Ali Budak- Sokak, insanların sürekli içinden geçtiğini düşündüğü aslında günümüz dünyasındaki hız dolayısıyla sokağın insanların içinden geçip gittiği bir dönemde yaşıyoruz. İşte bu hıza direnen, sokağın içinden yani hayatın içinden geçip, birbirini sokakta müzik yaparken bulan ve tamamlayan iki ruhun birlikte sokakta müzik yapma süreci... Selçuk Üniversitesi'nde doktorası yeterli görülmediği için atılan ve sonrasında kendisine hediye edilen çelloyu çalmak için günde 10-12 saat çalışan Kazım Tolga Gürel ile hayatın akışı ve sıradanlığından rahatsız olan ve en büyük hayali sokakta yaşamak ve sokakta müzik yapmak olan Duygu Tuncer'in hikâyesini aktaracağım.

2009 yılında Konya Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nü kazanmıştım. İzmir'den Konya'ya gidecek ve orada en az 4 yıl yaşayacaktım. İlk gittiğimde bozkırın sıcağını yüzümde hissedince bayağı kötü olmuştum. Şehrin en yeşil alanı üniversite kampüsüydü. Nasıl geçecek 4 yıl diye düşünürken, o zaman araştırma görevlisi ve danışman hocamız olan Kazım Tolga Gürel'in kitap kulübü kuracağı bilgisini aldım. Ekim'in üçüncü haftasında sıcak bir pazartesi günü 'Özgürlük nedir?' sorusuyla başlayan öğrenci-öğreten ilişkimiz 9 yıl sonra sokak müziğine başladığı İzmir'de yeniden kesişti. Konya'da bir hocadan ziyade dost ve ağabeylik yapan Tolga Hoca, bilginin aslında insanda büyük bir dert olduğunu da öğretmişti.

2 kere yüksek lisans ve doktora yapan, hayatını öğrenmeye adayan ve bilgiye aç olan Kazım Tolga Gürel'in doktorasının yeterli görülmeyip üniversiteden atılmasıyla hayatı başka bir yöne evrildi. Gürel, 9 yıl önce şarap içerken farklı müzik aletlerini çalan kişiyi göstererek, 'Hiç denemedim ama herhangi bir müzik aletine yeteneğim olduğunu sanmıyorum' dedi. Şimdi 5 müzik aleti çalıyor. Eskişehir'de düzenli çalan ama 1,5 aydır Ege kıyılarında sokak müzisyenliği yapan Duygu Tuncer ve Kazım Tolga Gürel ile sokak müzisyenliğini, sokağı, Türkiye'de sokak sanatına gösterilen ilgiyi, sokakta müzik yapmanın zorluklarını konuştuk.


*Öncelikle nasıl tanıştığınızı öğrenebilir miyiz?

D.T: Sosyoloji mezunuyum ve ücretli öğretmenlik yaptım. Masa başı işi de hiç istemedim. İçimde tiyatro eğitimi almak ve konservatuara gitme isteği hep vardı. Hatta konservatuvar sınavına girdim ama olmadı. Drama konusunda tezli yüksek lisans yaptım. 3 yıl da öğretmenlik yaptım. Sonra Eskişehir dönemi başladı. Eskişehir'de mistik bir şekilde bir şeyler olacağına inanıyordum. Çocukluğumda kuzenlerimle sahilde falan çalardık. O dönemde içimde hep sokak müziği yapma isteği vardı. Ancak sokak müziğiyle geçinme ve o kültürle yaşama sürecine hiç girmemiştim. Ama hayal hep vardı. Kafa ve ruh olarak anlaştığım ve gerçekten sevdiğim insan(lar)la sokak müziği yapmak istiyordum. Bu hayalimdi. Bu hayalim ise Tolga ile gerçekleşti (gülüyor). Eczaneye ilaç almaya giderken Tolga'nın çello çalışını dinledim. Sonra Tolga fark etti ve gülümsedi. Sonra Tolga ile çay içip tanıştık. Birlikte yapabileceğimizi konuştuk ve süreç başladı.

