Gamze Geçer- Tarım 4.0 için verimlilik ve kalitenin arttırılması gerektiğine ve bunun içinde Türkiye'nin Ar-Ge'ye yatırım yapması gerektiğine vurgu yapan Kestelli, '2016 yılında ülke olarak yaklaşık 7,3 milyar Euro Ar-Ge harcaması yapmışız. Tarım, gıda ve içecek sektörlerinde yaptığımız Ar-Ge harcaması ise yaklaşık 310 milyon Euro. Bu rakam toplam Ar-Ge harcamalarımızın ancak yüzde 4'ü kadar. Türk özel sektörünün, gıda ve içecek sektörü dahil edilmeden tarım için yaptığı Ar-Ge harcaması ise sadece 5 milyon Euro. Böyle bir ortamda tarım 4.0 dediğimiz teknolojik dönüşümü gerçekleştirmek ancak kaliteli girdilerin ve teknolojik ürünlerin ithalatı ile mümkün olabilir' dedi.

Dünyada çok hızlı bir dönüşüm yaşandığını ve tarihin en eski uğraşısı olan tarımın da değişmesi gerektiğini söyleyen İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, 'Artık karşımıza akıllı tarım, hassas tarım, tarım 4.0 gibi yeni kavramlar çıkıyor. Eğer hızla gelişen bu teknolojiler ile maliyetlerin düşürülmesi, verim ve kalite artışının yanı sıra toprak, su, hava gibi doğal kaynakların iyi yönetimi sağlanabilirse gelecek için çok önemli bir başarı elde etmiş olacağız' dedi. Kestelli ile Tarım 4.0 ve Türkiye tarımını, Ege'deki tarımsal üretimin artması ve çeşitlendirilmesi için yapılacakları, Türkiye'de tarım arazilerinin kullanıma açılmasını ve gençleri tarıma yönlendirmek için yapılması gerekenleri konuştuk.

*Endüstri 4.0 ile beraber tarım 4.0 da gündeme geldi. Türkiye ve Ege özelinde tarım 4.0 için neler yapılıyor?

Dünyada çok hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. Temelinde bilişim teknolojileri olan bir dönüşüm. Dünya akıllı robotları, nesnelerin internetini, bulut teknolojilerini, sensör ağlarını konuşuyor. Dünyada yaşanan bu akım, tarihin en eski uğraşısı olan tarımda da etkili oluyor ve karşımıza akıllı tarım, hassas tarım, tarım 4.0 gibi yeni kavramlar çıkıyor. Eğer hızla gelişen bu teknolojiler ile maliyetlerin düşürülmesi, verim ve kalite artışının yanı sıra toprak, su, hava gibi doğal kaynakların iyi yönetimi sağlanabilirse gelecek için çok önemli bir başarı elde etmiş olacağız. Alanda daha rekabetçi olabilmemiz için bilişim teknolojilerindeki bu gelişmelerin, sektöre entegre edilmesi gerektiğine inanıyorum. Tüm bunları sağlayabilmek; verimlilik ve kaliteyi arttırabilmek için de kaçınılmaz olarak Ar-Ge yapmak zorundayız. Ancak rakamlar bu alanda durumumuzun pek de parlak olmadığını ortaya koyuyor. 2016 yılında ülke olarak yaklaşık 7,3 milyar Euro Ar-Ge harcaması yapmışız. Tarım, gıda ve içecek sektörlerinde yaptığımız Ar-Ge harcaması ise yaklaşık 310 milyon Euro. Bu rakam toplam Ar-Ge harcamalarımızın ancak yüzde 4'ü kadar. Bu tutarın da yüzde 82'si üniversiteler dahil olmak üzere kamu tarafından yapılmış. Türk özel sektörünün, gıda ve içecek sektörü dahil edilmeden tarım için yaptığı Ar-Ge harcaması ise sadece 5 milyon Euro. Böyle bir ortamda verimlilik artışını sağlamak ve adına tarım 4.0 dediğimiz teknolojik dönüşümü gerçekleştirmek ancak kaliteli girdilerin ve teknolojik ürünlerin ithalatı ile mümkün olabilecektir. Ülkemizin tarım ve gıda ürünleri üretiminde rekabetçi olabilmesi, orta ve uzun dönemde bu yapıyı değiştirecek politikaları hayata geçirmesine bağlı olacaktır. Devletin bu noktada uzun vadeli bir planlama yapıp bunu teşvik etmesi, denetlemesi ve sürdürülebilir olmasını sağlaması gerekmektedir.

