Ali Budak- Halklar arasında eşitlik ve özgürlük temelinde kamusal dostluk ve dayanışma inşa etmek üzere kurulan ve mültecilerle ilgili yaptığı çalışmalarla tanınan Halkların Köprüsü Derneğinin bu sene üçüncü kez düzenlediği Alan Kurdi Mülteci Çalıştayı'nin ana konusu: Kent Mültecileri ve Yerel Yönetimler oldu. Çalıştaya, mültecilerin yanı sıra mültecilerle çalışma yapan kurum temsilcileri ve akademisyenler katıldı. Hafta sonu boyunca Tepekule Kongre ve Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek yapılacak konuşmalarda yerel yönetimlerin mültecilerle ilgili sorumluluğu ve mültecilerin kent yaşamı içerisinde yaşadığı sorunlar ve çözüm önerileri ele alınacak.

‘Sosyal entegrasyon sadece Suriyeliler için geçerli değil’

Çalıştayın açılışında konuşan barış imzacısı akademisyenlerden Dernek Başkanı Prof. Dr. Cem Terzi hem Türkiyenin demokratikleşmesi hem de Suriyeli mültecilerin sosyal entegrasyonu için anayasadaki vatandaşlık tanımının eşitlik temelinde tekrar düzenlenmesi gerektiğini vurgu yaparak, ‘Türkiye sosyal entegrasyona sadece Suriyeliler için ihtiyaç duymuyor. Bütün toplumun sosyal entegrasyona ihtiyacı var. Türkiye’de eşit vatandaşlık meselesinin en önemli sorunu Anayasa aracılığıyla herkese Türk kimliğinin dayatılmasıdır. Eşit vatandaşlık meselesine insan hakları ve demokrasi açısından bakıldığında en az Suriyeliler kadar Türkiyelilerin de sosyal entegrasyona ihtiyacı var. Bu da insan haklarını esas alan demokratik bir anayasa değişikliği ile mümkündür’ dedi.

Mültecilere şartsız mülteci statüsü verilmeli

Yabancı düşmanlığının, ekonomik sorunlar ve işsizliğin, etnik, sınıfsal fay hatlarının, hak yerine yardımseverlik anlayışının, güvenlik tehdidi algısının, siyasi ve toplumsal kutuplaşmanın ve muhalefetin nefret söylemlerinin sosyal entegrasyon önündeki en büyük engeller olduğunu dile getiren Terzi, şöyle devam etti: Hükümetin mültecilerle ilgili politikalarını şeffaf yürütmesi,  yabancılara yönelik ön yargıları kırmak için çaba göstermesi, mültecilerin yoğunlukla yaşadığı yerlere ek mali kaynak sağlanası ve mültecileri de karar süreçlerine de dahil etmesi gerekiyor. Bütün mültecilere şartsız mülteci statüsü verilmesi ve talep edenlere de bekletilmeden vatandaşlık hakkı verilmesi gerekiyor.  

'Mülteciler artık toplumun kalıcı üyeleri'

Mültecilerin artık toplumun kalıcı üyeleri olduğunu belirten Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Ar. Gör. Adil Çamur, Onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasalar da bizlerle aynı kentlerin yurttaşları oldular artık. Evet, ucuz iş gücü olarak, güvencesiz işlerde çalışıyorlar ama üretiyorlar, kentin ekonomik hayatına katkıda bulunuyorlar… Evet, son derece kötü fiziki koşullara sahip evimsi yerlerde yaşıyorlar ama oralarda bir düzen tutturmaya çalışıyorlar. Evet, yoksulluğun yeni özneleri olarak yarını belirsiz bir hayat yaşıyorlar ama bir gelecek kurma ümidiyle yaşıyorlar. Kısacası mülteciler onurlu, insanca bir yaşam için mücadele etmeye devam ediyorlar’ dedi.

