Kavimler göçü deyimi; daha çok Orta Asya kökenli kavimlerin Kuzey Karadeniz yoluyla Avrupa üzerine gruplar halinde göç etmelerini açıklayan bir tanımdır. Tarihçiler, Roma İmparatorluğu'nu ikiye bölüp Ortaçağ'ın başlamasına neden olan bu gelişmeleri  M.S. 350 – 800 yıları arasındaki hareketlere bağlarlar. Öğrenim gördükleri dönemlerde tarih derslerini sevmeyenler ya da bu derse yeterli ilgiyi göstermeyenler bile Burgonlar, Vizigotlar, Ostrogotlar, Hunlar vb. isimleri anımsar olacaklardır. Üstelik; bu isimler arasında Hunları doğrudan Türklerle bağlantılı kılan tarihçilerimiz de olmuştur. Şimdilerde pek dile getirilmiyor ama bir zamanların "50 Türk Büyüğü" adlı kitapta "Atilla"nın adının geçtiğini anımsıyorum. Bileceğiniz gibi "Atilla", Batı Hunlarının hükümdarı olup Roma'lılara az çektirmemiştir.
Kısaca söylemek gerekirse; Kavimler Göçü kapsamında gelenlerle o günlerdeki Avrupa'da bulunan yerleşik ırklar arasında ciddi bir takım bağlantılar gerçekleşmiş dolayısıyla günümüz Avrupa'sının şimdilerdeki oluşumunun temelleri atılmıştır.

Daha sonra Roma İmparatorluğu ikiye ayrılıp doğudakine "Bizans İmparatorluğu" adının verildiğini bilmekteyiz. Bizans İmparatorluğu bizim için önemlidir. Şimdilerde anayurdumuz olan Anadolu; Bizans İmparatorluğu'nun da ana bölümüydü. Üstüne üstlük günlük yaşamımızın bir çok alışkanlığı da din farklılığına karşın o zamanlardan kalma olmalıdır. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından feth edilen İstanbul'un Bizans'ın başkenti olduğunu unutmamalıyız.

İşte bu Bizans İmparatorluğu hüküm sürdüğü 395-1453 yılları arasında ağırlıklı olarak Balkanlar ve Anadolu yarımadasında  o günlerin en büyük devleti sayılmaktaydı. Bizans imparatorlarının kendilerine özgü bir devlet politikaları ve yönetim biçimleri vardı. Nitekim; örnek vermemiz gerekirse 685-695 yılları arasında hüküm süren II. Justinianos Balkan Yarımadası'nda yerleşik 100.000 civarındaki slav kökenli halkı göç ettirerek şimdiki Marmara Denizi'nin güneyindeki o zamanki adıyla "Opsikon Thema"sına (Thema: Bizansa özgü yönetim birimi)  yerleştirmiştir. Durun daha bitmedi; 741-775 yılları arasında imparatorluk görevini sürdüren V. Konstantin Copronymos ise aynı yöreden 200.000 kişiden fazla bir nüfusu yerinden oynatarak Anadolu'nun Niğde ve Adana yörelerine yerleştirmiştir. Bu sayıların o günler için çok önemli rakamlar olduğunu hatırlarımızdan çıkartmamalıyız.

Dönemler değişmiş aradan seneler geçmiştir. Neylersiniz, bizim güzel Anadolu'muzun kaderi olmuştur bu yaşananlar. Bu kere; yönetim amacıyla olmasa da savaşlardan kaynaklanan nedenlere bağlı olarak ülkemizde nüfus hareketleri süreklilik göstermektedir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun küçülme dönemlerinde gerek Balkan Yarımadası'ndan gerekse Kafkasya yöresinden kafilelerce göçmen topraklarımıza sığınır olmuştur. 93 Harbi bilinen Osmanlı-Rus savaşından sonra Bulgaristan'dan Trakya ve İstanbul'a, Kafkasya'dan Doğu illerimize akın akın gelen göçmen kafileleri unutulmaz olmuşlardır. Ya Balkan Savaşı'na ne diyebiliriz ki? Öylesi bir savaştır ki Balkan Yarımadası'ndaki son yerleşik Türkler üç ya da en çok dört ay içinde yurtlarından koparılıp anavatana sığınmışlardır. Unutulmamalı ki; o günlerdeki acılar bilmem kaç romana konu olmuştur?

Şimdi bakın biraz da hassas bir konuya değineceğim. Ne kadar ilginçtir? Birinci Dünya Savaşı'nda Suriye Cephesi'nde ordumuz yenilmiş, Anadolu sınırlarına çekilmektedir; o günlere kadar Osmanlı tebası olan güney komşumuz insanları hadi biz de vatanımıza dönelim demek bir yana ordumuzu arkadan vurabilmek için neler yapmamışlardır ki? Meraklı olanlar tarih sayfalarından gerçekleri görebilirler. O halde şimdi bu başımızdaki dört milyona yakın işsiz güçsüz topluluğun ülkemize ne türlü zarar verebildiğini etraflıca değerlendirmemiz gerekir. Hem de bu yöndeki değerlendirme ivedilikle yapılmalıdır. Kim ne derse desin bizim Mehmetçiklerimiz bir amaç uğruna şehit olabiliyorlarsa aynı yaştaki Suriyeli gençler bizim ülkemizin kahvelerinde nargile çekip pişti oynuyor olmamalı. Hem onlar bana kalırsa Osmanlı'dan kurtulduk diyerek yabancıları sevinçle karşılayanların torunları değiller midir?
***
Durduk yerde Suriyelilerden bahsetmemin elbette bir nedeni olacaktı. Aslında yazımı; Başbakan Yardımcısı Sn. Veysi Kaynak'ın çok çok garibime giden saçma sapan konuşması üzerine yazmayı kurgulamıştım. Televizyonda görüp izlediğimde  açıkçası kanım donmuştu. Peki, ne demişti hazret? "Kahramanmaraş'ta, Gaziantep'te düz işçi bulunmuyor, Suriyeliler olmasa sanayi durur, işyerleri kapanır". Ey okuyucu, şimdi ben bu lafın neresinden tutayım? Kayıt dışılığı teşvik etmesini mi, Suriyeli işçilerin olumsuz koşullar altında çalıştırılmalarını mı, yarı yarıya ücret verilmesini mi söz konusu edeyim? Bir yanda AKP'nin kalkınan Türkiye şarkıları, bir yanda hükümetin sorumlu kişisinin söyledikleri? Tam yerine uyuyor değil mi? Haydi; o bilinen atasözümüzü anımsayalım: "Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler".  
Benim yazım burada bitecekti. Ne yazıktır ki; Üst bölümdeki yazımı yazmak kararında iken Adapazarı'nda o kötü olay yaşandı. Suriyeli hamile bir kadına tecavüz edildi, 10 aylık çocuğuyla birlikte öldürüldü. Olayı hemen Suriyeli düşmanlığına bağladılar. Hiç de o fikirde değilim, hamile kadınların tecavüze uğrayıp öldürülmeleri hem de vahşice öldürülmeleri artık ülkemizde sıradan olaylara dönüştü. Dolayısıyla olayın düşmanlıkla filan ilgisi yok yönündeki düşüncemde ısrarlıyım. Olayın nedenlerini sosyolojik açıdan incelemekte yarar olacaktır. Duygu sömürüsü ortamı oluşturarak sahte bir sempati havası yaratmanın da alemi yoktur. Lütfen işin özüne dönelim.
Vefat eden anne ve çocuğu için baş sağlığı ve rahmet diliyorum.
İçtenlikle kalınız...
TÜRKÇE İÇİN NOT
Dekarasyon değil DEKORASYON