Yazının başlığını "geriye sürükleniş" diye de okuyabilirsiniz.  Çok değerli (!) ana akım medyamız tüm dikkatleri siyasette eskimiş belediye başkanlarının koltuklarından indirilme öyküsüne çekerek algı operatörlüğü görevini (!) yerine getirirken, özellikle kadınları ama aslında tüm toplumu ilgilendiren bir yasayı ayağının tozu ile açılır açılmaz komisyondan geçirdi meclis. Müftülerin de artık nikah yetkisi olacak... Bu tasarı gündeme geldiğinde, yazdığımız şu satırları dikkatli okur anımsayacaktır: Medeni hukuktan... Noktalar ile bıraktığımız boşluğa toplumu daha güçlü kılacak bir düzen gelmeyecek. İslam coğrafyasına bir bakmak yeterli. Neden o coğrafyanın en güçlü ülkesi Türkiye idi? Neden coğrafyamız ülkelerine yeni biçim vermek isteyenler Türkiye'nin rejimini İslamlaştırmayı seçtiler? Üzerinde düşünmemiz gereken bu çok önemli başlıklar gündemle açılan gedikler içinde kaybolup gidiyor. Fena halde güç yitiriyoruz. Aklı geçtim, biraz olsun sağduyumuz kaldı ise, "Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda Değişiklik" adı altında sunulan bu yasa tasarısı meclisten geçmez."

Sanki biz seçmişiz gibi iş başına getirilen ve kendisine verilen ev ödevlerini harfiyen yerine getiren bir Meclis aracılığı ile dönüşüyor rejim. Çok kanallı, tek sesli Türkiye'de, itiraz edenlerin sesleri ülke genelinde yankı bulamaz, boğulur. Kadın örgütlerinin, CHP'nin bazı vekillerinin itiraz seslerine yer verilmiyor. Tuhaf olan; kadından yana olduğunu sürekli vurgulayan yayıncıların bile gündeminde belediye başkanı değişimi konusu öncelikli.

İktidara konuşlanmış tek partinin kendi içindeki tasfiyesi pek hayra alamet değil. Karşı devrim, kendi çocuklarını yeme aşamasına geldi ise, giderek radikalleşecek demektir. Bir de önemli bir mesaj var belirli koltuklarda oturan herkese: İktidardaki partinin en has gibi görünen  adamlarının bile yeri garanti değil, ayağınızı denk alın!.. Taraf olmazsanız, bertaraf olursunuz. Gücünü kendinden çok koltuktan alanlarla var edilen bir sistemde önemli bir "itaat et" mesajı bu!.. "Vay be!.. Onu bile!.." dedirtecek bir güç gösterisi...
 
Önce terör, şimdi de savaş tehdidi altında suskunlaşan, hep tedirgin, bekleme modundaki toplumun üzerindeki baskı giderek artmakta. OHAL şemsiyesi açıldıktan sonra adeta toplama kampına dönen ülkede, tutukluluk zincirine dahil edilenler üzerinden ve de bozuk gittiği artık herkesçe görünen ekonominin tüm ağırlığının yurttaşın üzerine bindirildiği yoksullaştırma, ya da toplumu "yoksullukta eşitleme" politikaları ile de desteklenen bir psikolojik baskıdan söz ediyorum. Bu iki cümleye sıkışan parantezi açmaya kitaplar yetmez.

Konumuz; medyanın gözden kaçırmaya çalıştığı kadının gasp edilen hak ve hukuku. Kadını ikincil konumundan çıkaran en önemli adımdır Medeni Kanun. Kabul tarihi 17 Şubat, yürürlüğe girmesi 4 Ekim 1926. Ne tesadüftür ki müftülere nikah yetkisinin verilmesi, içişleri komisyonundan geçtiğinin duyurulduğu tarih: 5 Ekim... Rövanş gibi...

Bir yazımda diyordum ki; Cumhuriyet kadındır.
Kadını Cumhuriyet ile yüceltmiştir Atatürk. Hukuk ve haklar alanında erkekle eşitlenecek adımların atılmasında, toplumsal ve ekonomik yaşamda kadının çoğaltılmasında, aileden başlayıp toplumun tüm katmanlarında eşit yurttaş olmada Medeni Kanun'un önemi yadsınamaz. Medeni Kanun'un kabulü, Mecelle'nin kaldırılması, dolayısı ile erkeğin çok eşlilik hakkının (!) ortadan kalkması, tek eşlilik, kadının erkek kardeşle eşit miras hakkı, evliliği iki tarafın rızasına dayandırması, kadının da boşama hakkına yer vermesi, nikah yetkisinin imamdan alınarak belediyelere verilmesi gibi kadının hak alanını hukuk ile sağlamlaştırmıştır. Dini olandan resmi olana geçiş, laik düzenin gereği olan bir düzenleme, kısaca hukuk sisteminde laikleşme diyebiliriz.

