Ne zaman uçakla bir yere gidecek olsam havaalanına zamanından önce ulaşmak konusunda bir tedirginlik yaşarım; o yüzden genellikle  erkenden gidip orada beklemeyi tercih ettiğim çok olmuştur. Bunun nedeni açık; yani oraya ulaşma konusunda yaşayacağım gerginliktense bunu orada beklemekle telafi etmenin daha anlaşılabilir ve huzur dolu olması.


Daha önce Türk Siyasi tarihinde  yedi kez  erken seçim kararı alınmış, muhafazakarların aldığı bu karar ile sekiz oldu ama işin ilginç yanı geçmişte seçime giden birinci partilerin 2015 seçimlerini istisna tutarsak her seferinde oy kaybetmiş olmaları, ancak bu durum bu karar alınırken, onları pek etkilememiş gözüküyor; demokratlara göre ise bu durum erken bir karar olmaktan çok acil bir karar..
Şimdi demokratlar kendilerini  2019’ daki seçimlere hazırlanırken, bu erken seçim kararı da neyin nesi diye şaşırmış olsalar da, ilk şoku atlattıktan sonra ”İşte karşımızda bu iktidardan kurtulmak için yine tarihi bir fırsat çıktı”  diye düşünmeye başladılar. Demokratların kurtulmak istedikleri iktidar partisi ise Muhafazakarların sürekli yeni oyuncularla takviye ettikleri bir kadrodan oluşuyor. Maç sürerken bazılarını değiştirmek zorunda kalsalar da şampiyonluk maçına bu kadro ile çıkacaklar.


Öte yandan bunlar olup biterken; bazılarının bildiği ama halkın pek bilmediği şeyin bir belirsizlik olduğu iddiasının sonucu olarak yatırımcıların belirsizlik karşısındaki  gerginliklerinin  yine halkı istemeden de olsa biraz daha yoksullaştırmasıydı. Çünkü  bu panik havası, söylendiğine göre;  döviz kurlarına yansıyordu  ama işin ilginç yanı bunun ilk anda   halkın çok da umurunda  olmamasıydı, çünkü  sadece var olma mücadelesi veren bu insanların çok büyük bir çoğunluğu  “Nasıl olsa bizim ne dövizimiz var, ne de malımız mülkümüz” diyerek kendilerini rahatlatıyor olsalar da  zaman geçtikçe, aldıkları her şeyin fiyatlarındaki artışla beraber, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlamış oluyorlardı. Bu durum bir zamanlar elektriği olmayan köye çok büyük bir elektrik faturası geldiğinde ciddiye almamalarına benziyordu; çünkü köylerinde elektrik yoktu ama daha sonra mahkemeden köye haciz kararı gelince işin ciddiyetini anlamışlar ve çareyi Ankara’ya yürümekte  bulmuşlardı. Sorun ise daha büyüktü. Borçlu olmadıklarını değil, köylerinde elektrik olmadığını kanıtlamaları gerekiyordu.
Bu arada bu tarz belirsizlikler genellikle ellerinde nakit parası olan spekülatörlere yarıyor olsa da, halkın bu karmaşada bir şeyleri ucuza kapatacak halleri yoktu  elbette .Piramidin en altında olanlar için dualarımızı eksik etmesek de onları kurtaracak olan  bu dualar değil, belirsizliğin ortadan kalkması olduğunu herkes biliyordu  ve işte erken alınan kararlar bu anlamı taşır. Erken mi, acil mi olduğunu tam olarak bilinmese de bu belirsizliği yok etmek için..Ama aşka güzelliğini veren olgunun belirsizlik olmasına rağmen ekonomideki bu belirsizliğin kaotik bir sonuç yaratıyor olması kabul edilebilir bir şey değildi.


Ancak bu esnada erken alınan kararlar ile acil alınan kararlar farklı olduğunu söylemeliyiz. Örneğin  erken doğum ya da erken yatırım ya da bir sebze ya da meyvenin erken toplanması erken seçim kararı gibidir. Ama acil kararlar ise apandisiti patlayan ya da kalp krizi geçiren birine yapılan acil müdahaleye benzer. Ama öte yandan işin doğası gereği erken ya da panik halinde alınan tüm kararlarda yanlışlık olasılığı en üst düzeydedir, çünkü yeterince hazırlık yapılamadığı gibi düşünme  süreci de en alt seviyededir. Bu duruma halk arasında buna “minareyi çalan kılıfı hazırlar” derlerse de, biz daha kibarca ve teknik anlamda ortada alınan bir risk olduğunu belirtmeliyiz.  


