini   hala merak ederim ancak yaşadıkça öğrendiğim ya da başka bir deyimle algılamaya çalıştığım tek  gerçeğin  ise  Shakespeare’in Hamet adlı oyununun .III.sahne I.perdesinde Prens Hamlet’in söylediği şu sözlerde yattığını kabul etmeliyim.”
 “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına
Yoksa diretip bela denizlerine karşı
Dur, yeter demesi mi?”
Peki, hayat sadece kazanmak ve kaybetmek üzerine mi kuruludur ? Soru buysa işte bu yüzden önemlidir olmak veya olmamak ifadesi. Çünkü bir şeyin olmasından çok olmaması dağlıyorsa yürekleri, öyle ise sevgili dostlarım, hatırlatın da  gelecek sefere yenilsek de, daha iyi yenilelim…