Eskiden kalma sağcı- muhafazakar bir hayaldir Küçük Amerika olmak. NATO'da bile değilken Amerikan çıkarları doğrultusunda, Amerika'nın idealleri uğruna; ay çiçeği gibi kocaman, sarı yüzlü insanları öldürmeleri için! Ya da en azından Mc. Artur keserken Koreli çocukları, bekçilik etsin! diye, Adnan Menderes hükümeti tarafından gönderilmişti Türk askeri, sınırlarımızın bilmem kaç bin kilometre ötesine. Sıradan insanlar olarak biz onlara "Kahramanlar, Gaziler" dedik. Değildiler. Amerikan Mandacılığının modern versiyonunun piyonu oldular. Bu olaya sadece "devletin verdiği görev" olarak bakarsan bu ifade oldukça ağırdır, biliyoruz. Ama ne diyordu Nazım Hikmet: "Köylü jandarmalar, köylüleri dövüyordu"... Söylemeliyiz.

1940'ların ikinci yarısından itibaren Türkiye'nin rol modeli Amerika'ydı. Çift Kabe dönemi başlamıştı. Biri Mekke'de biri Washington'da bulunuyordu bu Kabelerin... Osmanlı'nın duraklama dönemiyle başlayan Batılılaşma hareketi, batıdaki en uzak noktaya ulaşmıştı Fransa, İngiltere aşamalarını geçtikten sonra... Ağır mı geliyor bu yazı? Hiç de değil.
Hatta Amerika'nın her şeyi o derece iyi bildiği kabul ediliyordu ki! 1954'te dinsizler diye kapatılırken Köy Enstitüleri, 1960'larda Türkiye'den bir ekip gönderildi Amerika'ya, Amerikan eğitim sistemini incelesinler ve Türkiye'ye getirsinler diye. Ekip Türkiye'ye döndüğünde valizin içinden çıkanlardan biri de "dik yazı"ydı.
O tarihlere kadar yazmayı italik öğrenen dünyada Amerika, "Acaba daha mı işlevsel?" diye pilot uygulama olarak dik yazıya geçmişti. Buradan gidenler de onu görmüş "Amerika dik yazıyorsa onda bir şey vardır onu da alalım" diyerek Türkiye'ye uygulamışlardı.

Bir- iki yıl sonra Amerika, dik yazı uygulamasından vazgeçti. Pilot uygulama başarılı olmamıştı... Ama biz 45- 50 yıl kadar daha devam ettik dik yazmaya... Bu korkunç olayın Türk insanın yazma, dolayısıyla okuma etkinliğinde oldukça önemli ancak olumsuz bir etkide bulunduğunu düşünmüşümdür hep, neyse.

Tam hızla devam etti Amerikancılık. Birbirlerini aratmıyordu eksik olası, "adı batasıca" sağ iktidarlar. Amerika ile ilişkilerin maddi unsurlarını saymaya bu sayfalar yetmez ama Amerika ile kurulan manevi ilişkinin doruk noktasını, kendine sağcı- muhafazakar diyen mandacıların, Amerikan filolarının önünde namaz kılmaları oluşturmuştu.

Amerika, Sovyetlerin yayılma tehdidine karşı 1970'lerde Afganistan'da İslamcıları harekete geçirdi. Türkiye'de yeşil kuşak... Yunanistan'da başka bir şey, Filistin'de başka... Her ülkede bir operasyon yönetiyordu Amerika. Türkiye'deki İslamcıların büyük çoğunluğu, neredeyse tamamı (içlerinde Amerikan karşıtlığında gerçekten samimi olanlar da vardı), Amerikan ve İsrail karşıtlığından en çok pirimi elde etseler de bu sadece geniş kitlelerin desteğini almak için güdülen taktiklerden biriydi.

Ve işte bugüne kadar gelmiş geçmiş iktidarların en Amerikancısı, en işbirlikçisi, 51. Eyalet fikrinin somut adımı olan Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında, nihayet, Türkiye de kendi teröristlerini yaratma fırsatını yakaladı: İŞID. Aynı Amerika'nın El Kaide'yi yaratması gibi. Küçük Amerika yolunda önemli bir adım daha atılmıştı.

Tır tır, kamyon kamyon gidiyordu silahlar, Türkiye'nin yönettiği topraklarda bomba imalathaneleri yapıldığı bile yazılıp çiziliyordu. Kevgirden farksızdı sınırlar. Dokunanın kellesi gitmese de koltuğu 'hoop' gidiyordu. Yüzlerce Türk vatandaşı öldürüldü! Ekranlarda "O Ses Türkiye" varken. Umursanmadı.

