İsveç, Avrupa'da göreceli olarak daha geç dönemlerde sanayileşen devletlerden biridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki geç sanayileşme sürecinde, bu yeni ekonomik ve toplumsal koşullar, İsveç'te gelir dağılımındaki adaletsizlik, işçi haklarının sınırlılığı gibi pek çok sorun doğurmuştu. İşte bu koşullar altında İsveç'te 1889 yılında kurulmuş olan Sosyal Demokrat Parti adım adım güçlendi ve 1914 yılında ülkenin en güçlü partisi konumuna geldi.

Erlander ve Palme gibi önemli sosyal demokrat liderlerin öncülüğünde 1950'lerde refah devleti fikri İsveç'te yerleşti. Öyle ki, İsveç'te bir sosyal demokrat kültür adım adım inşa edildi. Bu kültür ekonomi bağlamında olduğu kadar dış politika bağlamında da karşılığını buldu. Örneğin Vietnam Savaşı'na sadece Palme değil, İsveç halkının büyük bir kısmı karşı çıkmıştı.

Palme, iktidardan düşme pahasına nükleer santral karşıtı politikasını kararlılıkla sürdürdü. Onun ve İsveç'in etkisiyle Avrupa'da sosyal demokrasi güçlendi. Oysa İsveç'te son yıllarda, sosyal demokrat parti, sağ partilerin ekonomi politikalarını taklit eden bir çizgiye yöneldi. İsveç'te sosyal demokrat partinin refah devleti fikrinden cayma sürecine kapitalizmin büyük yayın organlarından önemli destekler geldi. Örneğin the Economist, "yeni" İsveç'i "Kuzey Yıldızı" olarak tanımladı. Reformlar çerçevesinde büyük kapitalist firmalardan azalan oranda alınan vergiler, özürlü yardımlarının bile neredeyse sıfırlanmasına yol açmıştı. Sağlık sistemi çökmüş, özellikle göçmenlerin ucuz iş gücü olarak insani olmayan koşullarda çalıştırılmasını devlet denetlemez olmuştu. 1990'lardan itibaren durum buydu İsveç'te. Geçen haftaki İsveç seçimlerinde Sosyal Demokratlar tarihinin en kötü seçim sonucu ile karşılaştılar. Sosyal demokrasi kültürünün hala çok güçlü olduğu bir ülkede oyların yalnızca % 28'ini alabildiler. İsveç'te kaybeden sol değildi. Kaybeden, sol politikalardan vazgeçen sosyal demokratlardı.