İzmir'in gelişmediği, büyümediği, köy olarak kaldığı, başarılı gençlerinin hemen İstanbul'a kapağa attığı gibi söylemlerle geçirdik son 20-25 yılı. (Bu benim bildiğim, büyük olasılıkla daha eskisi de vardır.) Bazen rakamlar, istatistikler kondu önümüze; ama daha çok bir şehir efsanesi haline geldi bu söylem. Ya nasıl gelişecekti İzmir? Önce sanayiydi, fabrikaydı gelişmenin adı, son dönemde ise inşaat, gökdelen, AVM, proje...

Peki, tarihiyle, tarımıyla, turizmiyle, doğasıyla, deniziyle; hele son yıllarda tüm Türkiye'de farklılığın simgesi haline gelmiş insan yapısı ve kültürüyle, bu soğuk rakamlara, istatistiklere sığar mıydı İzmir? Bunu anlatmaya çalışanların etiketi de hazırdı zaten, "istemezükçüler".

Küreselleşme Rüzgarı

Hazır, 1980 sonrası esen "küreselleşme" rüzgarları ile tüm toplum "para kazanma", "yaşam standartını yükseltme" çemberine hapsedilmişken; "İzmir gelişmiyor" yaygarası ile; işadamından, emekçisine; beyaz yakalısından, çiftçisine; hepimiz esir alındık. Kahvelerde, meyhanelerde, ev sohbetlerinde konu eninde sonunda buraya geldi. Önümüze açık veya örtülü konan örnek neydi: İstanbul. Peki hangi İstanbul? 15 milyonluk nüfusu, içinden çıkılmaz trafiği, üst üste yığılmış binaları, gökdelenleri, AVM'leri, son kalan su kaynakları ve ormanları yağmalanan İstanbul.  Ha bir de, bir gün Ege'ye yerleşme hayalleri kuran mutsuz insanları ile İstanbul.

O zaman tarım toprakları imara açılabilirdi; turizm, deniz, kum, güneş üçgeninin içinde betonlaşmaya hapsedilebilirdi; doğa desen doğadan bol ne vardı; dereleri, Gediz'i temizlemeye ne gerek vardı. Planlama, yoğunluk, altyapı mı derseniz; onlar da neydi, yenir miydi, yemeklerden önce mi alınmalıydı, sonra mı?
Kapitalizmin zirve noktası olan "küreselleşme", zenginliğin tek ölçütünün para (maddi varlıklar) olduğu konusunda beyinleri yıkamıştı zaten. Eğri oturup, doğru konuşalım; hepimiz payımızı aldık bundan. "Zenginlik", "lüks", "teknoloji", "iletişim" diyen kapitalizm, hoşumuza gitti, kıskıvrak yakaladı bizi en zayıf yerimizden. 
Aydınlanmanın hedefi özgür bireyi, düzeni sorgulamayan bir müşteriye çevirmeyi (büyük oranda) başardı kapitalizm. Neyse, İzmir'i konuşuyorduk, nerelere geldik? Bu müşteri-birey eşleşmesini başka gün anlatırız artık.

Sakin olmalı

İzmir, değişik ilçelerinde farklı kültürler, adeta başka başka kentler barındırır. Ekonominin, kültürün, üretimin hemen her çeşidini barındıran, olağanüstü zenginliklere sahip İzmir, ilk önce sahip olduklarını korumalı, hatta üzerine titremeli.

Gösterilen (hadi süslenmiş, cilalı adını söyleyelim) "ekonomik büyüklük" oltasına takılıp; İzmir'in sahip olduğu (kalan) zenginlikleri yağmalatırsak, kısa vadedeki inşaat rantının büyüsüne kendimizi kaptırırsak; İzmir'i, İzmir olmaktan çıkaracağız tamamen. Ortaya İstanbul olmaya özenmiş, özendikçe şişmiş, mutsuz insanları ile sıkıcı bir kent çıkacak. "Bugüne kadar yağmalanmadı mı" diyeceksiniz; doğru, bari ne kaldıysa onu kurtaralım.  

Kısaca önce bir sakin olalım. Para, inşaat, gökdelen, AVM, proje sarmalındaki "İzmir gelişmiyor, köy kaldı" palavrasını bir kenara bırakalım. Kenti rahatlatacak, kimliğini koruyacak projeleri konuşalım, tartışalım.
İzmir'in üzerine bu kadar yüklenilirken, umut var mı? Ne diyeyim, pek umutlu da değildim ama, Gezi Parkı'nı yaşadık geçen sene.