10 Aralık İnsan Hakları günü!.. Kutlayacağımı sanıyorsanız yanılırsınız... Sorgulayacağım!.. Ya diğer günler?! İnsana haksızlıkların tortu ve birikimlerine yenilerinin eklendiğini görmezden gelerek varmış gibi kutlu olsun mu diyeceğiz? Kutlayanlar yanında neyse ki, anlamlı günlerin başlıklarında nelerin yok edildiğini anımsayan, dillendirenler de var. Sonunu her şey daha iyi olacak diye bitirenleri değil, şimdi daha fazla çaba ve mücadele gerekiyor diyen gerçekçileri, umut tacirliğine soyunmadan acıtırcasına gerçekle yüzleştirme cesaretini gösterenleri işaret ediyorum. Kara tablonun çizilişinde iyimser(!)  ve sadece beklentilere, dileklere odaklı, edilgenleştirici, bekle bakalım elbet bu işin bir sonu var, sonu iyi olacak diyerek katkıda bulunanları değil!...

5 Aralık'ta Türk kadınına seçme ve seçilme haklarının verilişinin 83. yıl dönümünü kutlu olsun dilekleri ile idrak ettik... Nedir kutlu olan diye düşünenlerin sayısı kadar çıkabileceğiz bu süreçten. Aydınlık diye nitelendirilen kentlerde bile belediye başkanlarının kadınlara söz hakkı vermeden kendilerinin ne kadar kadından yana (!) olduklarına dair hamasi nutukları ile geçiştirilen, bazılarının bayanlar diyerek kibarlaştıklarını zannettikleri süslü cümlelerle kadının önemini (!) anlattıkları giderek trajikomik hal alan her yıl kendini yineleyen, olumlu anlamda yeniye hasret, bir buruk gündür aslında.
           
5 Aralık vesilesiyle kimlerin kadından yana (!) olduğunu öğrendiğimiz gibi, şimdi de 10 Aralık vesilesi ile insan haklarından (!) yana olanları dinleyip izleyeceğiz. Belli tarihler, sorgulama ve çıkış için arayış yerine; anma ve kutlama adı altında kendilerini yeniden pazarlayanların öne çıkmak amacı ile özünü boşalttıkları günler olmaktan kurtarılamıyor. İnsan hakları alanında karnesi ayıplarla dolu dünyanın yok edilenlerden çok, var edilenlere odaklı günlerle hepimizi avutup oyalamasına şaşmamalı!...
            
İnsan hakları alanında kadın için ayrı bir başlık açılması boşuna değil. Kadın hakları, kadının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin kısaltılmış adıdır. Kadına haksızlıkların başka bir ifadesi de diyebiliriz.
            
Hakların yasalarla verilişi, kadını özgürleştirir mi? Kocaman bir HAYIR!... Yasalarla özgürlüğü var edemezsiniz ama YOK edebilirsiniz. Ne mi demek istiyorum?!... Yüzyıllara yayılan kısıtlar ve alışkanlıklarla yerleştirilen ayrımcılıkları sosyal yaşamdan yasa ile bir anda söküp atmak kolay değil. Bunun için samimi ve sürekli çabalar ama hepsinden önemlisi özgür bir ortam gerekir. Bunu sağlayacak olan yönetim anlayışıdır. Kendi içinde hiyerarşi kurmuş siyasal partiler sisteminde, devşirme usulü ile liyakatten çok, yakınlık, biat etme potansiyeline göre belirlenen seçilmişleri seçiyor gibi yaparak hiçbir toplum özgür olamaz. Böyle bir sistemde seçilmişler de, kendi yerlerini koruma gayretini öne alarak, toplumun değil, kendi seçicilerinin özgürlüğünün mücadelesini verirler... Vazgeçtikleri sadece kendi özgürlükleri değildir, tüm toplumun özgürlüklerinin zinciri olurlar. Zincir kıran bir sistem kurulmadıkça, özgürlük yerine, verilmiş haklardan söz ediliyorsa; yasa ile verilen bu haklar, yine yasalarla bir bir kaldırılabilir.
       
Hakların tanınması gerekli ama yeterli değildir, kullanılabilir olmasıdır önemli olan. Ne kadarı yaşamınıza değiyor? Yasada var ama topluma değip, dokunmuyorsa, hakları kullanma ısrarını göstermek, özgürlük mücadelesi vermek gerekir. Hak ve özgürlüğe verilen olarak bakıp, yeterli görmek yerine; alınıp korunan, korunup geliştirilen, yaşam alanı içinde var edilen, var etmek için belli günlerde sözlere boğmak yerine, sürekli çaba gösterilen olarak  bakmak gerekiyor. Böyle bir bilinç için çaba göstermek yerine, belli günlerde varmış gibi kutlamayı seçtiğimizi rakamlara vurunca gerçeğin yakıcı yüzü çıkıyor ortaya...
           
Atatürk sayesinde, 1934 yılında kadınların siyasal hakları tanındı. Seçme ve seçilmede haklar alanında eşitlendik. Kullanılması konusu, bu hakların yaşam pratiğinde var edilmesi sorunudur. Hak, hukuk sistemince tanınan, başkalarına karşı ileri sürebileceğimiz yetkilerdir. Bu yetki, yaşam pratiğinde yoksa hukukun çözeceği bir sorundur.
           
Kadınların göreceli hakları var ama bunları kullanacak özgürlükleri yok. Özgürlük, hele kadının özgürlüğü hiçbir zaman toplumun ve hukukun öncelikli sorunu olmadı ki, haklar kullanılabilir olsun. Hiyerarşik katmanlarda birbirinin üzerinde mobbing kurarak suskunlaşan bir toplumda  özgürlük yaşan(a)maz, pratikte olmayan, kağıt üzerinde kalan ve giderek de boşaltılan bir alandan söz ediyoruz hak deyince. Hukuk ve adaletin yok hükmünde olduğu bir yerde sadece, kural koyanın özgürlüğünden söz edilebilir. Türkiye bugün bu noktadadır.
           
Rakamlar demiştik. Türkiye kadın erkek eşitliğinde, 2016 Dünya Ekonomik Forumu'nun cinsiyet uçurumu raporunda 144 ülke içinde 130. sırada yer alarak dibi buldu. Seçme seçilme hakkı, Türkiye'de siyasal partilerin iç yapısından kaynaklı sorunlar nedeni ile cinsiyet farkı gözetmeksizin sorunlu ama kadının hakkı olanı almasının önündeki engeller giderek çoğalıyor.
          
İktidarın kadın özgürlüğünü, kadının başının türbanla örtülmesine indirgediği sürecin hızlanmasında muhalefetin, bizzat Kılıçdaroğlu'nun ifadesi ile "laiklik sorunu yok" ve "türbanı biz çözeriz" sözlerinin etkisini küçümsemeyelim. Kadını örterek sistemi laikleştirmek ve kadın haklarında giderek gerilerken, Atatürk diyenlerin sayısının artması bir paradokstan çok, sistemli bir dönüşümün örtüsü aslında.

Not: Bugün gazetemiz Haberekspres'in doğum günü. 17. yaş gününü kutluyor; doğru, dürüst, duyarlı ve dost yürüyüşünün uzun olmasını diliyorum