Bir yazı daha geride bırakıp, gün ve tünün eşitlendiği 23 Eylül Sonbahar Ekinoksu ile birlikte, bilimsel olarak sonbahara giriş yaptık. Okullar açıldı; kent merkezleri canlanırken sahiller terk edilmiş görünümü almaya başladı. Çoğumuz, göçebelikten tekrar yerleşik ve düzenli hayata geçtik.

Havanın yavaş yavaş serinlemesi ve gündüzlerin kısalması, insanı biraz daha kendine dönük kılıyor. Mevsim geçişi, hem son hem de başlangıcı barındıran tabiatıyla, yeni planlar, projelerin yanı sıra sorgulamaları ve iç hesaplaşmaları da beraberinde getiriyor.

Belki de soğuk ve karanlık kışın habercisi olduğundan, sonbahar genellikle hüzün ile özdeşleştirilir. Çağrışımı kahverengi ve sarı tonlarındadır. Tıpkı Tchaikovsky’nin solo piyano için bestelediği “Ekim: Sonbahar Şarkısı” (October: Autumn Song) gibi.

Bu eseri geçtiğimiz yıl Mezzo kanalında Lang Lang’dan dinlemiştim. Kayıt, iki yıl önce Versay Sarayı’nda canlı olarak yapılmıştı. Piyanist, Tchaikovsky’nin “Mevsimler” (The Seasons) ismi altında, her bir aya ithafen bestelediği on iki kısa parçasını çalmıştı.

Bana göre en etkileyici olan, Sonbahar Şarkısı’ydı. Aynalı Salon’un (Galerie des Glaces) rengarenk ve yaldızlı, şaşaalı atmosferi ile simsiyah piyanonun yarattığı tezat görüntüde, yüksek tavanından kristal avizelerin sarktığı upuzun salonda tek başına görünen piyanistin seslendirdiği bu yalın eser, izleyicide yalnızlık ve hüzün duyguları uyandırıyordu.

Rus besteci Mevsimler’i, bir müzik dergisinin editöründen gelen sipariş üzerine, ek gelir için bestelemiş. Hatta parçaların alt başlıklarını bile editör belirlemiş. Besteciye göre, sipariş üzerine yapılan besteler, diğerleri kadar mutebermiş. “Sonbahar Şarkısı,” bestecinin en sevdiği yazar olan ve bu eserden çok hoşlanan, çağdaşı ve yurttaşı Lev Tolstoy’un, yine editörün seçtiği bir yazıtıyla yayınlanmış: “Sonbahar, zavallı bahçemiz düşüyor, sararmış yapraklar rüzgarda uçuyor.”

Bu iki büyük sanatçının, memleketlerinin atmosferinde sonbahara ilişkin duyguları böyleyken, yaklaşık yarım yüzyıl sonra, Amerikalı besteci Vernon Duke, bir Broadway müzikali için “New York’ta Sonbahar” (Autumn in New York) adlı bir şarkı yazmış. En popüler yorumu Frank Sinatra’nınki olan bu şarkı, bir caz standardı olarak Chet Baker’dan Bill Charlap’e, Ella Fitzgerald’dan Billie Holiday’e birçok müzisyen tarafından yorumlandı. Besteciye göre, büyük olasılıkla başarısını, hakiki duyguların ifadesi olmasına borçlu.

Şarkı, hafif bir hüzünle birlikte neşe ve ümit de barındırıyor. New York’ta sonbahar, “davetkar” görünüyor. “Çelik kanyonlarda, ışıl ışıl kalabalıklar ve yanardöner bulutlar” evde hissettiriyor. New York’ta sonbahar, “yeni aşkın umudunu getiriyor” ve “genellikle acıyla iç içe geçiyor.” Fırsatlar şehri New York’ta, “elleri boş kalan hayalperestler, egzotik diyarların hasretini çekebilir.”

Yaşadıkları ortam, kuşkusuz sanatçıların duygularını, verdikleri eserleri, hayata bakışlarını etkiliyor. Bizler “İzmir’de sonbahar” için bir şarkı yazacak veya beste yapacak olsak, nasıl bir müziği veya sözleri olurdu? Hangi duyguları taşırdı?