*Tolga Hocam, üniversiteden atıldınız ve sizin yeterli olmadığınızı savunan hoca ise FETÖ operasyonuyla ilk içeri alınan ve o tarihten itibaren de içerde olan biri. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

K.T.G: Bu Türkiye'deki konjonktür ile alakalı bir durum. Konjonktür değiştikçe, bir grup diğer grubun üzerine çıktıkça ve üstte olanın altta kalana diktatörlüğü nedeniyle böyle süreçler söz konusu olabiliyor. Bu Türkiye'de sosyal bilimlerin demokratik bir platformdan uzak olduğunu da gösteriyor. Bir dönem dışarıda kalmama neden olan insan şu anda içeride. Onu hapse atanlar da 5 yıl sonra hapse girebilir. Böyle sürdükçe de sosyal bilimlerin ilerlemeyeceğine, hatta daha da gerilemeye mahkûm olacağına inanıyorum.

*En son 2010 yılında bir kitap tartışması sonrasında müzik aleti ve yetenek ilişkisini konuştuk. Sonra herhangi bir müzik aletini kullanamayacağınızı çünkü yeteneksiz olduğunuzu söylediniz. Şimdi ise 5 farklı müzik aletini çalabilen bir sokak müzisyenisiniz. Bu süreci anlatır mısınız?

K.T.G: İnsan bazen ona öğretilenlerden dolayı kendi yeteneklerini keşfedemeyebilir. Birçok şeye yeteneğimiz ve meylimiz olabilir ama bize öğretilenlerden dolayı buna ulaşamayabiliriz. Zaten mevcut eğitim sistemimiz de neye yetkin olduğumuzu belirleyemediği için müziğe yeteneksiz olduğumu düşünüyordum. Ancak üniversiteden atılıp, işsiz kaldıktan sonra bir çellom oldu. Hediye edilen bu çelloyla günde 10-12 saat çalıştım. Bu çalışmalarım sonucunda da çalmaya başladım. Ancak 5 sene önce çello, klarnet, kabak kemane, erbane ve santur çalacağımı söyleseler 'imkânı yok' derdim. Mucize bir durum. Verili milli eğitimi bir parça kırınca insan, neler yapabileceğini daha iyi görüyor.


'Sokaktan aldığım eğitimi hiçbir eğitim kurumundan alamazdım!'


*Yaklaşık 1,5 ay önce Yalova'yı ilk durak olarak belirleyip oradan Ege kıyıları boyunca ilerlediniz. 2 müzisyen sokakta yürüyor ve çalıyorsunuz. Sokak, direnmektir. Ancak sokağı yurttaş da çok sevmez, hatta korkar. Size göre sokak nedir? Neler söyleyeceksiniz?

K.T.G: Sokak sanatı, bütün totoliter rejimlerde yasak. Çünkü sokak sanatı kontrol edilemez. Aslında sokak yani yaşam kontrol edilemez. Yaşamın kontrol edilemeyen noktası olan sokağı totaliter rejimler kontrol altında tutmaya çalışır. Sokak, direniş unsurudur. Gilles Deleuze 'İktidar, hayatı hedef aldığında hayat iktidara karşı direniş olur' der. Bu anlamda iktidar sokağı her daim kontrol etmek ister. Ama sokak da her zaman iktidarlara karşı direniş alanı olmuştur. Bu her şeyin temeli aslında, yoksa değişim olmazdı. Sokağın bütün eğitim kurumlarından bin kat daha üstün olduğuna inanıyorum. Hayatım eğitimle geçti. 2 yüksek lisans ve 2 doktora yaptım. Ama son 3 yılda sokaktan aldığım eğitimi hiçbir kurumdan alamazdım.

*Kendinizi hiçbir zaman bir yere ait hissetmediğinize ve bunun için de mücadele ettiğinize tanıklık ettim. Şu anda (görece) daha özgürüm diyebiliyor musunuz? Sokakta o özgürlüğü bulabildiniz mi?

