Süleyman Gülen- Türkiye'de yaşanılan döviz kurundaki artışın vakıf üniversitelerini de etkilediğini söyleyen Prof. Dr. Cemali Dinçer, doluluk oranlarının yüzde 70'lere düşmesine rağmen Yaşar Üniversitesi'nde yüzde 92'lik kayıtlanma sağlandığını belirtti. Prof. Dr. Dinçer, "Yeni gelen öğrencilerle 10 bine yakın öğrenci sayısına ulaştık. 9 fakülte ve lisans düzeyinde 30 bölümümüz var. 12 tane ön lisans bölümümüz var. 1300 tane yüksek lisans öğrencimiz var. Bu yıl Türkiye ciddi bir döviz krizi denilebilecek bir süreçten geçti. Bu süreç de öğrencilerin üniversite seçim haftasına denk geldi. Bu da tüm vakıf üniversitelerini etkiledi. İnsanlar önünü görmek istiyor." diyerek süreci anlattı.

*Döviz kurundaki artış bütün sektörleri etkiledi. Eğitim bu süreçten etkilendi mi?

Bu yıl Türkiye ciddi bir döviz krizi denilebilecek bir süreçten geçti. Bu süreç de öğrencilerin üniversite seçim haftasına denk geldi. Bu da tüm vakıf üniversitelerini etkiledi. İnsanlar önünü görmek istiyor. Vakıf üniversiteleri ücretli olduğu için aileler plan yapıyor. Devlet bundan çok etkilenmez çünkü devlet üniversiteleri ücretsiz. Türkiye'de bulunan 70'e yakın vakıf üniversitelerinde ortalama ücret 35 ile 40 bin arasında. En yüksek Koç Üniversitesi'nin ücreti. Yıllık 74 ile 76 bin lira arası lisans eğitim ücretleri var. Bizim yeni öğrencilerimiz için belirlediğimiz yıllık ücret 35 bin Türk Lirası. Bunlar makul ücretler. İzmir'de şu an pek çok K12 okulu var. K12 okulları ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimi veren okullar. Bunlar ise yıllık 45-50 bin lira arası eğitim veren kolejler ve vakıf üniversitelerinden daha pahalı. İlk açılan vakıf üniversitesi Bilkent ile insanlar orta eğitim için para vermeye alıştı. İzmir'de ise insanlar 1950'de kurulan İzmir Türk Koleji ile bu duruma alışmaya başladı. Türkiye'de kaliteli eğitim isteyenler ücret veriyor. Bilkent ile insanlar vakıf üniversitesi kavramıyla tanıştı ve geçen 30 yılda 70 tane vakıf üniversitesi açıldı. İzmir'de 2 tane eğitim veren ve 1 tane de eğitim izni alan vakıf üniversitesi mevcut.
Ülkedeki genel ekonomik durum vakıf üniversitelerini zorluyor. Sanılanın aksine vakıf üniversitelerinde okuyan öğrencilerin aileleri A gelir grubunda değil. Birçoğu B ve C gelir grubunda. Bu insanlar çocuklarını daha iyi okutabilmek için fedakârlık yapıyorlar. İnsanların vakıf üniversitelerini ilk tercih etme nedenleri eğitim dillerinin İngilizce olması. Tüm vakıf üniversiteleri ekonomik krizin tercih ve yerleştirme dönemine denk gelmesi yüzünden çok etkilendi. Tercih edecek olan potansiyel grup da krizden dolayı tercihten vazgeçti. Bu durumdan dolayı Türkiye'de vakıf üniversitelerinin ortalama doluluk oranı yüzde 70'lere kadar düştü. Devlet üniversitelerinde yerleşme ve kayıtlanma hemen hemen birbirinin aynısıdır. Çünkü devlete yerleşen mutlaka kayıt olur. Çünkü para yok. Vakıf üniversitelerinde yerleşme birinci aşamadır orada oran yüzde 70 civarındadır. Bu oran bizim üniversitemizde bu sene yüzde 84 oldu. Bu çerçevede tepede yer alan ilk 20 vakıf üniversitesinden biri olduk. Bizim için başarı sayılabilir. Kayıtlanma süreci ise bizim en önemli sürecimizdir. Yerleşenlerin kaçı kayıt oluyor? Bu sene bu konuda çok başarılı bir dönem geçirdik ve yerleşenlerin yüzde 92'si üniversitemize kayıt yaptırdı. Daha sonrasında ise ek kontenjanlar açıldı ve bu kayıtlanma 1 Ekim'e kadar devam edecek. Ek kontenjan süreci ile de yüzde 100'lük kayıtlanma oranına ulaşacağımızı düşünüyorum.

