Geçtiğimiz yıl, Fransız-Tunuslu sanatçı eL Seed’in, Kahire’nin (Mısır) en yoksul bölgelerinden biri olan Manshiyat Naser’i tuval olarak seçmesi, tüm dünyanın ilgisini çekti. eL Seed, şehrin tüm çöpünün toplandığı bu bölgede, “Perception” (Algı) adını verdiği devasa bir duvar resmi yaptı.

Sanatçının yaklaşık elli tuğla binanın köşelerine, cephelerine sürdüğü mavi, turuncu, beyaz ve siyah boyalar, bölgedeki toz ve kirin arasında parlıyor. Herhangi bir noktadan bakıldığında rastgele, yama gibi gözüken şekiller, yakınlardaki Mokattam tepesinde yer alan kafeden bakıldığında birdenbire birleşerek Arapça kaligrafiyle yazılmış bir deyişe dönüşüyor ve bu çirkin binalara, bölgenin tarih ve kültürüne dair bir şey söyletiyor.

Burada yaşayan Hıristiyan nüfus; topladığı çöpleri ayrıştırıp, atıkların etkin ve kârlı bir şekilde geri dönüşümünü sağlayarak geçiniyor. Ancak bölge halkının çöplerin içinde yaşadığı düşünülüyor ve bölge pis ve marjinal olarak algılanıyor.

Sanatçının, bölge halkının kendisiyle ilişkilendirmesini gözeterek eseri için seçtiği deyiş, Üçüncü Yüzyıl’da yaşamış bir piskoposa ait: “Güneş ışığını net olarak görmek isteyen, önce gözlerini silmelidir.” eL Seed, bunun anlamını şöyle ifade ediyor: “Birini yargılamak istiyorsanız, önce gözlerinizdeki kiri, bir insan veya bir topluluk hakkındaki tüm yanlış kanılarınızı silmelisiniz. Bana göre hakikat, güneş ışığıdır.”

Bu şiirsel kaligrafiti (kaligrafi, tipografi ve grafitiyi birleştiren sanat biçimi), bakış açımızı değiştirdiğimizde gördüğümüzün de farklılaştığını fiziksel olarak ortaya koyması bakımından sembolik bir anlam taşıyor.


“Algı”nın planlanması bir yıldan fazla, hayata geçirilmesi ise bir ay sürmüş. Sanatçı, boyamayı çocukluk arkadaşlarıyla ve yerel halkın desteğiyle yapmış. Kendisini ve ekibini aileleri gibi karşılayan bölge sakinlerinin cömert, dürüst, çalışkan ve güçlü insanlar olduğunu ve bu süreç ile hayatındaki en inanılmaz insani deneyimlerden birini yaşadığını söylüyor.

Sanatçının, bir yere sanat götürerek orayı güzelleştirmek amacıyla değil, birçok insanın pek az bilgiye sahip olduğu bir topluluk hakkındaki “algıyı değiştirmek ve diyalog başlatmak” için yaptığı bu çalışma, amacına ulaşıyor; barışa ve birliğe hizmet ediyor. Eseri görmek için tepedeki kafeye giden çok sayıda insan bu bölgeyi farklı bir gözle görmeye başladı.

Hollandalı sanatçılar Jeroen Koolhaas ile Dre Urhahn (Haas&Hahn) da sanatın sınırları aşan ve köprüler oluşturan eşsiz bir elçi olduğuna ve akıllıca uygulandığında, sosyal değişimi kolaylaştırmak için güçlü bir silah olabileceğine inanıyor.

2005’te film çekmek için gittikleri Rio de Janeiro’da (Brezilya) yaşayanların yaratıcılığı ve iyimserliğinden etkilenen, aynı zamanda gecekonduların durumuna çok şaşıran ikili, ertesi yıl “yaşayan çevreyi dönüştürebilecek ve oranın sakinlerine gurur aşılayabilecek” sanat projeleri için fikirler geliştirmeye başlamış.


Böylece, “Favela Painting” (Gecekondu Boyaması) projesi doğmuş. İşsizlik ve eğitim sorunu olan gecekondu bölgelerinde uygulanan bu projede, bölgenin gençleri – özellikle işsiz olanlar, boyama eğitimi almış ve sanatçıların bölgeye özgü tasarımlarını hayata geçirmek için binalarda, sokaklarda boyama yapmışlar. Bu sayede gençlerin bir beceri edinmesi, gelir elde etmesi ve sosyalleşmesi sağlanmış. Bazı projelerde boya üretimi de bölgede yapılmış.

Rio’daki çalışmalarının yarattığı etki ve tüm dünyada gördüğü büyük ilgi doğrultusunda sanatçılar Philadelphia, Amsterdam, Haiti ve Curaçao’da da benzer projeler geliştirmişler.

Kahire’nin yoksul bölgesinin “çöp”, Rio’nun sabıkalı mahallelerinin ise “suç” dışında bir şeyle anılmasını sağlayan bu örnekler gösteriyor ki, sanatsal yaratımın yeni fikirleri ve eleştirel düşünceyi tetikleme, yeni eylemler oluşturma, ilham verme ve vizyon yaratma gücüyle, toplumların varsayımları ve önyargıları sorgulanabilir. Kültürel ve sanatsal ifade, derin ve kalıcı sosyal değişime etki eden bir araç olabilir.