Türkçede bu kadar “Bastı” ile biten şey olması enteresandır. Geçen akşam katıldığım bir yemekte sonunda  tatlı da var dediklerinde, ki genellikle olur- “ Bu güzel haber ,tatlıyı severim, üstelik ben Tanrı’nın sevgili kuluyum, kilo almam” dedikten sonra neymiş bu tatlı diye sordum. “Kalbura bastı” dedi ev sahibemiz. Adının ne önemi var ki, tatlı tatlıdır tadını çıkar işte diyebilirsiniz ama doğadaki tüm uçan varlıklara kuş dediğim ya da tüm bitkilere çiçek dediğim bir geçmişten gelen biri olarak  o zamanlardan beri, bırakın çevremdeki objeleri, ne yer ne içersem  vardır bir adı diyerek soruyorum.

Bu esnada” bir de bir oyun vardı, neydi adı dediğim anda, masadaki Alman konuğumuz onun adı “Kolbastı” dedi. Ben içimden  “insaf”  dedim; sonra da  “İşe bakın ben bunu bilmiyorum ama Alman dostumuz biliyor”  ve ekledim  “Bana tatlıyı  -kolbastı -diye yutturabilirdiniz, ama artık ne olduğunu biliyorum”  Sonra Alman dostumuz şunusöyledii: “ Yazık,faka bastın”.Ben de,“Demek  bastı-ile biten başka bir kelimeyi de biliyorsun” diyerek  şaşkınlığımı belli ettim ama bu arada  “külbastının”  kesinlikle bir et yemeği olduğunu da ekledim..

Daha sonra sohbet ilerledikçe bu Alman dostumuzun Türkçe`de ne kadar anlamlı ve işe yarar kelime varsa çoğunu öğrendiğini anladım. Mesela önümüzdeki yıl Türkiye’ ye gelecek misin diye sorduğunda, şöyle dedi: “Bakarız.” .Bu kelime benim de çok kullandığım bir kelime olması bakımından etkileyiciydi. Ama bizler bu “Bakarız” kelimesinin hiçbir kesinlik taşımamasının yanından bizim keyfinize bağlı olması anlamına gediğiniz biliriz. Ama ben ne zaman “Bir ara bakarız”  diyerek işleri askıya alma eğilimi göstersem bu konuda muzip bir dostumuz “Bir ara değil- bu ara” diyerek bir düzeltme yapar ve böylece  daha yakın  bir zamanı dile getirdiğimi varsayarak umudunu  arttırmak isterdi.

Daha sonra ise yarı ingilizce yarı Türkçe devam eden  konuşmalar sırasında Alman dostumuzun  tam da yerinde kullanarak çok daha etkileyici bir kelime olan “Kısmet artık” demesi çok dikkat çekiciydi. Doğrusunu isterseniz bu “bakarız”  kelimesinden daha da belirsizlik içeren ama öte yandan sonuçların sadece sizin eylemlerinize bağlı olmadığını, ama sizin dışınızdaki nedenlerden de kaynaklanabileceğini işaret etmesi bakımından daha gizemli bir içeriğe sahip bir kelimedir. Hatta bu öyle bir kelimedir ki, Türkiye’de bu kelimeyi  bir tartışmada veya herhangi bir sonuca varılması kesin olmayan tüm olgularda kime söylerseniz söyleyin üzerine tek bir kelime dahi ekleyemez. Yani bu kelime temyiz edilemeyecek bir idam kararı gibi bir şeydir. Kısmet kelimesini bu yüzden bazı durumlarda ben de çok kullanıyorum.Çünkü tartışmanın bir polemik halini aldığı anlarda ya da işin içinden net bir karar ya da söz vermeden sıyrılmak istediğim anlarda “Kısmet artık”  dediğimde, karşımdaki kişi ekstra  bir şey söyleme şansını bulamıyor.Bu kelime;  aynı zamanda neden başarılı olamadığını sorduğunuz birinin ben bir aptalım demesine eş değer bir kelimedir.Türkiye’de yaşayan herkesin bu kelimeyi yerinde kullandığında karlı çıkacağına emin olabilirsiniz. Hadi söylemeden geçmeyelim bu kelime sadece bir tek yerde kullanılırsa sonucun belirsizlikten çok  hayırlı olmadığını anlayabilirsiniz. Bir kadına evlenme teklif ettiğinizde size “Kısmet artık” diyorsa, bilin ki sizi gözü pek tutmamıştır,bununla da kalmamış; sizi pek beğenmemiştir ama yine de ne olur ne olmaz diyerek bir açık kapı bıraktığı açıktır.Bu sözün bir başka anlamı  şudur: “ Seni pek sevmedim ama gün ola hayır ola, üstelik biliriz ki; aşk başka evlilik başka, bir süre daha şansımı zorlayacağım,kayda değer bir aday çıkmazsa belki bu sen olabilirsin.” Bu adayın oldukça vasat ve çaresiz biri olduğu ya da gereğinden fazla saf olması olasılığı olsa da bir gerçeği asla nezaket dolu cümlelerle anlatamazsınız. İşte bu yüzden “Kısmet artık” sözü yine tam bu noktada imdat çağrınıza yetişir.
Alman dostumuzun öğrendiği kelimelere bakılırsa anlaşılan kendisinin iyi bir gözlemci olması bir yana Türkler’in  nasıl yaşadığını ve Türkiye’de hayatın nasıl aktığını çok iyi anlayacak kadar zeki biri olmalıydı. Yıllar önce iş yaptığımız bir İtalyan dostumuz bana ne zaman buluşabileceğimizi sormuştu. Bende ona akşam saat 7-8 gibi olabileceğini söylediğimde bana “ Siz Türkler de bize benziyorsunuz” demişti. “Yani bir kesinlik yok”  Bu soruyu bir Alman’a sorsaydım bana saat 8.45’ te buluşacağımızı söylerdi” dediğinde içinde yaşadığımız için fark etmediğimiz bazı ayrıntıları bir yabancının daha iyi gördüğüne çoktan ikna olmuştum bile. Nitekim yine bir İngiliz arkadaşım da bana İstanbul’daki inanılmaz yoğun trafiğin içinde seyrederken, araç içinde birisinin kalp krizi geçirdiğinde  ne olacağını sorduğunda ben bu kez  tek bir kelime ile “Ölür”  dediğimde hiç şaşırmamıştı. Hatta sorduğu sorunun anlamsızlığını belirten yüz ifadesi ile “sanki benimki de soru mu?” der gibi bakmıştı bana. Yani sorduğu soru öyle bir durum ki, mucizeleri dışarıda tutarsak “Kısmetse yaşar” bile diyemezdiniz. Başka bir İngiliz kadın ise semt pazarında ve kentin içinde  bir kadına karşı yapılan isimlendirmenin farkını sormuştu. Pazarda kendisine “abla” denildiğini ama kentin içinde neden “yenge”  denildiğini ve bu ikisi arasındaki farkı öğrenmek istemişti.
 Şimdi yemeğin sonuna geliyorken sonunda, madem tatlı var, bende faka bastım, kaymak da var mı diye sorsam, bana sen daha tatlının adını bile çıkaramadın bir de kaymak mı istiyorsun diye düşünürler diye aklımdan geçirirken, “kaymakta var” diye bir ses duydum. Bu hoşuma gitti, sonra adet olduğu üzere Türkler’de yemek sonrası  şu keyif kahvesi denilen kısmına geçildi. Ancak keyif kelimesinin dünyada hiçbir dilde Türkçedeki gibi karşılığı olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu işlin içinde ciddi bir tembellik vardır, hayata boş vermişlik vardır, vurdumduymazlık vardır, ve sonuçta -dert etme nasıl olsa  her şey olacağına varır -yaklaşımı vardır ve  en önemlisi  şu kader dedikleri kavramın ağırlığı vardır ki; Türkiye’de insanların bu şekilde yaşamasalar çıldırabileceklerini ve aslında bunun bir bakıma meditasyon yapmakla eşdeğer olduğunu varsayabilirsiniz.

