Aykut Polatlı-Ülkemizde kadın kimliğinin toplum tarafından biçimlendirildiğini söyleyen Prof. Dr. Meryem Koray, Simon de Beavoir'ın 'Kadın doğulmaz kadın olunur' sözüne ve yine Duygu Asena'nın 'Kadının adı yok' sözlerine atıfta bunularak 'Kadının adı yok, kadın daha çok ailesi ile tanımlanıyor. Kadın birey olduğunun farkına varamıyor' dedi.

Kadın haklarının Türkiye'de konuşulmasında özellikle 1980 sonrası gelişen feminist hareketin etkisi büyük. Bütün muhalifler gibi, feministler de popülerleşmeyle birlikte sözlerinin içinin boşaltılması ve bu sözlerin iktidar tarafından çarpıtılması  sorunuyla karşı karşıyalar. Ancak, sorun bununla da bitmiyor. Kadın hakları söyleminin resmî ideolojinin sözcüleri tarafından böylesine yoğun kullanımı, bir rejim krizinin yaşanmakta oluşuyla da yakından bağlantılı.
"Kadın Hakları" söylemi, Türkiye'de resmî ideolojinin çok kritik bir parçası olageldi. Hem tarihsel olarak Batılılaşma ile İslâm arasında sıkışıp kalan kadınlar, hem de bir çatışma alanı olan toplumsal cinsiyet meselesi, Cumhuriyet ile birlikte yeni bir ulusun yaratılmasında kritik bir önem kazanmıştı. Neydi kadınları bunca önemli kılan şey? Cumhuriyeti kuran asker-bürokrat elit açısından, toplumun topyekûn dönüştürülmesi, "modernleştirilmesi", önemli bir sorundu. Toplumun modernleştirilmesi, bütün yaşama kodlarının, zihniyet dünyasının yeniden şekillendirilmesi anlamına geliyordu. Bu noktada, gelenekle çatışmaya girilmesi kaçınılmazdı. Kadınlar, hem "geleneksel" olarak nitelenen eski toplumun, hem de kurulması düşünülen yeni "modern" toplumun birer simgesi olarak, ideolojik mücadelenin odağında yer aldılar ve halen yer almaktalar.
Peki kadın nedir, toplumdaki yeri ve tartışılan konular ne ola gelmiştir? Geçen hafta da kızların küçük yaşlarda evlendirilmesi için TBMM'de yasa teklifi verildi ve bu konu ciddi ciddi tartışıldı? Tüm bu konuları Prof. Dr. Meryem Koray ile konuştuk. Onun bize anlatacağı çok şey vardı biz de sizin için dinleyip paylaştık.

İlkin kadını nasıl tanımlarsınız? Size göre kadın nedir?

Kadın fiziksel olarak tanımlamak kolay ama bir de toplumsal cinsiyet dediğimiz bir kavram var. Simon de Beavoir, 'Kadın doğulmaz kadın olunur' der. Onun için de adına, daha sonra feminist bir hareket başlayınca buna da, toplumsal cinsiyet deniyor. Kadın olunuyor onu da toplum yapıyor. Çeşitli ayrımlar var, toplumun bekledikleri var. Yakıştırdıkları var yakıştıramadıkları var. Kadının kimliğini biçimlendiriyorlar, tabii erkeği de... Ama erkeğin biçimlendirilmesi de güç var hakimiyet var. Öyle yasaklamalar sınırlamalar fazla değil. Kadına gelince ikinci plana koyma var. Zaaflar acziyet var tabi olması isteniyor. İtaat etmesi isteniyor. Bazı şeyleri yapmaması isteniyor. Daha çok aile ile tanımlanıyor. Oysa kadının kendisi bir birey. Kadın evlenmeden önce kendisinin farkına varırsa eğer, bir birey olduğunun farkına varıyor. Duygularıyla, düşünceleriyle, istemleriyle, hayalleriyle, fikirleriyle bir birey. Toplumsal cinsiyet dediğimiz bu ayrımın ona bu imkanı tanımadığını görüyoruz. Birey olmadan önce onu ailesi ve ailedeki sorumluluklarıyla tanımlanıyor.
Kadın; fiziksel, biyolojik, toplumsal özellikleri olan bir varlık. Ama her şeyden önce bir birey olduğu görmezlikten geliniyor. Birey olarak neleri seçiyor, kendine neleri uygun görüyor ya da görmüyor. Dolayısıyla Bireyselleşme ile başlayan ve buna karşın toplumdan gelen engelleri eleştiren bir bakış açısı feminizm. Kadını da bu biçimde tanımlayabiliriz. Birey olma ihtiyacında olan ancak birey olması kısıtlanan bir varlık kadın.


