15 Temmuz'da gerçekleşmesi durumunda ülkemizi büyük bir kaosa ve uçuruma sürükleyecek darbe girişimi öncesinde ailemle birlikte tatildeydim. Tatiller her zaman benim için okumak, gözlemlemek ve düşünüp sonuçlar çıkartmak için fırsatlar oluşturmuştur. Bu yazımı da aslında geçen hafta taslak olarak planlamıştım. Ülkemizdeki vahim gelişmeler bu yazıyı yeni çağrışımlarla ancak bu hafta sizlerle paylaşmama olanak verdi. Ülkemiz için ve insanlık için her zaman en gerekli gördüğüm 'Hoşgörü' kavramının yeryüzündeki en önemli öğreticilerinden Mevlana ve Şems tatil sürecinde anlamaya gayret ettiğim düşünürlerdi.
Henüz çocukluk ve gençlik yaşlarında iken bile, yaşıtlarından çok farklı bir anlayış, düşünüş ve yaşayışa sahip bulunan Şems o günlerini şöyle anlatır: "Henüz ergenlik çağına girmemiştim. Aşk deryasına daldım mı, 30-40 gün hiçbir şey yiyemezdim; istekten kesilirdim. Günlerce açlığa, susuzluğa katlanırdım. Bir gün babam bana çıkıştı: 'Oğlum, ben senin bu halinden bir şey anlamıyorum; bunun sonu nereye varacak? Bu davranışlar seni felakete götürecek' Ben ona şu cevabı verdim: "Baba! Seninle benim babalık ve evlatlık ilişkimiz neye benzer bilir misin? Bir tavuğun altına tavuk yumurtalarıyla karışık bir de kaz yumurtası koymuşlar. Vakti gelip ve civcivler çıktığı zaman bunlar hep birlikte analarının arkasına düşer giderler yolda bir göl kenarına rastlarlar. Kaz yumurtasından çıkan civciv hemen kendisini suya atar; bunu gören ana tavuk, eyvah yavrum boğulacak der; çırpınmaya başlar. Aslında kaz yavrusu neşe içinde suda yüzmektedir. İşte seninle benim aramdaki fark da böyledir."

Bir kaz yavrusunun özü neşe içinde suda yüzmek olabilir. Bir kuşun özü göklere kanat açmak, ya da bir kedinin oyunlara dalmak. Benim sorum şuydu; bir insanı mutlu eden öz nedir? Hangi yaşantı insanın doğasına ve özüne en çok uyar? Bunu bir erişkin olarak kendi öğreti ve fikirlerimizle çok farklı fikirlerle açıklamaya gayret edebiliriz. Şems'in öğrendikleriyle dini bir yaşam amacı ve özü haline getirmesi bir yol olabilirdi ama bu ikincil öğrenilmiş bir davranış ve düşünce biçimi. O zaman bu sorunun cevabını çevremdeki bebeklerde ve küçük çocuklarda aradım. Tatil boyunca gözlemlemeye gayret ettiğim tüm bebeklerin ortak özelliği göz göze geldiğinizde gülümsemeleri ve sevgiyi paylaşabilmeleriydi. İnsanın özünü arıyorsanız eğer, hayata gözlerini yeni açmış varlıkların güdülerini gözlemleyiniz. Hepsinin ortak özelliğinin gülme; mutluluğu ve sevgiyi paylaşma arzusu olduğunu görebilirsiniz. Çocuk biraz daha büyüdüğünde dahi oyuncak için, kaydırak sırası için kavga edebilir bir varlığa dönüşebiliyor. İnsanın özündeki sevgi, yaşam denilen, medeniyet denilen kavramın parçaları eklendiğinde şekil değiştirebiliyor.

İnsan büyümeye başladığında bu özündeki değerleri merkezde tutarak ikincil kimliklerini edinse mutluluğa ulaşabilir. Bu yollardan biri de sevgi ve hoşgörüyü merkezde tutan dini anlayış da olabilir. Ama dini anlayışların bireysel huzur ve mutluluk aracı olmasından çıkartılıp nefret aracı haline getirildiğinde yaşanılan acıları tarihin sayfalarında hep görebiliyoruz. Bugün ülkemizde din; siyasete alet olarak kullanıldığında neler yaşanabileceğini sınamış olduk. Dini yapılanma içerisinde kendinden olmayanların hepsini birer düşman ve yok edilmeye layık gören katil sürüsü; birçok masum insanın canını gözünü kırpmadan alabildi.
Bu sebeple vatanını, ülkesini seven bizler; dini duygu ve görüşleri siyasetten ayıran Atatürk'ün laiklik ilkesini her zaman benimseyeceğiz. Okuduklarımızı, bildiklerimizi dostlarımızla paylaşmaktan vazgeçmeyeceğiz. Çünkü hepimizin özü adeta bebeklerinde gülücüklerinde, sevgisinde şifrelenmiş. Onların dünyasında ayrımcılık yok.