Bugün Meclis'te olan vekillerin özellikle kadın kimliği ile orada yer buluyor olmasının sebebi de diyebiliriz. Medeni Kanunla evin dışındaki yaşamda çoğaltılan kadın daha sonra, 1930 ve 1934'te Meclis'ten çıkarılan yasalarla siyasal haklarına kavuşturuldu. Tüm örtme çabalarına karşın, hepimiz biliyoruz ki; Meclis'te masum gibi sunularak gündeme getirilecek olan bu değişiklik, toplumsal yaşamın dini kurallar ve dini yetkilerle donatılmış kişilerle düzenlenmesinin önemli bir adımıdır. Daha açık ifade ile laik sistemin özüne dokunmaktır. Hiç kimsenin, ama özellikle Meclis'te bulunan kadınların böyle bir düzenlemeye olur vermesi akılla açıklanamaz. Bir toplumun yüz yıl öncesine geri dönmek için kazanımlarını boşaltmasına aracılık etmek kadar, bunun seyirciliğini yapıyor olmak da ağır bir vebaldir. Üniversitelerin böyle bir yasa çıkarken sessizliğe bürünmesi kabul edilebilir değildir. Gelecek nesillerin kaderini belirlerken, onların özgürlük alanlarına olumsuz dokunmalarla müdahale etme hakkı ile hiç kimse, hiçbir kurum yetkilendirilemez. Ortada bir vebal var. Ve sorumluluk bu vebale ortak olan herkesin olacaktır.  

Medeni hukuk 91 yaşında. Medeni yaşam hala emekleme devresinde... Kadınlarımızı erkek zulmüne karşı koruyamıyoruz. Cinayetleri durduramıyoruz. Hukuk alanında 91 yıl önce başardığımızı, toplumsal alanda katıksız bir başarıya dönüştüremedik. Haklar hukukla tanındı ama kullanılabilirlik alanı sorunlu kaldı. Cumhuriyet özgürlüklerin kapısını araladı. Demokrasiye tutunarak gelenler, demokrasinin en önemli alanını yani özgürlük alanını boş bıraktılar. Yetmedi, şimdi hukuk alanı da boşaltılmaya başlandı.
Medeni hukuk üzerine konuşulacak, yazılacak yine; yıl dönümü nedeniyle... 91 yıl önceki Meclis bugünün Meclisinden daha ileri ve daha akılcı kararlar alabiliyordu dememek için Meclis'in önemli bir sınavının arifesindeyiz. Konuşmayı bırakıp, tüm kadın örgütlerinin ve muhalefet çevrelerinin Meclis'i kendisini de var eden anlayışa rövanş niteliğinde kararlar almasına karşı durdurması zamanıdır. Siyasal muhalefeti suçlamanın ötesine geçebilmesi için de bir fırsattır toplumsal muhalefet için. Meclis'in önünde mi toplaşılır, tek tek tüm vekillere mektuplar yazılıp tarihi uyarılar mı yapılır... Üniversite senatoları bildiriler mi yayımlar... Herkes üzerine düşeni yapmalı; demokraside, özgürlüklerde ve haklarda ısrarcı olmalıyız. Meclis gündemine 10 Ekim günü gelecekmiş... Meclisin böyle bir yasaya olur vermesinin vebaline ortak olmamak adına, hem toplumsal, hem de siyasal muhalefet için önemli bir sınav.

Ulus yerine; ümmeti, Türkçe yerine; Arapçayı, Medeni Kanun yerine; Mecelleyi tercih ederek daha güçlü bir ülke olmayacağımızı anlatmak zorunda kaldığımız günlerden geçiyor olmak vahimden öte. Akıllarını tatile çıkarıp, sadece bulundukları yere konuşlanarak suskunlaşanlara duyurulur. Kimsenin yeri garantili değil. Neden mi? Hukuk yoksa güvence yok. Bu yasa ile kadının hukukla elde ettiği hakların kemirilmesine izin verenler, alet olanlar, kendilerinin hak alanlarına dokunulduğunda çok geç kalmış olacaklar.

TEOG'la ilgili "ne yapıyorlar?" diye eleştiren birisine, yaptıkları bir şey yok, sadece önceki eğitim sistemini yeni bir şey yapıyor gibi yıkıyorlar. Şimdilik yerine ne geldiği önemli değil, asıl olan önceki sistemin aşındırılması dedim. Şu an Meclis'e gelen yasa da farklı değil. Önceki tahrip edilsin de sonrası nasılsa gelir!..
Kurumsal yıkıntılar üzerinden inşa edilmeye çalışılanla toplumun dokuları uyuşmuyor. Uyuşuyor olsaydı, tüm "yeni" denilen eskiye/geriye dönük adımlar daha özgür bir ortamda toplumsal ve siyasal diyalogla atılırdı. Muhalefetin dizaynına gerek kalmaz; muhalefet edenlere tahammülsüzlük, görünür baskılara dönüşmezdi... Demek ki; Cumhuriyetçi refleksler kemirilmiş hali ile bile çok güçlü...

Medeni Kanunumuzun 91. yılı kutlu olsun. Nice yılları kutlayacağımız özgür bir Türkiye düşümüzden ve Cumhuriyetin bizleri özgürleştiren, yurttaş yapan kazanımlarından  asla  vazgeçmeyeceğiz.
Hani hep yazılarda birilerinin veciz sözlerine yer verilir ya!.. Bir sahil kasabamızda ağaca yazılı bir deyiş ile noktalamak istiyorum. Büyük olasılıkla denizciler asmışlar... "Dalgasız denizde herkes kaptan be reis!" AKP'nin toplumu kıskıvrak sarmalayan baskı politikasını özetlemişler diye düşündüm... Yanlış mı düşünmüşüm?!..