Anneyi çalışma hayatında tutmak lazım

İnsanı kadın-erkek olarak ayırmak ne kadar doğru? Sadece insan olarak bakamaz mıyız?

Tabi ki her şeyden önce insan olarak bakıyoruz. Ama hiçbirimiz uzayda yaşamıyoruz. Bir toplumda yaşıyoruz. Çağın, toplumun o toplumdaki değerlerin doğru ve yanlışların biçimlendirdiği insanlarız. Kadın insan ve erkek insan farklıysa eğer cinsiyet ayrımını feministler yapmıyor. Feministler toplumda yapılan cinsiyet ayrımını fark ettiriyor.
Hem eşitlik hem farklılık. Eşitlik isterken bu bir düz eşitlik değil. Bu bir farklılıkların tanınmasına yönelik bir eşitlik. Örneğin kadın anneyse, erkek baba. Bebeğe bakmak kime düşüyor anneye. Çalışsın ama çocuğunu da ihmal etmesin. Birtakım organizasyonlar yapmak lazım. Anneyi çalışma hayatında tutmak lazım. Çocuğunun bakımına bir şekilde katılmamız lazım. Pozitif ayrımcılık da buradan çıkıyor. Biz pozitif ayrımcılık demek yerine ayrımcılığın telafisi demeliyiz. Zaten ayrımcılık var. Ayrımcılığı biz yapmıyoruz toplum yapıyor.

Cinsiyet ayrımcılığını nasıl telafi edebiliriz?

Kadının toplumsal hayata katılımını kolaylaştırarak. Çünkü birey olmak için çalışmak önemli. Hayata katılmak topluma katılmak kendine güvenmek, ekonomik güç sağlamak. Bunu anne iken nasıl sağlayacağız? İşte belirli desteklerle. Pozitif ayrımcılık dediğimiz şey bunlar. Oradaki ayrımcılık ayrımcılık değil. Var olan ayrımcılığı telafi etmeye çalışmak.

Avrupa'daki kadınlar nasıl? Siz nasıl görüyorsunuz?

Avrupa'daki kadınlar derken bir sürü ülke var. Her ülkede koşullar farklı. Her şeyden evvel Avrupa'da kadın hareketi çok daha eskiye dayanıyor ve köklü. Oy hakkının kazanılması için verilmiş çok ciddi bir mücadele var. Çok daha eskiye dayanıyor. Türkiye'de böyle bir mücadele verilmedi.  Dolayısıyla tarihsel bir miras var. O oy hakkının verilmesinden sonra birinci dalga feminist hareket diyoruz buna. Temel hak ve özgürlükleri istiyor. Gelişmeler sağlanınca oy hakkı cinsiyet ayrımcılığını önlemiyor. Yerleşmiş değerler ve roller var. Bunlar değişmedikçe oy hakkı ya da eğitim cinsiyet ayrımını ortadan kaldırmıyor. O yüzden ataerkil toplum diyorlar. Toplumda var olan değerler eril değerlerdir diyorlar. Erkeğin bakış açısıyla belirlenmiştir diyorlar. O yüzden toplumsal cinsiyetten bahsediyorlar. Bütün bunların değişmesi için de ikinci bir mücadele başlıyor. Yani batıda böyle bir mücadele geçmişi var. E tabi o yüzden kazanılmış hakları çok daha içselleştirdikleri görülüyor. Kendilerinin yaptığı mücadelenin sonucu olduğunu biliyorlar. Ülkelere göre fark ediyor. Bazı ülkelerde daha geleneksel roller sürüyor. O ülkelerdeki demokrasi ve özgürlük anlayışı gelişen sosyal devlet anlayışının kadına bakışı da olumlu oluyor. Örneğin AB ülkeleri. Örneğin bir kavram var. Ana akımlaştırma diyoruz. O da şu demek cinsiyet eşitliğini, kadınların isteklerini tüm politikaların içine yerleştirmek. Bu yaklaşımı devlet açısından bir ana akım olarak ele almak.
Ana akım olarak alınan öncelikler farklılaşıyor. Bizde sağa solu ellemeden gitmekse orada toplumsal cinsiyeti unutmayın. Şu yasayı mı çıkarıyorsunuz toplumsal cinsiyet bundan nasıl etkilenirdir.


