Galiba Haziran başı olmalıydı, evet; döndüm baktım gazetemizdeki köşemde 6 Haziran'da yer almış. Sokakta bulup sahiplendiğimiz kedimiz için bir yazı yazmıştım. Durun acele etmeyin yazımın başlığını da belirteceğim: "Daha Adını Bile Koyamadık".
O zamanlar henüz bir ayını doldurmuş kedimiz şimdi altı aylık, üstelik adı da var: "BÖCÜ". Evimizin neşesi olmayı da son derece usta taktikleriyle sürdürüyor. Yaptığı haşarılıklara ve hatta zararlara tam olarak kızamıyoruz. En günahkâr sayılabileceği ortamlarda bile tüm masumluğunu takınmış görüntüsüyle hareket etmeden bizlerin, bizim gözlerimizin içine bakıyor. Haydi, gelin de kızabilirseniz kızın!
Bakın biz evde neler yaşıyoruz. Hiç olmazsa birazını anlatayım sizlere de haberiniz olsun.
Ben yazılarımı bitirme telaşında iken o bilgisayarımın arkasına saklanıp benimle oynamaya kalkıyor. Ön patilerini ekranın arkasından dolaştırıp tuşlara vurmaya çalışıyor. Zaten en büyük tutkusu hareketli bir ortamın içinde yer almak. Havluyla ellerinizi mi siliyorsunuz biliniz ki havlunun bir ucunu yakalamaya çalışıp sizle oyun oynamaya kalkacaktır. Ya da çoraplarınızı mı çıkaracaksınız hemen orada bitiverecektir.
Açmak için anahtarımı kapının diline mi sokuyorum eşim söylüyor arka odamızdan bir koşması varmış anlatılması, tanımlanması zor. Daha ben kapıdan girmeden ayaklarımın altında yer alıyor, yürümekte sıkıntı çekiyorum. Üzerine basacağım diye korkuyorum ama o ince miyavlaması ile benim mutlaka eğilip onun iki yanını okşamamı bekliyor. Nereden mi biliyorsun diyeceksiniz, nasıl bilemem? Ancak o zaman sakinleşiyor ve sonunda sevişmeye başlıyoruz.
Bakıyorsunuz, kıvrılmış yatıyor. Mutluluğuna diyecek yok. Derken bir de bakıyorsunuz ki eline bir küçük top geçirmiş evin içinde koşturuyor bir o yana bir de bu yana. Topa bir vuruyor, arkasından koşmalar, amacı topu yakalamak filan değil. Yeter ki ona oyun olsun.
En çok da okşanmaktan, boynunun altının kaşınmasından hoşlanıyor. Bir keyif bir keyif ki sormayın gitsin. Gözleri kapalı, hır hır da hır bırakmazsanız o sıradaki mutluluğu sanırsınız ki sonsuza dek sürecektir. Bunların yanında tüylerinin taranması da sevdiklerinin arasında.
Onun kıvrılarak yatıp uyumaları zaman zaman saatlerce sürüyor. Bilmiyorduk, sonradan  öğrendiğimize göre kedilerin yaşamlarının üçte ikisi uyumakla geçermiş. O halde korkulacak bir şey yok demek ki. Korkulacak bir şey yok ama, bir şey daha dikkatimizden kaçmadı. Genellikle bizim bir yerlerimize dokunmadan da kolay kolay uyuyamıyor. Mutlaka ayaklarımızın dibinde olacak ve mutlaka bize dokunacak.
Bir de şunlar var, onları da anlatmalıyım. Elektrik süpürgesinin kim bilir sesinden mi yoksa  görüntüsünden midir, nedir akıl almaz kertede korkuyor. Saklanabilmek için neler yapıyor bir görseniz. Ha bir de şimşek ve gök gürültüsü de var korktuklarının arasında.
Kısacası bizim BÖCÜ için yazılacak, söylenecek çok daha fazla şeyler bulunmakta. Onları da zamanı gelince belki birinci yaş gününde anlatırım.


Şimdi izin verirseniz "P DÜNYA SANATI Dergisinin 2005/37." sayısından alıntılayarak 6 Hazirandaki yazımın sonunda yer verdiğim  bölümü yineleyeceğim. Bence kediler için en güzel tanımlamalar bu yazıda saklı olmalı. Karar, siz okurlarımındır:  
"Ama kedi/ Kedi olmaktan başka bir şey istemez/ Her kedi katıksız kedidir/ Bıyığından kuyruğuna kadar..." Pablo Neruda'nın bu dizeleri ,bedenini değil ruhunu betimler kedinin. Gerçekten de, kedi olmaktan başka bir şey istemez gibidir kedi; kedi ve kendi gibi olmaktır onun derdi. Kedinin bilimsel adıyla felis catus'un tüm çekiciliği, ayartıcılığı da buradan gelir. Bağımsızlığından, kendini  hiçbir zaman tümüyle vermemesinden, kendi olmasından.Theophile Gautier'nin dediği gibi: "Sevgisini hak ediyorsanız  kedi dostunuz olur, ama asla köleniz olmaz." Montaigne, benzer bir yaklaşımı daha gülümser bir üslupla dile getirir: "Kedimle oynarken o mu beni eğlendiriyor, ben mi onu, bir türlü anlayamıyorum." Görünmez Kentler'in yazarı İtalo Calvino'nun söylediği de, farklı bir yoldan aynı yere varır: "Kedinin kenti ile insanların kenti birbirinin içinde yaşar, ama ikisi aynı kent değildir." ... 'Kediler gizemli yaratıklardır. Akıllarından geçenler bizim sandığımızdan çok daha fazladır." Morg Sokağı Cinayetleri'nin yazarı Edgar Allen Poe'ya gelince, o daha da esrarengiz yazmanın peşindedir: "Keşke bir kedi kadar gizemli yazabilseydim."
Esenlikle kalınız...