Kaybolmaya yüz tutan keçe sanatını modern insanın gündelik hayatında kullanması için vazgeçemeyeceği bir nesneye dönüştürmek isteyen, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Geleneksel El Sanatları Sanatkarı unvanına sahip Ayfer Güleç, 'Keçe, göçer kültürün en önemli sanatı. Anadolu topraklarının köklerinde yer alan bir sanat. İnsanlık tarihi kadar eski bir tarihe sahip olan keçenin yeniden bilinirliğini arttırmak ve gündelik hayatlarımızın içinde vazgeçilmez bir nesneye dönüştürmek istiyorum. Yeryüzünde neolitik döneme kadar uzanan geçmişinin yanı sıra İzmir'de Homeros'un İlyeda Destanı'nda yer alan keçenin kaybolmaması için mücadele ediyorum' dedi.

Keçe sanatının insanın yaşamının her anına etki ettiğini belirten ve kendisini keçenin A'dan Z'ye hem efendisi hem de marabası olarak tanımlayan geleneksel el sanatları alanında, Kültür Bakanlığı Eğitim Dairesi tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı ve Kültür Bakanlığı Sanatkârı unvanı sahibi olan Ayfer Güleç'le 22 yıldır emek verdiği keçe sanatıyla ilgili bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşide, kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarından olan keçe sanatının dünyadaki ve Türkiye'deki durumu, insanların keçeye olan ilgisi, keçenin sağlığa olan etkileri ve kültürel miras olan keçe sanatının ülkemizdeki durumunu konuştuk. 

9 Eylül Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Ana Sanat Dalı mezunusunuz. Uzun yıllardır da bu sanatla uğraşıyorsunuz. Keçe sanatıyla ilk olarak nerede ve nasıl tanıştınız? Sonraki süreçte neler yaşadığınızı anlatabilir misiniz?

Bir İstanbul seyahati sırasında Balıkesir Savaştepe'ye uğradım. Burada ustam Muharrem Şengül ile tanıştım. Ustam o yıllarda yaptığı üretimleriyle ekonomik sıkıntı çekiyordu. Benim de İstanbul'da iyi bir pozisyonum vardı. İstedim ki ustama iyi bir proje geliştirerek, ürünün Ar-Ge çalışmasını yaparak, farklı üretimler yapalım ve ustamın ekonomisinin katma değeri biraz daha fazla olsun. Kazancının farklı olması isteğiyle yola çıktım. Ancak ustam 70'li yaşlarındaydı ve klasik yapma tekniğinden vazgeçemedi. Bu da tabi sürecin yavaşlamasına neden oldu. Seferihisar'ın Doğanbey Köyü'nde 'Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcılarını Arttırma Projesi' kapsamında Ayfer Güleç Keçe Atölyesi'nde keçe sanatının yapımını öğretiyoruz. Dünyadaki ilk tekstil ürünü olarak bilinen, minimal yaşamın simgesi keçe, yıllar boyunca kepenek ve yer yaygısı olarak kullanıldı. Bu doğal malzemeyi özgün tasarımlarla katma değeri yüksek, ekonomik getirisi olan dekoratif bir malzemeye dönüşmesi ve kadınlara da iş olanağı yaratmasını amaçlıyoruz. Ana geçim kaynağı hayvancılık olan köyün açılan atölye ile yakın bir zamanda Nazarköy ya da Şirince gibi bir cazibe merkezi olacağını düşünüyorum. Hatta köy, atölye açıldığından bu yana Cittaslow şehri Seferihisar'a gezmeye gelen turistlerin de uğrak yeri olmaya başladı. Bu üretim alanı Türkiye'nin köylerine ve köylüsüne sahip çıkan Seferihisar'ın mantığına da çok yakışıyor. Çünkü bu proje aynı zamanda bir kırsal kalkınma projesi. Çok kısa bir zaman olmasına karşın projeyle Doğanbey Köyü, turizm destinasyonlarında yer almaya başladı.