Türkiye'de kadınlar için bu ana akım hangi yönde akıyor?

Tecavüz yasasıyla da az çok belli bizde. CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) Türkiye 1985'te kabul etti. Çünkü 80'li yıllar ülkemizde de toplumsal cinsiyet konusunda belirli bir bilincin ortaya çıktığı ve konuşulmaya başladığı yıllar. İlk kez 90'da ulusal bir devlet bakanlığı hani kadın işlerinden sorumlu bakanlık kuruldu. Bizde artık kendi politikalarımızda toplumsal cinsiyet anlayışını göz önüne alalım dendi. Ondan sonra üniversitelerde araştırma merkezleri kuruldu. Sonra bir sürü dernek kuruldu. Kadın hareketinde bir yükselme patlama başladı yani. Dolaysıyla 90'lı yıllar oldukça iyi.
Ben de vardım İzmir'de Ege Kadın Platformu'nu kurduk. Birçok kadın örgütünü bir araya getirdik. Birçok eylem yaptık. İmzalar topladık. Medeni Yasa'nın değişmesi için çalıştık. Sonunda da Medeni Yasa değişti. Faka 2002 yılında gelen iktidar farklı bir anlayışa sahip olduğu için başlangıçta o kadar net koymadı tabi buradaki görüşünü, örneğin kendi programında CEDAW'dan ve bunun gereklerinden söz ediyor. Biraz daha AB'ye girmek isteyen bir tutum var. Fakat zaman içinde görüldü ki bu Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanlık yavaş yavaş kadının toplumsal cinsiyet eşitliği istemleri yerine kadının aile içindeki  rolünü konuşmaya başladı.  Kadın bakanlar. Nitekim sonunda da bu bakanlık kalktı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kuruldu. Şimdi bakıyoruz söylemlere; kadın ve erkek eşit değildir diyor. Bir diğeri kürtajı Uludere'deki katliama benzetiyor. Bir tanesi çıkıyor hamile kadının sokakta dolaşması doğru değil. kadının geleneksel rolü içinde korunması gündeme geliyor. Yavaş yavaş kadına geleneksel modelde bakılmak ve korunmak isteniyor. Ailedeki kadını koruyalım. Ne güzel...

Kadının adı yok

Sizce son yıllarda Türkiye'de kadın hakları bakımından bir ilerleme mi var yoksa bir gerileme mi? Geçen hafta küçük kız çocuklarının erken evlenmesine yönelik yasa tartışıldı. 21. Yüzyılda Türkiye'sinde kız çocuklarının erken evlendirilmesi ile ilgili konular halen tartışılıyor. Bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?