*2018'de İzmir özelinde ve Türkiye genelinde tarımda hangi adımlar atılmalı? Özellikle tarım ürünleri çeşitliliği konusunda neler yapılabilir?

İzmir özelinde ve/veya ülke genelinde tarım sektöründe yapılacak çalışmaları sadece bir yılı düşünerek ortaya koymak mümkün değil. Çünkü tarım sektöründe başarı uzun soluklu ve sabır gerektiren çalışmalar ile elde edilebiliyor. Milli Tarım Projesi kapsamında havza modelinin üretim planlamasına katkı sağlayacak şekilde uygulamaya geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu modelin bir araç olarak kullanılması ile sektörümüzün en önemli sorunları arasında yer alan arz ve talep dengesizliğini azaltma şansımız var. Üretim maliyetlerini düşürmek amacıyla bir taraftan destekleme politikalarına devam edilmeli, diğer taraftan işletme ölçeğini büyütecek, ortak alet-ekipman kullanımını imkân sağlayacak politikalar geliştirmeliyiz. Ülkemizin tarım ürünlerinde yoğun bir çeşitliliği zaten var. Ancak, katma değeri yüksek ürün üretimi konusunda almamız gereken çok yol var. Süs bitkileri, tıbbi ve aromatik bitkiler, su ürünleri gibi alanlarda hedef dış pazarlar belirlenerek planlı bir büyüme gerçekleştirilebilir. Geleneksel ürünlerimizi hammadde olarak değil daha katma değerli gıda ürünü olarak pazarlamaya imkân sağlayacak yatırımlar teşvik edilebilir. Dünya organik ürün pazarından daha fazla pay almak için organik üretimimiz ile pazarlama kanallarımızda iyileştirme çalışmaları yapılabilir. Tarımı bir bütün olarak ele almalıyız. Tarımın önemini daha anaokulu düzeyinden başlayarak aşılamamız, çocuklarımızın eğitim hayatı boyunca bu alandaki faaliyetleri sürdürmemiz ve kırsaldaki gençlerimizin tarımdan gelir elde etmelerini sağlayarak onları doğdukları yerde mutlu etmeliyiz. Tarım ancak bu tür bütüncül çalışmalarla arzu edilen noktaya taşınabilir.


İzmir'e desteklerde haksızlık giderilmeli


*Tarımda en önemli sorunların başında da genç neslin üreticiliğe ilgi göstermemesi geliyor. Gençler nasıl yeniden tarımsal üretime çekilebilir?

Tarım sektörünün en önemli sorunlarından birisi de tarımla uğraşan nüfusun giderek yaşlanması. Gençlerimizi kırsalda kalarak tarımla uğraşmayı istekli hale getirecek projeleri uygulamaya başlamalıyız. Genç çiftçilere hibe desteği projesi bu anlamda önemli ama yeterli değil. Ayrıca bu konuya sadece tarım sektöründeki üretim ve verimlilik açısından değil sosyal açıdan bakılmalıdır. Tarım 4.0 için gerçekçi bir ülke politikası oluşturmalıyız. Ülkemizin üretici ve arazi profilinde teknolojiyi sektöre nasıl entegre edeceğimizi belirlemeliyiz. Tarım ve gıdada israfın ve tarladan sofraya kayıpların azaltılması için çalışmalar yapmalıyız. Özellikle yaş meyve sebzenin pazarlanmasında daha etkin çalışacak sistemleri kurgulamaya başlamalıyız. İzmir özelinde ise tarım ve bağlantılı sektörlerde yaşanan proje ve hibe destekleri haksızlığının giderilmesi gerektiğini düşünüyorum.