K.T.G: Yersiz yurtsuzlaşma olgusu bizim gibi 3'üncü dünya ülkelerinin neredeyse tamamında geçerlidir. Kapitalizm içinde hepimiz yersiz yurtsuzuz ama 'yerleşiklik sanrı'sı içerisindeyiz. Bu da güven ihtiyacından kaynaklanıyor. İşsiz kaldığımda yerleşiklik sanrısından da kurtulmuştum. Aslında bundan çok da korkmuştum. Ancak bir süre sonra ne kadar garip zincirlerin arasında olduğumuzu düşünerek de gülmeye başladım. Tamamen yersiz yurtsuzlaşamıyorum çünkü devam eden doktoram var. Aslında hepimizin tasmaları var ve bazılarımızın daha uzun. Tasması uzun olanlardanım ama tasmalıyım.

*Yaklaşık 1,5 aydır OHAL olmasına rağmen farklı şehirlerde sokak müziği yapıyorsunuz. Sokakta olan biri olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

K.T.G: Postmodern bir OHAL yaşıyoruz. Yani geçmişte yaşanılan OHAL süreçleri yok. Bu yeni süreçte kapitalist pratiklerin devam ettiği, genel geçer yaşamımızı tam anlamıyla kesemiyorlar fakat aynı OHAL'de işçiler greve gidemiyor. Balık suyun içerisindeyken suyun farkına varamaz. Bu nedenle Türkiye'deki baskıyı da sokaktaki yurttaşın çok fazla duyarsamadığını, algılamadığını düşünüyorum. Sürekli baskı içerisinde yaşadığımız için bunu normalleştiriyoruz. Özgürlüğü hiçbir zaman tatmamış yurttaşlar olarak baskının farkına nasıl varabiliriz? O nedenle de tanıştığım insanlara özellikle İskandinav ülkelerinde bir süre yaşamalarını öneriyorum. Çünkü gittiklerinde ülkede yaşadıklarının bütün dünyada var olmadığını görecekler. Bu sudan çıkmadıkça nasıl bir baskı altında olduğumuzu tahayyül edemeyeceğiz.

*Sürekli bir yolculuktasınız ve aslında dinlendiğiniz yerlerde müziğinizi yapıyorsunuz. Sokak müziğinizi ne kadar sürdüreceksiniz?

Herhangi bir plan yapmadan yola çıktık ve aynı şekilde devam ediyoruz. Ama işlerimiz ve okulumuz dolayısıyla bir ay daha yollarda olacağımızı düşünüyoruz. Bunun dışında iklim koşulları el verse hayat boyu bu şekilde yaşardık. Çadırda kalmak çok zevkli. Oksijeni hissetmek ve çadırdan çıkıp denize girebilmek. Esnaftan sokak müzisyeni olduğunuz için ücretsiz kahve içmek. Bu duygular inanılmaz güzel. O nedenle bu zamandan sonra bu duyguları yitirebileceğimizi düşünemiyoruz. Sokak müziğinde patron yok, saat yok, aslında çalışma yok ama para kazanıyorsun. Bu diğer işlere göre bir lüks. Birkaç kişi hariç kimse tarafından dilenci muamelesi görmedik. Çok güzel geri dönüşler aldık. Yurtdışında zaten ciddi bir meslek olarak görülüyor. Türkiye'de de yavaş yavaş bu şekilde görülmeye başlandı.

*Sokak müzisyenliği; işiniz, eğlenceniz kısacası yaşam alanınız. Bir kadın olarak bu süreç ne gibi zorlukları da beraberinde getiriyor?

D.T: Ne iş yaparsan yap sokak deyince insan korkuyor. Ama hayat ne kadar risk barındırıyorsa sokak da o kadar barındırıyor. Onun ötesinde Ege kıyılarını dolaştığımız ve iki kişi olduğumuz için absürt bir durumla karşılaşmadık. Ama Eskişehir'de bir olay yaşadık. Giden bir grup vardı ve içlerinden biri yanlarındaki hocaya beni göstererek, 'Kadının müzik yapması caiz midir' diye sordu. Tolga, adama öyle bir baktı ve küfretti ki adam şeytan görmüş gibi oldu. Hep biatı gören bu insanlar, bu sefer kini ve nefreti gördü. Sonra bir şey söyleyemeden çekti gitti. Başka da bir olay yaşamadım. İnsanlar cidden saygılıydı. Herhangi bir sorun ya da rahatsızlık hissetmedim. Yaşam biçimimiz oldu. İnsan, her şeye alışıyor. Alışmayacağımız şey yok. Böyle bir yaşam istediğimiz için alışmakta zorlanmadık.