Şimdi keyif kahvesi yanında fal bakma diye bir şey var. Biz buna teknik olarak geleceğiniz hakkında bazı tahminlerde bulunmak ya da halk tabiri ile söylersek atıp-tutma da diyebiliriz. Bu işin üstadları var, yani gelecek konusunda anlamlı olabilecek ve sizin hoşunuza gidecek şeyleri uyduruyorlar. Özellikle yaşlı kadınlar bu işe çok meraklı. Şu ne olduğu tam olarak belli olmayan ota yaş dedikleri yaşları geçmiş ve kendilerine her açıdan güvenen, üstelik hala aşktan umudu kesmemiş olanlar yine de  hali-vakti denilen bir koca arayışlarına yönelik güzel şeyler duymak istiyorlar ancak bunun yanında,hiç kuşkusuz para-pul beklentisi en popüler konu, çocuk sahibi olmak isteyen ,işlerinin yolunda gitmesini bekleyen, sağlık  haberleri duymak isteyen herkes bu işin içinde. Yani bu derece çaresiz insanlara at atabildiğin kadar.Herkes memnun,Fincanın içinde ; işte bir balık, işte bir at.. ooo paralar geliyor,piyango çıkıyor,mal-mülk ,zenginlik, mutluluk vadeden konuşmalar yanında daha özel şeyler mesela; sizin kıza bir kısmet var, ya da sizin çocuk işe girecek, evliyse bebek yolda , girdiği sınavı kazanacak seklinde oluyor bunlar.. İnanmıyorlar belki ama inanmak istiyorlar, işte burası önemli; ya tutarsa? Tabi orta yaşlarını geçmiş  bir kadına kocanızda prostat sorunu olabilir dediklerinde bu tahmini tutturma olasılığı ne kadar fazlaysa o kadar tutuyor.

Sonuçta insanlar geleceği bilmek istiyorlar ama asıl soru şudur: Geleceğinizi gerçekten bilmek ister miydiniz? Ya size gelecekte büyük trajediler yaşayacağınızı söyleselerdi, bu korkunç bir haber olmaz mıydı? Ama nedense hep güzel ve genellikle olumlu şeyler söyleniyor, olmadı belirsizlik dolu genel tahminler yapılıyor.Hayatınızın bir gün sora ereceği bir tahmin değildir ama yapacağınız seçimleri tahmin edebilecek kadar kutsanmış kişiler olsa bile; kişisel olarak bunu bilmemek bana daha eğlenceli gelir; çünkü yarın ne olacağını bilseydim eğer, bu benim tüm merak duygumu köreltir ve en sonunda beni yok ederdi.Oysa yaşamımıza anlam katan her zaman kesinlik değil, belirsizliktir ve ister inanın ister inanmayın bir aşka yüceliğini veren belirsizliktir, ve sonunda  sevilmeyi hak etmektir.

Aklımdan bu esnada tam da bu düşünceler geçerken;  Alman dostumuz ise bu yazının son cümlesini söyleyiverdi : “Fala inanma falsız da kalma” Doğrusunu isterseniz o artik bizlerden biri ..