*Yaşar Üniversitesi ile diğer vakıf üniversitelerini karşılaştırsanız neler söylersiniz? Türkiye'deki vakıf üniversitelerinin durumunu değerlendirir misiniz?

Yaşar Üniversitesi tıp ve sağlık bilimleri dışında tüm alanlarda yaygın eğitim veren bir üniversitedir. Birçok programımızda eğitim dilimiz İngilizce. Lisans ve yüksek lisans programlarımız mevcut. 10 tane alanda doktora programı veriyoruz. 30 alanda da master programlar veriyoruz. Lisans programında mühendislikten iletişime, işletmeden insan ve toplum bilimlerine kadar programlarımız var. Çok güçlü akademik kadromuzla hemen hemen tüm mühendislik branşlarında eğitim veriyoruz. Güçlü akademik kadromuz olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İleri düzey eğitim programları uyguluyoruz. Mühendislik bölümlerimizde her sene yüzde 100 yerleştirme ve yüzde 100 kayıtlanma oluyor. Geçen sene ön lisans olarak yeni açtığımız mimar restorasyon programımız var. Türkiye genelinde çok revaçta olduğu için biz de açtık. Yüzde 100'lük doluluk oranı sağlanıyor. Bunun altında hemen 2 senede meslek sahibi olayım ya da Dikey Geçiş Sınavı ile başka bir bölüm daha okuyayım düşüncesi yatıyor. Ön lisans eğitim programlarının ücretleri lisansların yarısı kadar olduğu için ben bunu avantaj olarak görüyorum. Çünkü daha sonra lisans programına girip 2 senede 1 diploma cepte oluyor. Dikey Geçiş Sınavı seçiminin olması da ön lisans programını tercih edenlerin sayısını arttırıyor. Bizim çok önemsediğimiz ve başarılı olduğumuz kaldıraç sistemi var. Kaldıraç şu demek: Her verdiğiniz bursa karşılık kaç tane ücretli öğrenci geliyor? Bu sistemde vakıf üniversitelerinde Koç Üniversitesi birinci sırada. İkinci Sabancı'dır, biz ise beşinci sıradayız. Koç Üniversitesi'nin ortalaması 2.63. Yani her verdiği bursa karşılık ortalama bu kadar insan ücretli olarak orayı tercih etmiş. Bence asıl gösterge bu. Çünkü kaldıraç üniversitenin prestijini gösterir. Akademik hayat için bu kaldıraç oranı çok önemlidir. Kaldıraçta üst sırada olan üniversiteler hem çok tercih edilir hem de sürdürülebilir bir program haline gelir. Adını vermek istemediğim bir üniversite bu olayı yüzde 100 burs, yüzde 100 yerleştirme ve yüzde 100 kayıtlanma olarak sağladı. O zaman devlet üniversitesinden bir farkınız kalmaz ki. Ücret almamış oluyorsun. İç Anadolu'da bir üniversite aynı şekilde yüzde 90 burs şeklinde bunu sağlamış durumda. Bunu devam ettiren üniversitede vakıflar bursu kesecektir. Burs kesilip para akışı durduğunda da eğitim bitecektir. Dünyanın en iyi üniversitesi Harvard'ı herkes bilir. Yıllık eğitim ücreti 70 bin doların üzerinde ancak herkes o parayı vermeye razı. Bu çok güzel bir şey. İşte kaldıraç bu durumda çok önemli.

"En çok KHK'lı öğrenciyi biz aldık"

*Yerleşkenin son durumu nedir?

