İzmir Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde 2009 yılında kurulan, kent ekonomisinde belirleyici role sahip kurum ve kuruluşların temsilcilerinin üye olarak yer aldığı İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu (İEKKK), 81. toplantısını Tarihi Havagazı Fabrikası'nda gerçekleştirdi. Toplantıda, İzmir Kent Değerlerini Koruma ve Geliştirme Derneği’nin Kemeraltı ile ilgili sunumunun ardından, Kurul üyelerinden Mustafa Güçlü de Türk ekonomisi ile İzmir ekonomisinin son durumu hakkında rakamlarla bilgi aktardı.

İEKKK üyelerinin öncelikli gündeminde ise, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olmama kararı vardı. Kurul üyeleri, kendi isteğiyle "koltuğunu" bırakan Aziz Kocaoğlu'nun Türk siyaseti için örnek teşkil ettiği görüşünde birleşti. İEKKK Dönem Başkanı Selami Özpoyraz, “Demokratik tutumu nedeniyle Aziz Başkanı kutluyor ama aynı zamanda da üzülüyoruz. Kim gelirse gelsin, en az Aziz Kocaoğlu kadar başarılı olmasını diliyoruz. Bunun için elimizden geleni yapacağız. Yeni gelecek olan başkana İzmir Modeli bir referans olacak” dedi. Kemal Çol akoğlu da, “Aziz Başkan bize hem ağabeylik hem kardeşlik yaptı. Siyasetin bir iş, profesyonel bir meslek olmadığını herkese gösterdi” şeklinde konuştu.   

Radikal tedbir şart

Mustafa Güçlü'nün sunduğu Ekonomik Durum Raporu'ndan sonra söz alan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Türkiye ekonomisinin bugün içinde bulunduğu açmazı ve çözüm yolunu anlattı. Başkan Kocaoğlu şunları söyledi:

“Ekonomide çarkın yeniden dönebilmesi para bulacağız diyoruz. Peki nasıl bulacağız parayı? Yeniden borçlanacağız. Nereden borçlanacağız? Yurt dışından. Dolar yüzde 7,5..  Bu orandan dolar almak, intihar etmek gibi bir şey.. Bugünkü borcumuz 475 milyar dolar.. 2000’li yıllarda borcumuz 45 milyar dolardı. Bir yapılandırmaya gittiğimizde, yüzde 7,5’la 3 sene içerisinde 1 trilyon dolar borca gireceğiz demektir.  Cumhuriyetin ilk devalüasyonu 1948 yılında oldu. O devalüasyondan bu yana baktığımızda çok net görüyoruz: Bizim ekonomik modelimizde bir çarpıklık var.  Bir ülkenin finans piyasasında parası varsa, satıyorsa ve bir de katma değeri yüksek ürünler üretip satabiliyorsa, bu doğru bir sistemdir. Hem para satışından hem de mal satışından ihracat ithalat dengesi ülke lehine değişir. Ama bizim uyguladığımız sistemde üretimin ve tasarrufun payı giderek azaldı, tüketim arttı. Bu sistem devam ettiği müddetçe borcumuzla birlikte hem siyasi hem de ekonomik olarak maliyetlerimiz ve bağlılıklarımız artacak. Biz bu ekonomi anlayışını terk etmeliyiz. Formül çok basit: Çok çalışmalı, üretmeli ve tasarruf etmeliyiz. Bugün evde çalışacak kadın bulamayıp yurt dışından gelen kadına 600 dolar maaş veriyor insanlar. 3600 TL yapıyor.. Asgari ücret ise bu ülkede 1800 lira. Bunlar ülkenin gerçeği..  'Muhtacım, ona yakınım, buna yakınım, kocam yaşlandı, anam yaşlandı, babam yaşlandı, toruna bakıyorum' diye devlet yardımlarıyla geçinen bir toplum haline geldik maalesef. Vali dağıtıyor, kaymakam dağıtıyor, belediye dağıtıyor. Ama özel sektör çalışacak adam bulamıyor. Bu ekonomide bu olur mu? Bu ekonomi üretebilir mi,  yatırım yapabilir mi, kaynak yaratabilir mi? Diğer taraftan bakıyorsunuz, belediyede işe girebilmek için on binlerce kişi sırada.. Ben bu yüzden sokağa çıkamıyorum. Öyle bir durumdayız ki, hesabın da ucu kaçmış. Ekonomideki yaranın büyüklüğü ne kadar, tam olarak bilmiyoruz. İşin ilginci, bizi yönetenler de bilmiyor. Çıktıkça çıkıyor.. Radikal tedbir almadan bu ekonomik sistem böyle yürümez. Tersini çevirmeden bu ülkenin düze çıkması mümkün değil. Üstelik yaşanan her kriz, işin kaybetmiş, küskün ve problemli insanların sayısını katlanarak artırıyor. Bu da sosyal bir yara."