*Sizce sokak nedir?

D.T: Üniversitede ve ailemin yanında sokakta yaşamayı düşünürdüm. Hatta sürekli deneyler yapardım. Metroda treni bekliyorsun ve geldiğinde binip gideceksin. İnsanlar nasıl davranıyorsa sen de öyle davranıyorsun. Sürü psikolojisini hayatın içinde çok net görüyorsun. Bunu hep kırmaya çalıştım. Metro beklerken sesli şarkı söylemeye başlardım. Hayatın olağan akışının o olmadığının farkına varılması adına. Bunun yanında insanların alışık olmadıkları bir şey karşısında gösterecekleri tepkiyi de merak ederdim. Hayatın benim içimden değil de ben hayatın içinden geçmeye çalışırım. Bodrum'da da geri geri yürüyerek eve gelmiştim. O kalıbı kırmak için sürekli çaba gösterdim. En azından kendi hayatımda. Sürekli verili bir hayatımız var. Bu kalıp bir noktadan sonra düşünmeyi kilitliyor. Bu kalıptan kurtulmak zorundasın. Başka yolu yok. Sokak da bu monotonluktan ve kalıptan kurtulmanın en önemli yolu.

*Sokakta müzik yapmayı seviyorsunuz. İlerde mekânda çalmayı düşünüyor musunuz?

D.T: Mekânda olmak istemiyoruz. Çünkü mekânın isteklerine boyun eğmek zorundasın. Özgür değilsin. Sokakta görece daha özgürüz. Mekânda, müşteri-patron ilişkisi arasında preslendiğin için ortada 'sen' kalmıyorsun. Bir de sokakta bu iş için ücret ödemek zorundalığı yok. Cebinde parası olmayan da seni dinleyebiliyor. Herkes dinleyebiliyor. Bu çok önemli. Çünkü en fakirinden en zenginine kadar herkes seni dinleyebiliyor. Bu nedenle bile mekânda çalmamalıyız. Bir de sokakta yurttaş müziğini dinliyor ve hak ettiğini düşünüyorsa para atıyor. Önce dinliyor. Bu da çok önemli aslında.

*Aslında uzun zamandır sokak müziği yapıyorsunuz. Sokak müziğine en çok hangi yaş grubunun ilgisi oluyor? Bunun yanında dinleyenlerden hiç unutamadığınız bir tepki aldınız mı?

D.T: Çocuklar ve sokak köpekleri çok ilgi gösteriyor. Özellikle köpekler ritmik sesi seviyor sanırım. Ancak yaş aralığı olduğunu söyleyemem. Her yaş aralığında insan ilgi gösteriyor. Kitap, canlı balık, baklava gibi çok sayıda verilen şey gördük. Ancak en farklısı ve bizi en çok etkileyeni bir çocuğun para yerine gofretinin bir parçasını bırakmasıydı. O anı unutamam.

*Dünyada her şey inanılmaz hızlı ilerliyor. Sokakta bunu rahatlıkla gözleyebiliyorsunuz. Sokaktaki bu hıza karşı müziğinizle ket vurmaya çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