Üniversitemizin bulunduğu Selçuk Yaşar Kampüsü'müz şehrin ortasında, hemen yanında metro istasyonu bulunan bir alanda. Ulaşımı çok kolay. Şu an bu kampüsümüzün 8 bin öğrenciyi ağırlama kapasitesi bulunuyor. Kampüsümüzü yenileme projemiz var. Şu anki yerleşkemizin 10 bin öğrenci ağırlayacak olmasının nedeni şu. 2 sene önce Türkiye'de 15 tane vakıf üniversitesi kapatıldı. 3 tanesi de İzmir'deydi. Bunların çok ciddi öğrenci sayıları vardı. Türkiye'de kapatılan 15 üniversitenin bünyesinde 70 bin öğrenci bulunuyordu. Bu öğrenciler devlet ve vakıf üniversitelerine dağıtıldı. KHK ile kapatılan vakıf üniversitelerindeki öğrencilerden bünyesine en çok öğrenci alan vakıf üniversitesi Yaşar Üniversitesi oldu. KHK'dan sonra 2 bine yakın öğrenciyi biz bir anda elimizde bulduk. En çok öğrenciyi biz aldık. Bir şekilde bizi tercih ettiler. Çok şanslıydık ki ek binamızı yeni bitirmiştik. Bizim düşüncemiz o ek binanın kapasitesini zaman içerisinde kullanmaktı. KHK durumu olunca birden yüzde 100 kapasiteyi kullanmaya başladık ama hazırlıklı yakalandık. Bir sorun yaşamadık. Bunlar bir şekilde mezun oluyor. Geçen sene ise 300 tane KHK öğrencisini mezun ettik. Bu yıl ise 400'ünü mezun ettik. Geriye bin 300 tane kaldı. Bu öğrenciler mezun oldukça yeni öğrencilerin kapasitesi 9 binin üzerine çıkmayacaktır. 9 bine bu kampüs çok rahat yetecektir. Kampüsü yenileme düşüncemiz 'Aman kapasiteyi arttıralım, daha çok öğrenci alalım' değil. Biz fiziki mekanlarımızın kalitesini arttırmak istiyoruz. Daha fazla laboratuvar, daha fazla stüdyo. Öğrenci başına düşen metrekareyi arttırmak istiyoruz. Yoksa öğrenci arttırmak istemiyoruz. Ancak yeni bölümler açıyoruz. Mesela geçen sene mutfak sanatları ve gastronomi açtık, çok talep olan bir bölümdü. Bu sene makine mühendisliği bölümü açtık. 4. sınıfa gelesiye kadar bu bölümlerin sayısı doyuma ulaşacaktır. Yeni medya ve gazetecilik açtık. Mimar restorasyon açtık. Bu yeni bölümlerin nüfusu artacak ancak zaten 2 bin KHK'lı öğrenci gidince benim sayım 8 bine düşecek. Bu sayının bin 200'ü zaten yabancı diller yüksek okulunda olacak. Bin 300'ü de lisans üstü programlarda genellikle akşam saatlerinde gelecek. Ek-1 kapasiteyi çok az kullanıyorlar. Mevcut kapasiteyi gece değerlendiriyorlar. 8 bine gelesiye kadar çıkan öğrenci giren öğrenciden fazla olacağı için nüfus azalacak. Bu yerleşke de buna rahat rahat yetecektir. Rektörlük girişinde bulunan yeni kampüs planımız ise kapasite arttırmaya yönelik olmayacak. Binalarımızın ve mekanlarımızın kalitesini arttırmaya yönelik bir şey.

*Yaşar Üniversitesi mezunları için ne gibi avantajlar sağlıyor ve istihdam yaratıyor?