Alanda ilk yaptığınız ürünler, İstanbul Giyim Sanayiciler Derneği tarafından 'Genç Stilistler' dalında mansiyon ödülü aldı. Bu alanda daha da etkinleşmenizi sağladı mı? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Aslına bakarsanız, ressamım ve tasarım mezunuyum. Aldığım ödülü çok fazla da önemsemedim. Bu keçe ile ilgili olarak aldığım ilk ödüldü. Yıllar içerisinde geliştirdiğim projeyi sergilerle ayakta tutmak istedim. Fakat sergilere gelen herkes ve medya çok ilgi gösterdi ama sonunda bunun ekonomik bir döngüsü olmadı. 2005 yılında yaptığım bir proje ile KAGİDER'in 1500 projesi arasında ilk 5'e girdim. Hem mentörlük hem de ticari eğitim aldıktan sonra kendi şirketimi kurdum. O gün bu gündür de keçe üretiyorum. Ödülün en önemli katkısı ise geliştirdiğim projeyi daha çok çabalamamı sağlaması oldu.

'Kültürel miras taşıyıcısı oldum'

Keçe sanatını önceleri hobi ve ticari bir alan olarak gördüğünüzü ve sonrasında sanatsal üretim alanı olarak gördüğünüzü söylediniz. 2005 yılından sonra ciddi bir ivme kazandırdığınız sanatınızda kendi atölyenizi de kurdunuz. Bu süreçten bahseder misiniz?

Öncelikle hobi olarak başladığım keçe sanatını daha sonra sanatsal üretim olarak bakmaya başladığımı belirtmek isterim. Keçe sanatıyla ilgili uğraşlarıma özellikle 2005 yılından sonra hız verdim. Alanda profesyonelleşmeye başlamamla birlikte atölyemi kurdum. Atölyemi Seferihisar Doğanbey Köyü'nde kurdum. Sonralarında yaptığım işin kırsaldaki kadınlara ekonomik getiri kazandırmak adına son derece başarılı olabileceğini düşündüm ve bunun için harekete geçtim. Bunun dışında da önemli bir kültür ürününü ayağa kaldırmanın da son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bu süreçte yaptığım çalışmalarla Kültür Bakanlığı Eğitim Dairesi tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras Taşıyıcısı ve Kültür Bakanlığı Sanatkârı unvanı aldım. Kültür Bakanlığı'na kayıtlı nadir ustalarda biriyim. Bunun dönem dönem de eğitimlerini veriyorum. Çünkü bu sanat dalı kaybetmeye yüz tutan el sanatlarının başında geliyor. Çoban kepeneği ya da yer yaygısı diye ihtiyaçtan kullanılan ve alt kültür ürünü olarak kabul edilen keçe, aslında dünyada çevrecilerin ve moda tasarımcılarının çok kıymet verdiği bir malzeme olarak kabul görmektedir. Keçeye hak ettiği önemi ve itibarı kazandırmak için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.

'Doğal ve çevreci bir malzeme'

Keçe son derece sağlıklı bir ürün olarak biliniyor. Keçenin dünyadaki çevreciler tarafından çok fazla önem görmesi bundan mı kaynaklanıyor? Bu konuda neler söyleyeceksiniz?


Keçe son derece doğal ve çevreci bir malzeme. Keçenin en önemli özelliği teknoloji gerektirmemesi ve teknolojik atık bırakmaması. Üretimi kişiye özel. Yaptığımız bir ürünün ikincisini yapma şansımız çok nadir. Çünkü hepsi el yapımı. Bu sanatla uğraşırken koyunun üstündeki yünün koyun için ne ifade ettiğini düşünür ve keçenin aynı özelliklerini koruması için çalışırız. Enerjisi yüksek bir ürün olan keçeye bir de üreticinin enerjisi eklenir. Bir yerde bütün yaşanılırlıklar kullanıcıya geçiyor. Atölyemde sadece üretim yapmıyorum. Aynı zamanda gelen turistlere ve ziyaretçilere yaratıcı çalışmalar yaptırıyorum. Hem suya, sabuna dokunarak bir üretimin hangi süreçlerden geçtiğini deneyimliyorlar hem de o anı yaptıklarını (bereket çanağı ya da şifa çemberi dediğimiz keçeden yapılmış objeye aktarıp) yanlarında taşıyorlar. Onları isterlerse küçük bir tabloya bile dönüştürüyorlar. Saç tokası veya kolye başı da yapabiliyorlar. Ben ise böylelikle kendi kültürümüzü modern insanların gündelik hayatlarına yavaş yavaş da olsa sokmaya ve yaşamlarının içinde kullanmalarından mutlu oluyorum.