D.T: Anlamsızlık ve bekleyiş sürecinin içindeyiz. Sokak ise anlamsızlık dünyasını anlamlandırarak, yenilik sunuyor ve bilinmezliğiyle yeni yollar açabiliyor. Samimi, doğal ve içten bir anlam yüklüyor. Dünyamızda her şey inanılmaz derecede hızlı gelişiyor. Bu hızı büyükşehirlerde ve daha küçük şehirlerde daha iyi anlamlandırıyorsun. Büyükşehirlerde herkes sanki atomu parçalamaya gidiyor. İzmir'e gelince insanların yürüyüşlerini gördüğümüzde ne oluyor ya dedik. Artık hiçbir şey görünmüyor. Her şey başlıyor ve bitiyor. Bitince yenisine başlıyorsun. Alıyorsun, bitiyor ve bittikçe mutlu oluyorsun. Biten her şey insanı mutlu ediyor. Alsında tam tersi mutsuz olmamız gerekiyor. Ama bu tüketim kültüründe almak daha çok mutlu ediyor. Dolayısıyla bu hız insan ilişkilerine, sevgiye, saygıya kısacası her şeye yansıyor. Artık beklemek yok. Hayattan çalıyorsun. Hırsız gibi yaşıyorsun. Hiçbir şeyden keyif almadan sadece sonuç odaklı yaşıyorsun. Bu da çok tehlikeli. İşte sokakta da insanın durmasını, düşünmesini, çarkın içinde küçük bir soruna yol açmasını sağlamaya çalışıyoruz. İşte bir durak vazifesi görmek o kadar önemli ki! Bunu sağlamaya çalışıyoruz. Sokakta tiyatro, müzik ya da başka bir şey yapıyor olmak, dünyadaki hızlılığa ket vuran çok önemli bir olgu.
 

Avrupa'da sokak müzisyenliği bir meslek


*Yurtdışında da sokak müziği yaptınız. Zaten meslek olarak görüldüğünü söylediniz. Türkiye ve yurtdışını sokak müziğinde değerlendirme fırsatınız oldu mu?

K.T.G: İstanbul'da sokak müzisyenliği çok ilerideydi. Ancak şimdi durum çok değişti. İktidar aygıtlarıyla sokak müziğini bitirdi. İzmir'de de çok gelişmiş durumda. Bu kadar olduğunu bilmiyordum. Hatta İzmir'de sokak müzisyenlerinin sendikası var. Bu bile meslekleştiğine dair önemli bir göstergedir. Viyana ve Prag ise bu işin Kabe'si durumunda. Viyana'da bazı sokaklarda piyano bile var. Belediye oraya piyanoyu koyuyor ve müzisyen de gelip çalıyor. 2 saat sonra da parasını toplayıp gidiyor. Özellikle Bulgaristan'da belediyenin sokak müzisyenliğini organize ettiğini gözlemledim. Sokak müzisyenlerine A, B ve C lisansı veriyor. Sokakta müzik yapmak isteyenler için belediye bir kurum belirlemiş. Bu kurumun karşısında çalman gerekiyor. Kurum bu sayede sokakta çok kötü müzik yapanların da önüne geçiyor. Sokakta müzik yapmak isteyen(ler) kurulun karşısında 2-3 parça çalıyor. Kurulun içinde müzik öğretmenleri var. Çaldığın parçalar sonunda A lisansı alırsan şehrin en işlek caddesinde belirlenen noktalarda müzik yapıyorsun. B lisansı alırsan daha az işlek noktalarda ve C lisansıyla da en dip noktada müzik yapmana izin veriyorlar. Bu lisanslar ile kötü müziğin de önüne geçilmiş oluyor. Her 6 ayda bir yeniden lisans sınavına da girebiliyorsun. Enstrümanını geliştir, yeniden gir ve yüksel. Bulgaristan Plovdiv'de yaklaşık 2,5 hafta şehrin en işlek yerlerinden birinde müzik yapma fırsatım oldu. Bunun yanında Avrupa'da esnafı rahatsız etmemek ve insanları sıkmamak adına caddenin büyüklüğüne göre aynı yerde maksimum 30-60 dakika arası çalabiliyorsun. Bu süre dolduğunda en az 50 metre yerini değiştirmek zorundasın. Böyle olunca sürekli aynı yerde insanların aynı şeye maruz kalması engelleniyor. Avrupa işte böyle sorunun önüne geçmeye çalışıyor. Çözüm geliştirmeye çalışıyor. Türkiye'de ise tek bir kötü örnek temel alınıp, tamamen yasaklanıyor. İşi organize etme yok.