Bizim Kariyer ve Mezunlar Merkezi diye bir merkezimiz mevcut. Tüm vakıf üniversitelerinde bunun gibi birimler vardır. Vakıf üniversitelerinin devlet üniversitelerine göre şöyle bir zorluğu var: Mezunları için onların hayatını kolaylaştıracak, iş bulmasını sağlayacak, onları geliştirecek birimler kurması lazım. Kariyer ve Mezunlar Merkezi'mizin de ana amacı budur. Biz şunu yapıyoruz: Bünyemizde bulunan bölümlerin sektörleri ile bağımızı hiçbir zaman koparmıyoruz. İşletmeden, iletişimden, mühendislikten vb. sektörlerden yöneticiler gelir ve üniversitemizde seminerlere katılıp öğrencilerle buluşur. Kariyer günleri adı altında düzenlediğimiz etkinliklerde öğrencilerin stajyerliğini veya işe alım süreçlerinin temelini atarız. Mezunlarımızı takip ederiz. Kim nerede çalışıyor, bunu takip ediyoruz. Bu çağda bunu yapmak çok kolay. Sosyal medya var, e-mail var. Önceden bu çok zordu. Mesajlaşırdınız ya da mektupla kontrol ederdiniz. Mezunun nerede olduğunu bulmak çok zordu. Mezunlar sosyal medyayı ve interneti çok aktif kullanıyor. Profesyonel programlarla da bunu öğrenmem çok kolay oluyor. Hemen tüm mezun listesini önüme döküyor. Bu sayede Avrupa ve dünyaya açılmış olan mezunlarımı görme şansım oluyor. Portekiz'de mühendislik yapan mezunuma, Almanya'da Mercedes Fabrikası'nda çalışan mezunuma ve İngiltere'de çalışan mezunuma erişim imkanım çok kolay. Önceki dönemlere göre mezunlara erişim oranım artık yüzde 90 civarında. Yaygın mezun veriyoruz. 10 yıldır mezun veriyoruz ve bu bir üniversite için çok da büyük bir geçmiş değildir. Harvard, Oxford gibi üniversiteler çok köklü geçmişe sahip oldukları için oradan mezun olanların torunlarının torunları Avrupa'da önemli şirketlerin başına geldi. Türkiye'de ise İTÜ, ODTÜ ve Boğaziçi mezunları bu şekilde tepelere geliyor. Bizim mezunlarımızın bu şekilde tepelere gelmesi için daha birkaç 10 yıl geçecek. Geçtiğimiz 10 yıl bunun için kısa bir süre. 20 yıl, 30 yıl geçecek ki profesyonel olarak bir Yaşar Üniversitesi mezunu önemli şirketlerde tepelere gelecek. Sırf babaları sayesinde önemli şirketlerin başına çok genç yaşta geçen insanlar var. Eğer babaları Koç veya Sabancı olmasaydı profesyonel olarak o yerlere gelebilirler miydi? Hayır. Bilgi ve beceri ile ne zaman tepelere insan gelir bu sefer onlar Yaşar mezununu almak ister. ODTÜ, İTÜ ve Boğaziçililer öyle. Ben de işe alırken bunu dikkate alıyorum. Başta bir değerlendirme yapman gerekiyor.

"Mezunların istihdam oranı % 70"

*Mezunlarınızın istihdam oranı nasıl?

Mezunlarımızın yaklaşık yüzde 70'inin bir şekilde istihdam edildiğini görüyoruz. Bu fena bir oran değil. Yüzde 30 ile ilgili elimde istatistik bile yok. Mezun olan herkes işe girmiyor, master'ım da olsun derdine düşerek okumaya devam ediyor. Mezunlarımızdan vakıflarımıza veya üniversitemize dönüş gibi bir şey olamaz, dediğim gibi daha 10 yıl oldu. Daha onlar hayat mücadelesi veriyor. Ancak yüzde 70'teki kişiler profesyonel olarak bir yerlerde çalışan kişiler. Bu önemli bir gösterge. Senin mezunun sektörde bir yerde iş bulabiliyor mu? Artık dünyadaki konjonktür öyle, kolay değil. Üniversite mezunlarının otomatik iş bulma garantisi bundan 30 yıl önceydi. Öyle bir garanti yok artık. Dünyada da yok. Ben Yaşar Üniversitesi mezunlarının istihdam edilme istatistiklerini iyi görüyorum. Onun için sloganımız, "Geleceğiniz güvende." Kimsenin geleceği güvende değil ama. Rektör olarak benim birinci önceliğim mezunları takip etmek ve onlara mutlaka ulaşmak. Onların nerelerde çalıştığından çok burada aldıkları eğitimleri işlerinde ne derece kullandıklarını öğrenmek istiyorum. Bunu istiyorum ki eğitim programlarımı buna göre iyileştireyim. Mezunlarımızın gelip burada öğrencilerle bu deneyimlerini paylaşmasını önemsiyorum. Akademik kurullarımızda mezun temsilcilerimizin olmasını istiyorum. Müfredat yapılırken onların da fikirlerinin alınmasına inanıyorum. Biz mutlaka yeni müfredat yaparken bir ya da iki mezun çağırıyoruz. Endüstri mühendisliği müfredatını yenilerken 3 tane mezun arkadaşımızı çağırdık ve onlar bize çok güzel geri bildirimlerde bulundu. Kendi dönemlerindeki bazı derslerin yararlı ve bazılarının yararsız olduğunu bizimle paylaştılar. Türkiye bu konuda çok zayıf. Kişi Amerika'da, Kanada'da İngiltere'de seçtiği bölümden mezun olduktan sonra 5 ve 10 yıl içerisinde o sektörde ne kadar para kazanacağını bilir ve ona göre o bölümü seçer. Türkiye'de böyle istatistikler yok. Biz sadece tahmin edebiliriz.