Keçenin üretim ve kullanım alanları nelerdir?

Keçe dokuma kumaştan önce dünyadaki ilk tekstil ürünü. Yünün basınç ve sabunlu suyla sıkıştırılmasıyla oluşan bir ürün. Kök boyalarla renklendiriliyor. Keçeyi herkes yapabilir. Renkli elyafla yani yünle resim yapmak diye özetliyorum. Sanki bulutlarla resim yapıyorsunuz. Temel malzeme yün, zeytinyağlı sabunlu su ve insan emeği. Önce hasır üzerine yünü seriyorsun. Desenini tasarlıyorsun. Sabunlu suyla ıslatıp, hasırı rulo yapıyorsun ve sonrasında 45 dakika boyunca ruloyu dövüyorsun. Öncelikle keçenin çok geniş bir kullanım yelpazesi olduğunu söylemek istiyorum. Keçe, terlik ve patikten tutun da şapka, çanta, toka ve yüzüğe kadar geniş bir alanda kullanılıyor. Bir çerçi dükkânında bulabileceğiniz çeşit kadar keçeden ürün yapma şansınız var. Çünkü çok kullanışlı ve her şekle girebilen bir malzeme. Bu şekli isterseniz ipek inceliğinde, isterseniz bir kordon biçiminde nerede kullanmak isterseniz orada kullanabilirsiniz.

Keçe, son derece sağlıklı

Keçenin çok farklı sağlık özellikleri olduğu konusunda çeşitli görüşler var. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Öncelikle vücuttaki statik elektriği dengeliyor. Çime basmış gibi kedi köpek sevmiş gibi hissediyor ve kendinizi günün stresinden arınmış hissediyorsunuz. İkinci olarak keçenin eklem ağrılarına iyi geldiği gibi ter emme özelliği de var. 1 kilo yün 2 litre su çekiyor. Keçe aslında sıcak tutmaz, sıcağı korur. Yani mevcut ısıyı korur. Buz sararsanız buz kalıbını buz olarak korur. Kısacası keçenin termos etkisi var. İyi dövülmüş bir keçenin kesinlikle su geçirmeyeceği alanda bilinir. Keçenin üstünde yılan, çıyan, akrep gibi hayvanların yürüyemeyeceği ya da iyi dövülmüş bir keçeyle yangına girildiğinde keçenin alev almayacağı da söylenir. Ancak bunları test etme imkânım da olmadı. Bunun dışında radyoaktif dalgaları kırdığı bilinir. Hatta işin uzmanları bilgisayar ve cep telefonlarını keçe kılıflarda saklamayı önerir. Bu kadar çok özelliği olan bir malzemenin de aslında sağlık materyali olduğunu görüyoruz. Ancak bu özellikleri dışında gelenler genelde keçeyi estetik yönüyle tüketiyor. Estetik arayan müşteriler geldiğinde de onlara keçeyi Silk and cashemere'in teknoloji görmemiş hali olarak tanımlıyorum.

Seferihisar'da estetik haliyle ve teknoloji görmemiş ürünler olarak tanıttığınızı söylediniz. Bu konuda ciddi bir ilgi olduğunu söyleyebiliyor musunuz?

Benim yaptığım işi de slowfashion olarak nitelendirebiliriz. Natürel ve kültür ürünü olan bir malzemeyi günlük yaşama kazandırıyoruz. Seferihisar'da ilgi çok büyük çünkü hem tek olmanın verdiği bir keyif hem de farklı üretimlerin verdiği bir keyif var. Seferihisar'a gelip de beni ziyaret etmeden giden sayısı az. Bu çok onur verici bir durum. İlkleri yaşatmak ve ilk olmak çok zor. 22 senedir keçe yapıyorum ve 3 senedir ticareti ile uğraşıyorum.