Hata Almanya, Türkiye'yi dinletmişti de, o dinlemelere takılan en önemli şey Türkiye'nin İŞID gibi örgütleri desteklemesiydi... 21 Ağustos 2014 tarihine kadar Türkiye bu korkunç iddiayı yalanlamamıştı.
Yeri gelmişken söyleyelim ve tekrar Küçük Amerika'ya dönelim:
Devletlerin birbirlerinden istihbarat almak için her türlü numarayı yapması son derece anlaşılır bir harekettir. Kısaca casusluk/ casusculuk çok eski bir hikaye... Almanya'nın Türkiye'yi dinlemesi/ dinlemek istemesi bu anlamda son derece doğal. Ancak dinlemelere konu olan olaylar düşünüldüğünde, Türkiye'nin Almanya'ya, bir anlamda, "Aa ne ayıp!, Utanmadınız mı?!" gibisinden sözler söylemesi ise dış politikada tamamen dibe vurmaktır.

Tersten söylersek, günümüzde dinleme yapmak kadar kendini dinlettirmek/ dinlenmemek için tedbir almamak da hatadır. Hatta bizim Dışişlerinde, geçtiğimiz kış yaşanan "8 roketlik" dinleme skandalı da düşünüldüğünde, Türkiye'de dinleme yapmak için bardağı alıp kapıya dayamak bile neredeyse tamamen yeterlidir. Bu kadar denetimsiz, korumasız yani...
Bir başka ülkeyi dinlemek bir güç/ teknoloji ve üstünlük göstergesiyse, bir başka ülkenin seni dinlemesini önlemek de bir güç/ teknoloji ve üstünlük göstergesi. Bu cümleden sonra, bu paragrafların ana fikrini herkes çıkarabilir nasıl olsa, uzatmayalım.

Tayyip Erdoğan'ın "unsur" diye hitap ettiği teröristler, bir Amerikalı gazetecinin boğazını kesti, kıtır kıtır! Ekmek keser gibi! Daha önce de yüzlerce kişinin boğazını "İslam" adına kesmişti bu mahlûklar. Teröristler bunları yaparken, ortak inandığımız Allah da insanlar gibi sessizdi.

IŞİD, yüzlerce çukur kazarak binlerce insanı itip içine binlerce mermi boşalttı üzerlerine, öldürdü. Ve yine insanlar da Tanrı da sessizdi.
İŞID'li teröristlerin hayal güçleri yetemedi de adam öldürmeye, tuttu bir uçurumun kenarından, fırlattı attı aşağıya içtiği kola kutusu gibi zavallı insanları... İnsanlar sessizdi yaratan gibi.
Türkmenleri aile aile, sülale sülele öldürüyor hala İŞID'li teröristler. Ama bu kez bırak sessiz kalmayı sınır kapılarını bile kapattı Türkiye, katliamlardan kaçamasınlar Türkmenler diye! Pasaport istedi! Bir tane bile Türkmen kalmasa da Kuzey Irak'ta eminim: herkes yine sessiz kalacak, yine ortak inandığımız Allah gibi.
Hepsi İslam adına! Herkes sözüm ona Müslüman. Fark ne peki? Mezhep. Yani? Sen abdest alırken elini şöyle yıkadın, köpeği sevdin falan filan... Bir din ve bu kadar uçlarda radikal farklılaşmalar... Başka bir yerde ciddi ve büyük bir sorun var. Demek ki herkes heterodoks.

İşte bunları büyüten iki kişiden biri Tayyip Erdoğan diğeri Ahmet Davutoğlu.
Bir Başbakan ve bir Dışişleri Bakanı iken "Komşularla sıfır sorun- stratejik derinlik" adını verdikleri yeni Osmanlıcılık hayalleri uğruna düştük/ battık bu pislik çukuruna, boğazımıza kadar. 
Öyleyse boş boş oturmayın ahali! Gidip un alın, makarna alın, yağ alın, şeker alın... Biri geçen hafta Cumhurbaşkanı oldu diğeri Başbakan oluyor...
Amerika'nın bize verdiği rol gereği, yakında gireriz savaşa, Kore'deki gibi.
Ne de olsa başladık toprak kaybetmeye, Süleyman Şah türbesi gibi.