*Türkiye'deki yüksek öğretimi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üniversite hayata atılmadan önce son durak. Öğrencilerin aldığı eğitim hamura benzer. Ona şekil veren eller ise üniversitedir. Bir hamur ne kadar kaliteli olursa o kadar güzel şekil alır. K12'den gelen öğrencilerin hamuru çok güzel şekil alır. Ben 2 yıllık ön lisans ve 4 yıllık lisans eğitimiyle bütün 12 yıllık açıkları kapatamam. Önce 12 yıllık sürecin iyi olması lazım ki üniversite bir işe yarasın. En fazla hasar onarma yapabilirim. Türkiye'deki üniversite eğitim sistemi kara kutudur ve buraya 12 yıllıktan öğrenciler gelerek bu kutuda yoğrulur. Buranın girdi ve çıktı kalitesi vardır. Türkiye'deki hiçbir yüksek öğretim kurumu bu çıktı kalitesini anormal yükseltemez. Mühim olan bozanlardır. Girdi kalitesini daha da bozanlar var maalesef. O hamuru yoğurmayı beceremeyip onu bozanlar var. Benim burada en çok önemsediğim şey ise müfredat, eğitim programı. Çağdaş eğitim programı uygulamanız gerekiyor. Bunun için de dünyaya bakacaksın. Mesela ben endüstri mühendisliğinde mi ders veriyorum. Bu konuda en iyi müfredata sahip olan 5 üniversitenin eğitim programlarını tak diye önüme dökerim. Artık bu çağda çok kolay. Eskiden kataloglara bakmam gerekirdi. Bunların 4 yılda ortak olarak ne öğrettiğine bakarım. Bu ortak akıldır. Bir de dünyada en iyi 5 üniversitenin de 4 yıllık eğitim programlarını dökerim. Bakarım Türklerle neler ortak, neler değil. Ülkemizdeki diğer üniversitelerin programlarına da bakıyorum ve bu konuda çok acı bir şey söylemek istiyorum. Ben 35 sene önce mezun oldum ve aynı programı hala okutan okullar var. Yahu çağ hiç değişmedi mi? Bilgisayar dediğin şey bir şeyi etkilemedi mi? Benim eleştirim buna. Devlet üniversitelerine çok kaliteli öğrenciler eğitim ücretsiz diye gidiyor. Müfredattan daha önemli olan ise akademik kadrodur. Müfredatınız çağdaşsa, akademik kadronuz iyiyse girdi kaliteniz sürünmüyorsa mutlaka çıktı kalitesi yüksek olur. Ben bunu önemsiyorum, benim misyonum bu. Bu müfredatı yürütecek akademik kadro da her zaman çok önemlidir. Benim Türkiye'deki yüksek eğitim sistemine eleştirim, akademik kadronun niteliği üzerinedir. Nitelikli akademik kadrolar maalesef çok fazla yok. Devlet üniversitelerinde bazı az alıp çok veren akademisyenler var, takip ediyorum; takdir edilesi, elleri öpülesi insanlar. Onlar insan yetiştiriyor. Türkiye'de kalifiyeli üniversite mezunları varsa onlar sayesindedir.