Aslında bu hafta için başka bir yazı konusu düşünmüştüm. Ancak; Pazartesi (27.07.2015) günü yaşadığım bir olay beni İZDENİZ için yeniden yazmaya yöneltti. Gene de yazmayabilirdim; lakin ondan iki gün önce Cumartesi günü başıma gelenleri hatırlayınca bunları karalamanın farz olduğunu düşündüm.

İçtenlikle söylemem gerekirse yakınma konularını işleyen yazılardan hiç hoşlanmıyorum. O zaman sormaz mısınız "Ey Şefik Koldaş, madem öyle niçin yakınırsın, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?" Belki bir ölçüde haklısınız, ne yaparsınız? Hani, gelin ne dermiş: "Hem ağlarım hem giderim". Benimki de ona benziyor, hem istemem hem yazarım.
Neyse, bu giriş kısmını bırakıp başımdan geçenleri bir ölçüde anlatarak asıl söylemek istediklerime geçeyim.

Efendim; üst bölümde yazdığım üzere Cumartesi günü otobüs ve metro seçeneklerini bir kenara bırakarak yani bir ölçüde keyif de almayı düşünerek eşimle birlikte Konak'tan Karşıyaka'ya geçmek için deniz yolunu seçtik. Vapur saatimiz 21.30'du. Yetişebilmek için çok çaba göstermiştik. İskeleye geldik, içerisi bayağı kalabalıktı. Ana salondan başka asıl kalabalık turnikelerle kapı arasında yoğunlaşmıştı. Ortada vapur filan yoktu, bizleri Karşıyaka'ya götürecek vapur 21.27'de iskeleye yanaştı, bir kalabalık bir kalabalık anlatılması zor. Neyse alel acele yolcuları indirdiler. İtiş kakış bu kez bizlerin vapura girme telaşı başladı. İskeleden hareket ettiğimizde saat 21.33'tü. Diyebilirsiniz; canım Şefik Bey 3 dakikadan ne olur? Hadi 3 dakika geç kalkmış ama merak etme Karşıyaka'ya gene zamanında yetişirsin. Düşünce doğru olabilir. Peki ama biz yaşlıların vapura yetişmek için gösterdiğimiz çabalar ne olacak? Hadi bizleri bırakın o vapurlara yetişmek için taksi tutanlar yok mu sanıyorsunuz? Onların boşa verdikleri paraların hesabını kim verecek? Bütün bunlar bir kenara iskeledeki o yoğunluk o itiş kakışlar uygarlık ölçülerine sığabilir mi?

Şimdi bunlar Cumartesi günü başıma gelenler. Oturayım özel mektup yazayım dedim, nedense vazgeçtim. Daha önce bu konularda yazdıklarımdan olumlu ve yapıcı yanıt almamıştım ki(!)
Ya bu Pazartesi günü yani evvelki gün yaşadıklarımı nasıl anlatayım? Cumartesiye nispet, sen misin 3 dakikadan yakınan?  Bu kez; Karşıyaka 19.00 vapuru 10 dakika geç kalkmaz mı? Gene vapurdan inenleri bekle, gene itiş kakış vapura koştur. Al sana Şefik Koldaş, sen misin yakınan, bak bakalım hem de o sıcakta turnikelerle kapı arasında çoluk çocuk, kadın erkek bir arada bunal da; vapurla seyahat etmek neymiş gör. O yolcuların içinde baygınlık geçirenler mi ararsınız, bağırıp çağıranları mı görürsünüz. Bunları yani orada olanları tam olarak yansıtıp değerlendirebilmek ancak video kayıtlarını izleyerek sağlanabilir.
Kısacası demem o ki: sorun kesinlikle vapur sayısı filan değildir. Kaç tane oldular galiba bünyemizde yedi tane kız gibi vapurumuz var ayrıca Turyol Şirketinin vapurları da hizmette. Daha ne olsun? Önemli olan bu araçların hareketlerini yolculara olumlu hizmet verecek şekilde planlamak.

Bir kere şu vapur gelsin de yolcular insin de yeni yolcular o zaman vapura binsinler uygulamasından kesinlikle vazgeçilmeli. İşletme ne yaparsa yapsın bu uygulamayı bırakmalı. Ne demek; ben, gelen vapurun yolcuların inmesini bekleyeceğim?  Neden bekleyeyim? Araplar boşa söylememişler "El intizarü eşeddün minel nar"* Bu kadar vapur arasında beni götürecek vapur mu bulunmaz? Bu bekleme sırasındaki sıkıntılı sadistik ortamı kaç yönetici yaşamıştır ki? Klimalı ofislerinden çıkıp buyursunlar gelsinler birlikte bir uygulama yapalım. Yakınmalarımızın haklılığı o zaman kesinlikle ve çok açık olarak kendini belli edecektir. 
Ne diyeyim? Off off off ben bunları yazarken bile sıkıldım.
Esenlikle kalınız...   
* Beklemek ateşten daha yakıcıdır.

Yazıma ek Not: Sn. Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç'ın Melih Gökçek'le ilgili olarak sekiz haziranda yapacağı açıklamaları bekliyorum.