İzmir Ticaret Borsası olarak Tarım 4.0 alanında bir yandan üniversite işbirliğimiz tüm hızıyla sürerken diğer yandan da çocuklarımızı bilinçlendirmek, gençlerimizin ilgisini tarımdaki potansiyele çekmek adına önemli projelere imza atıyoruz. Bu yıl 'Tarım Gençlerle Yükseliyor' fikir yarışmasının ikincisini düzenledik. Bitkisel ve Hayvansal Üretim, "Tarımsal Pazarlama ve Markalaşma, Tarımda Bilişim ve Teknoloji, Kırsal Kalkınma ve Kadın konu başlıklarında açılan yarışmanın finalinde, Borsa Yönetimi, akademisyenler ve resmi kurum temsilcilerinden oluşan jüri tarafından şartnameye uygunluk gösteren 44 proje yarıştı ve yarınlar adına çok önemli kazanımlar elde edildi. Bu yıl ayrıca üzüm ve incir konulu olarak düzenlenen Instagram yarışmamız da yine gençlerimiz arasında büyük ilgi gördü. Çocuklara toprağın değerini anlatmak, daha sağlıklı ve bilinçli nesiller yetiştirmek amacıyla oluşturulan "Toprak ve Çocuk Programı" kapsamında da, "Çocuk Gözüyle Tarım" konulu resim yarışmamız, İzmir ili genelindeki resmi ve özel ilköğretim kurumlarındaki öğrencilerimizin geniş katılımıyla gerçekleşti.

*Türkiye özellikle yönetici anlamında erkek egemen olan bir ülke. Siz ise İTB başkanısınız. Bu durum nasıl bir sorumluluk yüklüyor?

Açıkçası bu soruyu hem seviyor hem her duyduğumda irkiliyorum. Kadına şiddet, kızlarımızın küçük yaşta evlendirilmesi, mobbing, sokakta ve işte eşit temsil edilememek, iş hayatında erkekler kadar kolay kendine yer bulamamak, bulsa bile eşit maaş alamamak gibi kadınların kendilerinden kaynaklanmayan sorunlarla karşı karşıyayız. Kişisel olarak tüm bunlarla ve her alanda; gerek temsil ettiğim kurumda, gerek kendi iş hayatımda, gerekse de özel hayatımda mücadele ediyorum. Bu bir kadın olarak benim temel sorumluluğum ancak yeterli mi; asla değil. Kadın-erkek ayrımı yapmaksızın hepimizin şunu fark etmesi lazım: Sadece hayatta eş olarak ya da toplumun kadına biçtiği roller açısından değil ekonomik olarak da kadına muhtaç dünya. Yapılan tüm araştırmalar kadınların etkin bir şekilde temsil edildiği şirketlerin kurumsal ve finansman performansında, alınan kararların kalitesinde ve etik davranışlarda artış yaşandığını ortaya koyuyor. Ayrıca tüketim kararlarının büyük çoğunluğunun kadınlar tarafından alındığına dikkat çekilerek, pazarın daha doğru bir şekilde algılanması, müşteri ihtiyaçlarının daha iyi karşılanması, daha iyi ürün ve hizmet sunulması açılarından da kadınların şirketlerdeki varlığı çok önemli. Yine yapılan çalışmalar, kadınların 'problem çözme' konusunda sahip oldukları doğal yeteneğin yenilikçi ürün ve hizmetler geliştirme konusunda oldukça etkili olduğu göze çarpıyor. Özellikle de hemcinslerine yönelik ürün ve hizmetlerin geliştirilmesinde kadınların iç görülerinin çok daha güçlü olduğu bir gerçek. Kadın ve erkek arasındaki farkı daha çok organizasyondaki konumları, daha net ifade etmem gerekirse erkeklerin daha kolay yükselebilmesi belirliyor. Oysa iş dünyasında kadınların gücü arttıkça, çok daha 'yenilikçi' ve 'yaratıcı' bir pazarın oluşacağı artık aklıselim herkes tarafından çok net olarak görülüyor. Tek dileğim bu gerçeğin artık ülkemizde de daha çok insan tarafından fark edilmesi.


