Bir psikiyatri doktoru olarak sıkça panik atak yaşayan danışanlarımın fiziksel ve ruhsal sıkıntılarını dinleyen biriyim. Çarpıntıyla birden uyanmalarının onları nasıl büyük bir korkuya ittiğini de çok iyi bilenlerdenim. Yaklaşık 10 yıl önce, bir dönem gece telefonlarla uyandığımda panik atağı anımsatan yoğun çarpıntılar yaşıyordum. 2005-2006 yıllarında Şırnak'ta asker olarak görev yapmıştım. Orada gece gelen telefon demek kopmuş kol ve bacaklar, ölen gencecik insanlar demekti çünkü.

Helikopter pistinin hemen yanındaki yatakhanemizde gece uykuya hazırlanırken, artmış helikopter sesleri gecenin kötü geçebileceğinin ilk işaretleriydi. Beraber aynı odayı paylaştığım cerrah arkadaşım bazen yalvararak bazen öfkeyle onların susmasını dilerdi. Sonra gece birden odada üç kişiden birinin telefonu çaldığında ya da yan odadan bir arkadaş kapıyı çaldığında aynı anda üç kişi ayağa fırlar, önce bir küfür gelir sonra büyük bir sessizlikle karşıdan gelen haber beklenirdi. '2 Şehit, 3 yaralı var' denildiğinde odalarından büyük sessizlik içerisinde yaklaşık 15 doktor hastaneye kapkaranlık gecede yürümeye başlarlardık. Herkesin beyninde düşünceler birbirine girmişken çıt çıkmazdı. Bazen hastaneye yaralıların getirilmesi saatleri bulabilirdi. Arada 'bırakın bizi biz gidelim çatışma alanına' isyanının dışında herkes ayrı bir yerde sessizce görev sırasının gelmesini beklerdi. Benim görevim adli kayıtları almak ve ertesi gün kolunu bacağını kaybetmiş kişilere şimdi bana çok yetersiz gelen cümlelerle güç vermekti.
O sessizlik anlarında nedense genelde Cudi Dağına bakardım. Büyük bir karanlığın ardında ışıklar içerisindeki İzmir'imi düşünürdüm. Orada herkesin her şeyden uzak kendi hayatlarını yaşamasına, Çeşme'de kalktığını düşündüğüm kadehlere ve kahkahalara öfkelenirdim. Hele orada hiçbir bedel ödemeden atıp tutan kişileri düşündükçe gece daha çok tırmalardı her yerimi.

Bu duygular ve yazı, bu hafta yıllık iznimi ailemle birlikte Yunanistan'ın Sakız Adası'nda geçirirken, hayal değil karşımda gördüğüm Çeşme'nin ışıklarına bakarken canlandı. Yabancı kabul edilen bir ülkede bu sefer Çeşme, çok daha yakındı. Ülkemde yine kan vardı, gencecik yaşta hayatlarını kaybeden insanlar vardı. Bu sefer kadeh kaldıran bendim, beynimde onlarca birbirine girmiş düşünce ve duygu ile birlikte.
Üç yaşında oğluma bakıyordum, kendimi görebilmek ve geleceği hissedebilmek için. Bize yabancı diye tanıtılan Yunan çocuklarla nasıl güzel oynuyordu. Çocukluğum aklıma geliyordu. Düşman Yunanistan ve Yunanlılar söylemi. Sonra Gallis'le Avrupa Şampiyonu olmuş Yunan Basket takımı ve Saravakos ile şampiyon kulüpler kupasında yarı finale yükselmiş Panathinaikos futbol takımları. O zaman nedense düşman diye öğretilen takımların zaferlerine o kadar mutlu olmuştum ki kendim bile şaşırıyordum. Tribündeki adamlar bizlere benziyordu. Takımları yenik olsa bile durmadan, yılmadan bağırıyorlar, kazandıklarında herkes sarmaş dolaş gözyaşları döküyorlardı. Benim Altay tribünlerime, dostlarıma hatta bana benziyorlardı. Kazandığında alkış tutan, kaybederken maçı sadece seyreden kişileri tutmak içimden gelmiyordu. Onları bizden ayıran neydi?

Şimdi oğlumu düşünüyorum. Acaba O ya da çocuğu Kürtleri yabancı bilecekler mi? Onları bizden, bizi onlardan ayırmayı başaracaklar mı? Sonra bir gün farkına varacak mı aslında pek de farkımız olmadığını ve onlar-biz olmadığımızı. Tavernada gecenin son çalan şarkısının Yunanca söylenen Ahmet Kaya şarkısı olması beynimden geçenlerin bir özeti değil mi? Türkiyeli Kürt Ahmet'in Yunanca söylenen şarkısında herkes hep beraber duygulanıyorsa aynı mayanın bunda payı yok mu?

Şırnak'ta dostlarım Şoför Ahmet, Optikçi Cengiz, BT'ci Göksel. Hangi biriniz onlardan daha fazla isteyebilirsiniz barışı? İzmir'e dönerken helalleşirken söyledikleri söz hâlâ çınlar kulaklarımda ve yüreğimde. 'Hocam ne olur batıda Kürtlerin kötü insanlar olmadıklarını anlatın, terör en çok bize zarar veriyor.' Türk-Kürt-Yunan. Aslında ne çok benziyorlar birbirlerine. O zaman bu ayrılık, bu kin nedendir diye sormak gerekmez mi? Vatanımı seviyorum diyen, halkımı seviyorum diyen adamların biraz daha fazla okuması, biraz daha bilinçlenmesi ve emperyalizmin ve onun aracısı olanların bu ayrılıkları oluşturduğunu anlamak için çaba göstermesi görevleri değil midir? Gerçek vatanseverlik körü körüne bağlılık değildir çünkü. Anlayabilmek, sentez yapabilmek ve ona göre davranabilmektir.