Geniş çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Bir kadının konumu neden etkilenir. Yaşam koşulları ve rolleri vs. kuvözde yaşamıyoruz. Belli bir çevreye geliyoruz. Nasıl bir ülke, ekonomik açıdan. Sosyo-ekonomik koşullar yani eğitim, sağlık, istihdam hakları nasıl. Nasıl anlayışta bir siyasal iktidar var? Nasıl bir hukuki düzen ve nasıl bir toplumsal değerler sistemi var. Tüm bunların olduğu bir alanda yaşıyor kadın. Türkiye'yi nasıl tanımlarız? Gelişmekte olan bir ülke. Gelişmek için sosyal politikalarını ihmal eden bir ülke. Bu nedenle iş bulmak zor, ücretler düşük, kreş olanakları yok. Annelik izinleri var ama bunları kullanan kadının iş dünyasına dönmesi kolay değil. Patronlar hemen yenisini buluyorlar kadının yerine. Kadına aile içindeki rolüyle destek veriyor iktidar. Siyasal iktidarın en son seçim bildirgelerini inceledim ben. AKP diyor ki; biz kadına sadece nüfusun yarısı olduğu için değil aynı zamanda gelecek nesillerin sağlıklı olması açısından çok önemli kadınlar bizim için... 
Kadının kendisi için durum ne? Duygu Asena'nın dediği gibi kadının adı yok. Kadın yok anne var. Anne olarak önemli bizim için. Zaten yapılanlar da öyle. Bakanlık kadını nasıl güçlendiririm diye bakmak yerine yoksul kadına nasıl yardım edilire bakıyor. Anne ve çocuk yardımı. Birinci ikinci çocukta şu kadar diye.. anneliğini sürekli desteklemeye önem veriyor. Siyasal iktidar böyle.
Toplumsal değerler nasıl peki? Büyük ölçüde şiddet var kadına. Geleneksel rolüne uygun davranışlar bekliyor erkek. Bunu yapmadığı zaman kadın öldürecek kadar gözü dönmüş bakıyor kadına. Her gün neredeyse bir kadın öldürülüyor ülkede. Ortada her yönüyle kadının birey olmasını, haklarıyla var olmasını engelleyen bir çevre var. Böyle bir ortamda çevrede nasıl var olabilir kadın. Bu noktada kadın örgütleri, bir takım dernekler en azından dillendiriyorlar yanlışlıkları. Konuşulmasını sağlıyorlar sorunları. Ama çözülüyor mu? Siz 2016 yılında böyle bir yasanın torba yasaya girmesini düşünebilir misiniz? 12 yaşındaki çocuk tecavüzcüsüyle evlenecek ama tecavüzcüsü belki 40 yaşında. Yani yaş farkını alın. O çocuğun tüm hayatını karartan durum var. İki defa tecavüze uğruyor. Tecavüzcüsüyle evlendirilerek ömür boyu hayatı karartılıyor. Evlendirilerek sürekli tecavüzcüsüyle yaşayacak. Böyle bir zihniyet olamaz.

 
Kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesine gösterilen tepkileri nasıl budunuz?

İstanbul'da mitingler yürüyüşler yapıldı. Akşamları belirli merkezlerde toplanıp buna hayır dediler. Mektuplar yazıldı. Orada çok güzel bir ses çıktı ve etkili oldu. AKP'nin kurdurduğu KADEM'den bile hayır sesi çıktı. Ayşe Böhürler AKP'nin önemli isimlerinden. O da itiraz etti. AKP'li kadınlar da tavırlarını koydu. Fakat bu bitmedi şu anda 12-18 yaş arası için cezalar boşluktaydı. Cezayı arttırmak Anayasa Mahkemesi açısından. Küçükleştikçe cezayı arttırmak yani. Ama şimdiki haliyle 12-18 yaş dediğimiz zaman 12 yaş rıza yaşı. Yani çocuk 12 yaşın altında ise rıza önemli değil ama 12-18 yaş arasında sanki rıza varsa önemliymiş gibi dikkate alınmalıymış gibi bir izlenim var. Uygulamada bunun çok büyük zararlarını görebiliriz bu haliyle kalırsa.
Geçmişte toplu tecavüze uğrayan kızlarımız vardı. Eğer yasa yasallaşsaydı yalnızca bir tecavüzcü evlenebilecekti. Diğer tecavüzcülerimize haksızlık olmuyor mu? Buradan yasa teklifi veren vekillerimize belki seslenmek gerek.
Bir de o var yani. Yani okullarda birkaç kişinin tecavüzüne uğrayan olaylar duyduk geçmişte. Biri evlenirse diğerleri ne olacak? Yani olacak şey değil. Tecavüzü tecavüz olarak gör ve ne yapılması gerekiyorsa onu yap. Kadını korumak istiyorsan eğer.