Tarımsal üretimde yerli tohum merkeze alınmalı


*Türkiye tarımda 10 yıl öncesinde kendi kendine yeten bir ülke konumundayken şu anda ithalata dayalı bir durum söz konusu. İthalata dayalı modelin tarımda gelişmeyi sağlamayacağı ve hükümetin tarım alanında ortaya herhangi bir proje koymadığı yönünde eleştiriler var. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Türkiye, tarımsal üretim açısından dünyanın şanslı coğrafyalarından birinde yer alıyor ve bu alanda halen çok önemli bir avantaja sahip. Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise dokuzuncu büyük tarımsal üretim hacmine sahibiz. Ekilebilir tarım arazileri açısından dünyada 14'üncü sıradayız ancak kişi başı 3 dekar tarım arazimiz ile nüfusu 1 milyonun üzerinde olan 158 ülke içerisinde 41'inci sırada yer alıyoruz. Dolayısıyla toprak zengini değiliz. İklim değişikliği senaryolarında da bu durumdan olumsuz etkilenecek ülkeler arasında gösteriliyoruz. Bu tabloyu çizdikten sonra ihracat, ithalat ve kendi kendine yetebilme konusuna geleyim. Tarımda uzun yıllar devlet belirleyici rol oynuyor ve ihtiyaca göre üretim yelpazesi ön plana çıkıyordu. Son 20-25 yılda ise dünya pazarlarında hâkim olan özel şirketlerin tercihleri ön plana çıktı ve üretim ihracat odaklı bir seyir izlemeye başladı. Mesela bir üründe uluslararası alanda rekabet edemeyeceğini düşünen yerli üretici, güçlü olduğu ürün gamına yöneldi. Bu da bazı ürünlerde üretimin iç talebin altına, bazı ürünlerde de çok çok üstüne çıkmasına neden oldu. Bu tür geçiş süreçlerinde devlet kontrolü elden bırakmamalı, aksi taktirde kaos ortamı oluşur ve bundan en büyük zararı çiftçiler görür. Ki yaşadığımız durum da kısmen bu. Türkiye, yerli tohumu yeniden üretim aksının merkezine koymalı. Bu alanda kaybettiğimiz değerlerin geri kazanılması için üniversiteler daha aktif rol oynamalı. Üretim piyasanın talebi göz önüne alınarak şekillenmeli. Bu sağlandıktan sonra dünya pazarlarında güçlü olduğumuz ürünlerde fazla üretim yapılmalı, Türkiye'nin bu ürünlerde piyasa belirleyici konuma gelmesi temin edilmeli. Dünya fındığının çok büyük bir bölümü Türkiye'de üretilirken, bunun yanına sanayi ürünlerini ekleyemediğimiz için fındık fiyatının başka ülkelerde belirleniyor olmasına seyirci kalınmamalı, bu duruma son verecek politikalar izlenmeli.

*Türkiye'nin 2023 yılı doğrultusunda 500 milyar dolar ihracat hedefi var. Bu hedef için tarımda hangi çalışmaların yapılması gerekir?

Ben şahsen bugün ulaştığımız ekonomik büyüklüğün temel kaynağı olan tarımın, doğru adımlar atıldığı takdirde gelecekte de küresel piyasalardaki en rekabetçi sektörlerimizin ön saflarında yer alacağına inanıyorum. Evet; bir önceki sorunuza verdiğim cevapta da belirttiğim biraz zaman kaybettik ama yeniden söz sahibi olma fırsatını henüz kaçırmadık. Türkiye, Tarım 4.0'a intibak sürecinde etkin bir politika izlerse, tarım alanlarının bölünmesinin önüne geçer, kooperatifleşme gibi yapıları teşvik ederse, bunu Ar-Ge çalışmaları, alternatif ürünler, sanayi ve markalaşma ile desteklerse tıpkı Hollanda gibi 100 milyar dolarlık bir tarım ihracatına ulaşması işten bile değil. Zaten tarımda 100 milyar dolar rakamını telaffuz edemezsek, Türkiye için 500 milyar dolar ihracat hedefinden de söz edemeyiz.

*Türkiye çapında yaklaşık 3 milyon metrekare tarım arazisinin yapılaşmaya açıldığı iddia ediliyor. İzmir'de özellikle Menemen, Torbalı, Bergama ve Kemalpaşa başta olmak üzere yapılaşmaya kaç metrekare alan açılmıştır? Özellikle tarım arazilerinin yapılaşmaya açılmasının önüne geçilmesi için neler yapılabilir?

