İzmir'in metro istasyonlarından İzmirspor durağındaki İspanyol sanatçı Almacino Gonzales Andres tarafından yapılan 'Müzisyen' adlı mitolojik figür olan heykelin başına gelmeyen kalmadı. Müstehcen olduğu gerekçesiyle örtülen, zincirlenen heykel sonunda parçalandı. Yaklaşık 5 yıldır aynı yerde duran ve 1,5 ay önce yapılan habere kadar tepki çekmeyen heykel, sonrasında yapılan haberlerle müstehcen diye tanımlanmış ve milletin ahlakını bozduğu gerekçesiyle de tepki görmüştü. Tepkiler sonunda da parçalandı. Bir haber ajansı tarafından ilk olarak 'Rahatsız olan vatandaşlar, heykelin kaldırılmasını istiyor' diye yapılan haberde, rahatsız olan kimsenin fotoğrafı, görüntüsü ya da ismi yoktu. Sonrasında bütün haberciler, konuya ilgi gösterdi ve toplumun ahlakını bozan heykel, bir 'ahlak kahramanı' tarafından parçalandı.

Parçalanan heykel sonrası şiddetin toplumun içinde neden bu kadar yaygınlaştığını ve konuyla ilgili düşüncelerini sorduğumuz Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Engin Önen, 'Yaşanılan bu olay toplumumuzda sürpriz değil. Toplumda gerek siyaset gerekse de değerler üzerinden ciddi bir kutuplaşma oluşmaya başladı. Siyasi çatışmalarda kullanılan sert dille toplumun değerleri çok fazla kullanılıyor. Bunun sonucunda da giderek fanatizm yükseliyor. Fanatizm yükseldikçe de aynen futbol taraftarlığındaki gibi şiddete meyilli bir ortam oluşuyor. Herkes o değerlerini korumak adına diğer insanların hayatlarına, özgürlüklerine ve sanata karşı toleranslarını giderek azaltıyor. Değerler üzerinden yürütülen mücadelelerin kutuplaştırıcı etkisinin tabana da çok fazla yansıdığını görüyoruz. Sevmediği için gazeteciye bile saldırılabiliyor. Sevmiyorsun ama tolerans ve saygı gösterilmeli. Bu da kalmadı. Artık farklı yaşam, anlayış ve sanata karşı saygı ortadan kalkarken, şiddete uygun bir ortam giderek artıyor. Zaten buna potansiyelimiz yüzyıllardır var. Doğu toplumlarındaki olan bu potansiyelimiz de özellikle siyasetin tetiklemesiyle artıyor. Siyasetin değerler üzerinden üretilmesi ve pekiştirilmesi şiddete eğilimli ortamı da besliyor. Siyasetin tabanlarını değerle üzerinden sıklaştırması şiddeti daha da doğuracak ve şiddetin artması sürpriz olmayacak. Çünkü farklılıklara karşı tolerans ve saygı her geçen gün azalıyor. Zaten devlet adamları ve politikacıların ürettiği bu duruma da eğitim ve medya üzerinden bir süredir yatırım yapılıyor' diye konuştu. 

Onlar yıktıkça, bizler daha çok dikmeliyiz

Heykelin parçalanmasından önce bu parçalama gücünün nerden alındığının sorgulanması gerektiğini belirten Heykeltıraş Mustafa Toygar, sözlerini şöyle sürdürdü: En başından bu gücü ve cesareti nereden aldıkları belli oluyor. Daha öncesinde de Mehmet hocanın Kars'taki çalışmasına ucube diye söylem üretilmişti. Sonrasında da bunları yaşıyoruz. Onlar yıktıkça biz dikmeye devam edeceğiz. Önemli olan nicelikten ziyade niteliktir. Bu gücü nereden aldıkları çok önemli. Bu gücü şu anki hükümetten, hükümetin başında olan ve kendini başkan olarak niteleyen insandan alıyorlar. Heykel yıkmanın, heykele karşı olmanın ya da insanlara karşı olmanın, heykelleri put olarak algılamanın doğru bir şey olduğunu, meşru bir şey olduğunu düşünen insanlar, çocukların erken yaşta evlenmesini de meşru bir şey olarak görür. İşin özü Ortaçağ'a doğru gerilediğimizdir. Ancak İzmir gibi bir şehirde bunun yaşanması üzücüdür. Öncelikle İzmirliler bu durumu yargılamalı. Çünkü dünyanın birçok yerinde metrolar sanat eserleriyle doluyken ve İzmir metrosunda bu tarz şeylerin eksikliği yaşanırken, var olan eserin kırılmasının üzerine gitmeli ve daha çok heykel dikmeliyiz. Bunlar artık bizim için doğal şeyler olmaya başladı. Zaten işi meşru hale getirmek istiyorlar. Eskiden bırakın heykel yıkmayı, bir yerden bir yere heykel taşımak için yetkili kurumlardan bir sürü belge almanız gerekiyordu. Şimdi ise heykele put gibi bir düşünceyle yaklaşılıyor. Heykel kırma eylemleriyle kendilerini marjinalleştirmeye çalışıyorlar. Bunlar cezalandırılmalı ve yapılan cezalandırılmalar da teşhir edilmeli. Çünkü teşhir edildikçe bu tarz şeyler azalacaktır.