4S gerekli

Alanda uzun yıllar uğraş verdiniz hala da veriyorsunuz. Keçeye başlamak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Eğer keçeye başlayacak olanın sabrı, sevgisi, sadakati ve saygısı yoksa hiç başlamasın. Ben buna 4S diyorum. Bu dört şey yoksa başlamanın da bir anlamı yok. Çünkü bir zaman sonra bu uğraş hayatınızın her alanını kaplıyor. O sizi yönlendirmeye başlıyor. Keçenin tasavvufi yönü de olduğu için bu bir süre sonra ağır basmaya başlıyor. Zaten keçecilere sufi de derler. Bunun sebebi de kaynaştıran birleştiren olarak görülmesinden dolayıdır. Bu sanatı gerçekten yapmak istiyorsanız, hayatınızın merkezine girmesine ve sizin de hayatınızın merkezinde olmasına izin vereceksiniz. Zaten bu olduktan sonra gerisi daha bir kolaylaşıyor.

 
'Üniversitelerde kürsüsü yok'

Keçenin dünyadaki durumu bize göre daha iyi olduğu bilgisi var. Ancak özellikle son yıllarda ciddi bir büyüme ve gelişme yaşadı. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Keçe özellikle dünyada belli bir ivme kazandıktan sonra bizde de belli bir yere gelmeye başladı. 22 sene önce yaptığım tasarımlar şimdi tazeymiş gibi geliyor. Avrupa'da belli bir yere gelmiş üniversitelerde kürsüsü olan bir sanat dalı olarak tanınıyor. Bizde ise üniversitelerde bu sanat dalı olarak sayılmıyor. Lif sanatı olarak kitaplarda yer alıyor ve teorik olarak gösteriliyor. Fakat tam manasıyla bölüm olarak kabul edilmiyor. Bu da ilerisi için ciddi bir sıkıntı olabilir. Keçe sanatıyla ilgili en azından bazı üniversitelerde birkaç bölüm açılabilir. Öncelikle İzmir'de en acil olarak yapılması ve planlanması gerekenin keçe sanatıyla ilgili bir bölümün açılması. Bir ürün niçin kaybolur? İnsanlara ulaşamadığı için kaybolur. Ya da günlük yaşama adapte olamadığı için kaybolur. Üniversitelerin hedefi nedir? Kaybolan bu değerleri ve kültürleri yaşatmak. Maalesef kaybolmaya yüz tutan el sanatları kendi ekonomik ihtiyaçlarını zor karşılayan ustalar tarafından hayatta tutulmaya çalışılıyor. Bu o kadar acı bir durum ki. Ustanın evine ekmek götürmesi gerekir ki mesleğini devam ettirebilsin. Yerel yönetimlerin ve ticaret odalarının bu tür mesleklere destek vermeleri gerekiyor.
Her konuda olduğumuz gibi bu konuda da çeşitli sıkıntılarımız var. Özellikle yurtdışındaki eğitim-öğretim kurumlarından bu sanatla ilgili davetler aldığınızı biliyoruz. Bu sanat alanında önemli bir kültürel taşıyıcılık göreviniz olduğunu da söyleyebiliriz.

Yurtdışındaki üniversitelerden davet aldık ve oralara gidip, kendimizi tanıtıyoruz. Ancak üniversitelere gidip orada insanlarla bir arada olmayı 'bir bardak çaydan bir yudum almak' diye tanımlıyorum. Başka hiçbir şey değil. Oradaki gençlere meslek edindirecek, heyecanı yaşatacak farklı bir sunum ve deneyim yaşatmak gerektiği düşüncesindeyim. Biz de ise maalesef ki usta azlığı yaşanıyor. O nedenle de artık atölyesi olan arkadaşlar koşuyorlar. Bakın bunu böyle yüceltebiliriz diye fikir veriyorlar. Hâlbuki ki bu yaklaşım yanlış. Çünkü insanların ustaya gelmesi gerekir. Çünkü nadir olan odur. Az bulunan odur. Biz ustaları onurlandırmayı unuttuk. Kendimi usta demiyor ve usta olarak da görmüyorum. Kendimi A'dan Z'ye işimin hem patronu hem efendisi hem de marabası olarak tanımlıyorum.