Resmi veriler ülkemizde tarım alanlarının 2004 yılına göre yüzde 11 oranında (2,8 milyon hektar), 2010 yılına göre ise yüzde 3 oranında (630 bin hektar) gerilediğini gösteriyor. İzmir ili tarım alanlarındaki gerileme ise 2004 yılına göre Türkiye ortalamasından daha az oranda, yüzde 7 düzeyinde... 2010 yılına göre ise Türkiye ortalamasından daha yüksek oranda, yüzde 6 düzeyinde. Belirtilen ilçelerde ise tarım alanları, 2004 yılına göre, Kemalpaşa'da yüzde 15, Torbalı'da yüzde 8, Bergama'da yüzde 4 azalmış, Menemen'de ise aynı kalmıştır. Tarımsal üretimimizin sürdürülebilirliği açısından tarım alanlarının amaç dışı kullanımını engellemeliyiz. Bu açıdan mevcut yasaların etkin olarak uygulanmasında daha hassas olunması gerekiyor. Tarım alanlarını koruyarak tarımsal üretime devam etmek "kamu yararı" olarak algılanması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca, şehirleşme ve sanayi bölgeleri için uzun vadeli planların yapılarak tarım alanları üzerindeki baskının kaldırılması önceliklerimiz arasında olmalıdır.

*Ege Bölgesi'nde özellikle Manisa tarafının tamamen üzüm bağına dönüştürüldüğü belirtiliyor. Ancak bu duruma üretimde ciddi bir artışı getirmediği eleştirileri de yapıldı. Bu durum hakkında neler söyleyeceksiniz?

Ege Bölgesi bağ alanlarının ülkemizde en yoğun olduğu bölge durumunda. Özellikle geleneksel ihraç ürünlerimizden olan kuru üzüm başta Manisa olmak üzere Denizli ve İzmir illerinde üretiliyor. 2000'li yıllarda bölgemizin tarımsal ürün deseninde önemli bir değişim yaşandı. Geniş ve verimli ovalarda üretilen pamuk ekim alanları azaldı ve üreticilerimiz farklı ürünleri tercih etti. Önemli bir pamuk üreticisi ilimiz olan Manisa'da ise üreticilerimiz daha çok zeytin, bağ ve mısıra yöneldi. Manisa da bağ alanları 2000'li yılların başına göre yüzde 15 civarında artış gösterdi. Ortalama verim miktarında artış potansiyelinin hâlâ olduğunu düşünmekle birlikte, üretimde de bağ alanlarındakine benzer bir artışın olduğuna inanıyorum. Ancak, son yıllarda iklim koşullarının üretimdeki etkisini yoğun şekilde hissetmeye başladık. Örneğin son beş5 üretim sezonunun üçünde 300-350 bin ton arasında, yani tüm zamanların hemen hemen en yüksek kuru üzüm rekoltesi, ikisinde ise son 20 yılın en düşük rekolteleri yaşandı. Bu gerçekten büyük bir dalgalanma. Hem üreticimiz hem de ihracatçımız arzda yaşanan bu dalgalanma nedeniyle önemli bir sorun yaşıyor. Ayrıca, çok bahse konu olmasa da son yıllarda önemli miktarda yaş üzüm ihraç etmeye başladık. 60 bin ton seviyelerindeki çekirdeksiz sofralık üzüm ihracatı 150-170 bin ton seviyelerine yükseldi. Bu nedenle üretimin de bağ alanlarına paralel olarak yükseldiğini söylemek mümkün. Ancak kültürel işlemlerin daha iyi yapılarak ortalama verimin yükseltilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz. 
 

Seçimleri değil hizmet etmeyi düşünüyorum


*Nisan 2018'e ertelenen seçimlerde yeniden adaylığınızı koyacak mısınız?

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği seçimleri ülkemizin demokrasi kültürünün çok güzel hatta çok iyi bir modeli olduğunu düşünüyorum. İnsanların kendi yaşam ve faaliyet alanlarında yönetime direkt olarak etki edebildikleri, söz söyleme ve temsil imkanı buldukları bir arena bu seçimler. Temelinde de hizmet arzusu yatıyor. Bizim tüm amacımız da bu: Hizmet. Şu anda da bizim açımızdan hizmet sürecimiz devam ediyor. Dolayısıyla şu an için seçimlere dair bir şey söylemektense aralıksız olarak çalışmayı daha uygun buluyorum.