Şimdi demokratlar bu erken seçimin erkenden kaçmak anlamına mı geldiği yoksa erkenden bir başarıyı yakalama telaşı mı olduğu sorusunun cevabını bulmak zorundalar. Ama bu o kadar kolay değil; çünkü geçmiş başarısızlıkları onları yeniden soylu bir yenilgiye mi yoksa göz alıcı  bir zafere mi hazırlıyor, tam olarak emin olamıyorlar. Bu noktada şöyle bir anekdot durumu daha anlaşılır hale getirebilir: “Sultan Alparslan 27 bin askeri ile Bizans topraklarında ilerlerken, keşfe gönderdiği subaylardan biri huzuruna gelip telaşla:“300 bin kişilik düşman ordusu bize çok yaklaştı” demiş. Alparslan,hiç önemsemeyerek şöyle karşılık vermiş:“Biz de onlara doğru yaklaşıyoruz”  Bunu  severim, yani insan ne kadar zayıf olursa olsun iyi yenilmeyi de bilmeli. Nitekim İrlandalı oyun yazarı Samuel Beckett’in  şu sözü tam bu noktada yerini almalıdır: “Hep denedin, hep yenildin, olsun yine dene, bir kez daha yenil, daha iyi yenil” Bu durumda demokratlar kazanamasalar da daha iyi bir yenilginin, muhafazakarlar da daha onurlu ve anlamlı bir zaferi kucaklamanın hayalini kuruyor olmalılar.
“ Eğer oy vermek bir şeyi değiştirseydi oy vermemize izin vermezlerdi." demişti Mark Twain. Doğrusunu isterseniz şu noktada alınan kararın erken mi geç mi olduğundan çok bu sözlerin bana daha anlamlı geldiğini söylemeliyim. Seçimlerden çok toplumun değişime hazır olup olmamasını daha çok önemsiyorum aslında. “Artık siz değişime hazırsınız; değişin”  dediğinizde bu insanlar değişmiyorlar, bu tamamen bir diyalektik sorunu; yani karşıt kutupların nihayetinde bir senteze ya da uzlaşmaya varması gerekiyor. Bunun zamanından önce olmasını dilerdik ama yine doğa yasaları buna izini vermiyor, tıpkı zamanı gelmeden ne yaparsanız yapın konuşmayan veya yürümeyen bir çocuk gibi..İster erken olsun isterse geç olsun neyi seçeceklerini bilmeyen insanlar söz konusu olduğu sürece bunun nasıl bir anlamı olabilir ki? İnsan böyle anlarda tıpkı George Bernard Shaw’ un “Hepimiz yeniden doğmalıyız, sonra  bir daha ve bir kez daha demesine benzer bir şekilde, her şeyin yeni baştan kurulmasını hayal ederken buluyor kendini .Ama yine de şu sorunun gündemden hiç düşmeyeceğinin farkındayım. ”Evet, baştan başlamalı ama başı neresi?”


Bu değerlendirmelerden sonra yapılan her seçimin bir vazgeçiş olduğunu unutmadan ne yapacaklarını bilemeyen insanlar için yine de bir şans olduğunu düşünüyorum. O da çoğu zaman anlamlandıramadığımız sezgilerimizdir. Hiç kuşkusuz bu varsayım bilimsel bir çıkarım olmasa da bazen sezgilerimizle bile  neyin iyi ya da kötü olduğunu bulabiliriz, tıpkı vücudumuzdaki hücreler gibi, ya da onlara zarar verecek olan virüsleri ve bakterileri tanıyan antikorlar gibi…


Sonuçta dünyanın en saf insanı bile bir şeylerin ters gittiğini anlayabilir. Erken değil ama panik içinde alınan tüm kararlar erken bir kaçışı simgeliyorsa eğer;  unutulmaması gereken gerçek şu olmalıdır: ”Önemli olan kaçmak değil, mesele ne tarafa kaçtığınız”