'Hemşehrilik hukuku güvence sağlayabilir'

Hemşehrilik hukuku vesilesiyle güvencesiz hayatların bir ölçüde güvenli bir çerçeveye kavuşturabileceğine de dikkat çeken Çamur, şunları söyledi: Burada söz konusu olan, ulusal siyasal bir topluluğa üyelik anlamında hukuki statü olarak yurttaşlık değil, bir kentte yaşamaktan kaynaklanan haklara ve dolayısıyla kent üzerinde tasarruf hakkına sahip olan sosyal-siyasal bir statü olarak yurttaşlıktır. Böylelikle mülteciler, kent sakinleri olarak kentin kaynaklarından ve kentsel hizmetlerden yararlanabilir; kente dair karar alma süreçlerine katılabilir; dolayısıyla kentsel özneler olarak, bir yerel yönetimin, kendi sınırları içinde ikamet eden kentsel yurttaşlara sunduğu bütün imkân ve haklara sahip olabilirler. Mültecilerin yerel yönetimler tarafından kentsel yurttaşlar olarak tanınması, onların, bir kentin sakinleri olarak diğer sakinlerle eşit kentsel haklara sahip olmasının; irade gösteren ve bu sayede özgürlüğü de deneyimleyebilen bireylere dönüşebilmesinin hukuksal değilse de sosyal zeminini tesis eder.

'Ortak kamusal alanları arttırmayı çalışıyoruz'

Konak Belediye Başkanı Sema Pektaş da, belediye olarak yaptıkları çalıştıkları hakkında bilgi verdi ve öncelikle hukiki olarak mültecilerin tanımlanması gerektiğinin altını çizdi. Pektaş, şöyle devam etti: Mültecilerin diğer insanlarla ve mekanla statülerini belirleyecek çalışmalar yapılabilir. Aynı mahallede yaşayan farklı toplumlardan kesimlerin bir arada yaşamasını sağlayacak politikalar üretmemiz gerekiyor. Bu konuda Halepli, Mardinli, Roman çocuklarla birlikte çalışmalarımız var. Semt merkezlerinde kadınların birlikte öğreniyorlar ve üretiyorlar. Herkesin birlikte yaşıyor olmaktan dolayı bu kentin hemşehrisi olduğunu, kimsenin ayrıcaklı olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Belediyeler içinde mülteci meclislerinde ortak çalışmalar arttırılmalı. Bir görevimiz de algıları kırmak. Nefretin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapmamız lazım. Ortak kamusal alanlarımız arttığı zaman aşmamız da kolaylaşıyor. Bunları arttırıyoruz. Hemşehrilik hukuku buralardan gelişebilir.  

Yunanistan'dan yerel yönetim örneği

Çalıştayda konuşması olan ancak katılamayan Yunanistan Livadias Belediye Başkanı Polyiou Panagiota da bir metin yolladı. Panagiota metninde ‘Yerel Yönetimin sadece bir programı ya da bir bütçeyi yürütmesi değil, bir politika ortaya koyması gerekiyordu. Zamanla ilk mültecilerin gelmesiyle birlikte, bu pasif kabulü, mültecilerin topluma intibakı için aktif dayanışmaya çevirmeye çalıştık. Bu yönde en etkili husus, yerel yönetimin mültecilerle yurttaşlarımız arasında dezavantajlı toplumsal konuma sahip olanlar arasında bir denge sağlamaya çalışması oldu. Bölgede devam eden istikrarsızlık ve savaşlardan dolayı yeni göç dalgaları ile karşılaşabilir. Yeni kabul koşulları planlamalı, hatalarımızı düzeltmeli, kurum ve hizmetlerimizi geliştirmeli ve herkes için toplumsal barışı, eşitliği ve eşdeğerliliği korumanın yeni yollarını aramalıyız. Ülkemizde kalacak olan insanların geleceği, hepimiz için bir sorun olmalı ve bizi daha etkin kılmalı. Bundan sonrasında en ciddi meydan okuma, mültecilerin toplumsal hayata entegrasyonu meselesidir. Mültecilerin toplumsal entegrasyonu, büyük oranda yerel toplumların hazırlığına, kültürel duyarlılığına, bir hoşgörü kültürüne sahip olmasına bağlıdır. Anlama, saygı duyup kabul etme yeteneğimizin ne oranda geliştiğine bağlıdır. Ancak böyle süreçler bizler için de potansiyellerimizin farkına varma sınırlarımızı keşfetmenin bir vesilesi olarak işlev görebilir.