Okula giden, erken evlenmeyen kadınlarımız için durum nedir, tek başlarına ayaklarının üzerinde durabiliyor mu? İş yaşamı bir kadın için nasıl?

İnsanın ayakları üzerinde durması erkek için de geçerli. Kadın erkek fark etmez. İşsizlik sorunu var. Okuyan kadın veya erkek açısından. Ancak kadınlar arasında işsizlik daha yüksek. O da bir gerçek. Eğitim insanın hayatını istediği gibi kurması açısından bir araç. Herkes bu imkanı kullanır kullanmaz ayrı bir konu. Ama eğitimle eline bir anahtar veriyorsun. Eğitimin vazgeçilmez bir yeri var insan hayatında.
Küçük çocuklar yetimhaneye bırakılmış çocuklar anne babası terk etmiş çocuklar vs. kız ya da erkek. Korumasızlık içinde olumsuz yollara sapma ihtimali yüksek. Ancak bir toplum olarak sahip çıkarsak o zaman diyebiliriz ki ben toplum olarak gereğini yaptım. Ama artık bundan sonrası benimle ilgili değil. Zaten vazgeçmişiz toplum olarak. Bu kadar çocuk sokakta niye yaşıyor? Bu bizim sorumluluğumuz. Neden çocuk sokakta? Onu nasıl kurtarabilirim? Yani işte tiner çeken çocuklar. E tabii ki hırsızlık da yapacaktır, belki ileride bir tetikçi olacaktır, uyuşturucu satıcısı olacaktır. Sokakta çünkü ona buyrun ne güzel bir iş var diye çağıran yok ki. Bunlar da toplumun kadınla ilgisi olmayan önemli sorunları tabi.

Kadınlarımız kendilerine güveniyorlar mı?

Toplum olarak biz insanları kendine güvenecek şekilde yetiştiriyor muyuz? Biz çocuklarımızın önlerine nasıl örnekler koyuyoruz? Çocuk avukat olmaz ama marangoz olur ama kendine güveniyordur. Toplumda onları kızsın sana yakışmaz. Kızlar şunu yapmaz diye sürekli olarak ikincil olarak tanımlamak yanlış. Kadının kahkahasına bile karışıldı bu ülkede. Böyle bir ortamda kadın çocuk kız çocuğu kaç yaşına kadar kendini buluncaya kadar tabi ki imkansız.


Meryem Koray

Prof. Dr. Meryem Koray, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Çalışma ekonomisi ve sosyal politika alanında uzmanlaşmış, bu alanın çeşitli konularında araştırma, kitap ve makale yayımlamıştır. Halen, Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Koray'ın Eserleri:
• Endüstri İlişkileri
• Değişen Koşullarda Sendikacılık
• Sosyal Politika (Ezgi Kitabevi Yayınları, 2000; İmge Kitabevi Yayınları, 2005)
• Çalışma Yaşamında Kadın Gerçekleri
• Devlet-Kadın-Siyaset (Şirin Tekeli ile birlikte)
• Küreselleşme ve Ulus Devlet (derleme)
• Avrupa Toplum Modeli (TÜSES Yayınları, 2002; İmge Kitabevi Yayınları, 2005)

Eserleri
Avrupa Toplum Modeli - Yazar (İmge)
Avrupa Toplum Modeli (Nereden Nereye) - Yazar (TÜSES)
Himmet, Fıtrat, Piyasa AKP Döneminde Sosyal Politika - Yazar (İletişim)
Kapitalizm Küreselleşirken Dünya Ahvali - Yazar (Ayrıntı)
Sosyal Demokrat Yaklaşımlar - Yazar (Sodev)
Sosyal Politika - Yazar (İmge)