'Kırılmasına karşıyım ancak suçlu Kocaoğlu'dur'

Heykelin yıkılmasına karşı olduklarını ancak kaldırılması için iki kere protestoda bulunduklarını söyleyen Karabağlar Belediyesi AKP Meclis Üyesi Emrullah Kavuz, 'Heykelin kaldırılması için iki kere protesto eyleminde bulundum. Birinde bezle cinsel organlarını kapattım. İkincisinde ise zincirle kilit vurduğumuz protestoda, sayın Kocaoğlu'na, kamu malına bu uygunsuz bir heykel bile olsa zarar vermeyeceğimizi belirttik. Vatanını, milletini seven ve Gezici gençleriniz gibi devletin mallarını yakıp yıkmayacağımızı söyledik. Biz buna karşıyız. Yürüyen merdivenlerin başındaki heykelin cinsel organı tamamen gözüküyor. Oradan da vatandaş mecburen geçiyor. Yani vatandaş heykelin cinsel organını görmeye mecbur bırakılıyor. Heykelin oradan kaldırılıp vatandaşın görmek zorunda kalmadığı bir yere konulmasını istedik. Sonrasında heykel kırılmış. Kıranı da tanımıyorum. Buradaki olayın en büyük suçlusu Başkan Aziz Kocaoğlu'dur. Heykelin olduğu durak Karabağlar Belediyesi'nin sınırları içinde bulunuyor. Yüzlerce bayandan şikayet aldım. Heykelin kaldırılması durumunu da defalarca Kocaoğlu'na ilettik. Ama Kocaoğlu ille de belediyecilik hizmet anlayışım bu ve bu anlayışımda halka cinsel organ göstermek var der gibi vatandaşı mecbur bıraktı. Kırılmasını kesinlikle tasvip etmiyoruz. Kırılmasına karşı olduğumu yapmış olduğum protestolarda da gösterdim. Duyduğum kadarıyla heykeli kıran da belediyeden işten atılmış ve çocuğu kesinlikle tanımıyorum' dedi.

Sünni İslam'ın putlarla olan kavgası canlandırılıyor

Sistematik olarak tepeden üretilen ve tabanda karşılığını bulan şiddet eylemlerinin bir yansıması da sanata-kültüre olan saldırılardır diyen Psikolog Burcu Ovacık, sözlerini şöyle devam ettirdi: Sünni İslam'ın putlarla olan eski kavgasının yeniden canlandırıldığını, köktendinci bir anlayışın her alanda kendini hissettirdiğini görüyoruz. Bunun bir sonraki adımı Ramazan'da oruç tutmayanları kafir olarak niteleyip linç etmek olabilir. Bu örnekleri çok sık duyuyoruz. Maalesef devleti yönetenler de kendi sivil askerlerini yarattı. Bu sivil güçler aracılığıyla, muhafazakarlaşmaya karşı duran herkesi ehlileştirme, sindirme, yok etme gibi yollara alenen başvuruyorlar. Sanatın ve kültürün hedef alınması asla tesadüf değildir. İdeolojik bir seçim ve 'Sizin aydınlanmaya dair yarattığınız birikimi silmeye kararlıyız' deniyor. Çok ciddi bir saldırı altındayız. Bütün bu politikanın en çok da, sınıfsal çelişkileri, açlığı, baskıyı ve eşitsizliği görünmez kıldığını söylemek isterim. Toplumda, manipüle edilmeye çok açık bir kitle var. İzmir'de bu tarz saldırıların artmasını da çok anlamlı buluyorum. Sekülerizmin kalesi olarak anılan bir şehrin seçilmesi tesadüf değil. Sessiz kaldığımız surece bu saldırılar artacak. İdeolojik bir savaşın içindeyiz. Hala taraf tutmamakla övünenlerin, durumun vahametini kavramayanların ya da kavrasa da umursamayanların çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Hala güvendeyiz, bizim dışımızdaki tehlike dolu dünya bize dokunmaz gibi yaşamayı sürdürüyoruz. Ya biat edeceğiz ya da başkaldıracağız. Çok keskin bir dönemden geçiyoruz. Psikolog olarak önerebileceğim anlamlı şey ise, sessizliğe gömülüp, yenilgiye kapılmamak, çaresizlik hissetmemek ve direnme gücümüzün farkına varmak olacaktır.